Kelebekler gibi özgürlüğe kanat çırpmak | Perihan Baçaru
Kadına yönelik şiddetin sistematik ve ideolojik kökenine dikkat çeken kadınlar, bu yıl da 25 Kasım’da sokaklarda olacak. Kelebekler’den bugüne taşınan isyan, erkek egemen sisteme ve onun koruyucusu devlet politikalarına karşı yeniden kanatlanıyor.
Her yıl olduğu gibi bu yılda kadınlar, kadına yönelik her türlü şiddete karşı 25 Kasım’da alanlara çıkmak için örgütleniyor.
Peki neden 25 Kasım?
Dominik Cumhuriyeti’nde hüküm süren CIA destekli eli kanlı diktatör Rafeal Trujillo’ya karşı korkusuzca mücadele eden Patria, Maria ve Minevra, diktatörün kolluk güçleri tarafından tecavüze uğradıktan sonra vahşice öldürüldü ve ardından arabayla uçurumdan aşağıya atılarak kaza süsü verildi.
Ancak, gerçeklerin ortaya çıkmasıyla birlikte, ülkenin dört bir yanında Mirabel Kız Kardeşler’in diğer adıyla Kelebekler’in katli, büyük bir öfkeyle protesto edildi ve bu olay diktatörlüğün yıkılışını hızlandıran sürecin yol taşlarını döşedi.
Bunun nedenle 1981 yılında Kolombiya’da toplanan Latin Amerikalı ve Karayipli Kadınlar Kongresi, 25 Kasım’ı Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü olarak ilan etti. Ardından, 1999’da BM, bu tarihi küresel ölçekte kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü olarak kabul etti.
O günden bu yana dünyanın dört bir yanında kadınlar; Kelebekler’i anmak, erkek ve devlet şiddetinin tüm biçimlerine dikkat çekmek, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini görünür kılmak ve mücadeleyi büyütmek için 25 Kasım’da alanları çıkıyor.
Kadına şiddet artıyor
WHO/UN tarafından yayınlanan 2024 yılı raporuna göre dünya genelinde yaklaşık 85.000 kadın ve kız çocuğu erkek şiddetiyle hayatını kaybederken, bu sayı Almanya’da 308’e, Türkiye’de ise 394’e ulaşmış durumda. Bugün hala her üç kadından biri şiddetin çeşitli biçimlerine maruz kalıyor. Kadın katliamları bir cins kırımı boyutuna ulaşırken, şiddet giderek daha sistematik ve daha vahşi bir biçime bürünüyor.
Kadınlar yalnızca fiziksel, ekonomik, psikolojik, cinsel ya da dijital şiddete maruz kalmıyor; aynı zamanda farklı politik düşünceleri, inançları, göçmen veya mülteci kimlikleri nedeniyle de hedef hâline geliyorlar. Kadına ve LGBTI+ lara yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, ırkçılığın, yoksulluğun ve devlet politikalarının iç içe geçtiği bir baskı mekanizması olması nedeniyle artarak devam ediyor.
Özel olan politiktir!
Biz daha bu satırları okurken, dünyanın herhangi bir yerinde bir kadın; birlikte yaşadığı erkekten ayrılmak istediği, hayatına çizilen sınırlara itiraz ettiği, kendi bedeni ve yaşamı üzerinde söz sahibi olmak istediği yada baskıya karşı çıktığı…için hayattan koparılarak yaşama hakkı elinden alınıyor.
Yapılan araştırmalar bize bir kez daha gösteriyor ki kadına yönelik şiddetin en yaygın olduğu yer hala ev içi şiddet. Ancak bu alan “özel” alan olarak görülmesi nedeniyle en fazla göz ardı edilen alan. Oysa “özel alan” olarak görülen o tek tek evlerde yaşanan şiddeti, evlerden çıkarıp toplumun bütünü açısından ele aldığımızda, kapalı kapılar ardında yaşananların hiçte “özel” olmadığını, şiddetin bir amacı olduğunu ve bunun ideolojik olduğunu görüyoruz. Şiddet ile amaç: kadın üzerinde iktidar kurmak; toplumsal yeniden üretimi sağlayan kadın emeğinden sınırsızca yararlanmak/ sömürmek, kadının yaşamını, bedenini kontrol altına almak, denetlemek.
Kadın cinayetleri, şiddet, taciz ve tecavüzler bir “neden” değil; bir sonucun ürünüdür. Bu sonucu yaratan ise erkek egemenliği yani patriyarkadır; onun ürettiği toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadınlara biçtiği cinsiyetçi rollerdir.
Erkekler kadınları “bir anlık öfkeyle”, “cinnetle” yada “sapık”, “dengesiz”, “psikolojik sorunları olduğu için” öldürmüyor; bilerek, isteyerek ve planlayarak öldürüyor.
Patriyarkanın kendilerine sunduğu ayrıcalıklardan sınırsızca yararlanan erkekler, kadınların yaşamları, kararları, bedenleri ve özgürlükleri üzerinde söz hakkının kendilerinde olduğunu düşünüyor ve şiddeti bir egemenlik aracı olarak kullanıyor.
İster özel ister kamusal alanda gerçekleşsin; şiddet, bir başka cinsin, sınıfın yada kimliğin üzerinde iktidar kurma aracıdır.
Kadın düşmanı iktidarlar, kadınları şiddete karşı korumak yerine, kadınları erkeğin ve devletin denetimine sokan politikalarıyla baskıyı, tacizi ve tecavüzü meşrulaştırıyor. Cinsiyetçi devlet politikalar erkeklik ideolojisini güçlendirerek şiddet döngüsünün yeniden üretilmesine zemin hazırlıyor.
Özellikle son yıllarda ekonomik krizler derinleştikçe, savaş politikaları ve militarizm yükseldikçe kadına şiddet de artarak devam ediyor. Kapitalist sistem ve patriyarka sürdükçe tüm şiddet biçimleri hayatın her alanında baskı aracı olarak kullanılmaya devam edecektir.
Kadınlar alanlarda
Her eksilen kadın bir yanımızı acıtsa da, diğer yanımızda öfkemizi ve isyanımızı büyütüyor.
İsyanın olduğu her yerde direniş, direnişin olduğu her yerde umut vardır!
Bugün artık dünyanın herhangi bir yerinde kadın katliamlarına ve erkek ve devlet şiddetine karşı örgütlenen bir eylem biçimi, dalga dalga yayılarak, küresel bir harekete dönüşebiliyor.
Şili’de başlayan Las Tesis hareketi, Arjantin’de “Ni una menos! Bir kişi daha eksilmeyeceğiz!” ve #Metoo hareketi, Hindistan’da öz savunma amacıyla kurulan Pembe Kadın Hareketi, “Jin Jiyan Azadi” sloganıyla dünya çapında bir direniş dalgası yaratan Kürt Kadın Hareketi, Almanya’da “Hayır Demek Hayırdır!“, “Kadın Grevleri” ve “Geceleri de sokakları da istiyoruz’” diyerek yükselen Feminist Gece Yürüyüşleri…
Yıllardır kadına yönelik şiddete karşı örgütlenen bu tür mücadele biçimleri kadın mücadelesini daha görünür daha güçlü daha örgütlü hale getiriyor.
Maria Mirabel’in dediği gibi: “Haklı olduğumuz her şey için mücadele etmeye devam edeceğiz!”
Hele hele sağın, ırkçılığın, faşizmin ve savaş çığırtkanlığının yükseldiği; kadınların giderek daha da yoksullaştırıldığı bir dönemde alanlara çıkmadan ve kadın özgürlük mücadelesini yükseltmeden kurtuluş mümkün değil.
Dünyayı değiştirecek, tarihi yeniden yazacak gücümüz var.
Ancak yeni bir tarihi yazmanın yolu ; sistemin eril taşlarını yıkmak, cinsiyetçiliği ortadan kaldırmak, emeğimizi vahşice sömüren patriyarkaya ve kapitalizme karşı mücadeleyi yükseltmekten geçiyor.
Vardık, varız, var olacağız…
Jin Jiyan Azadi/ Kadın, Yaşam Özgürlük!
Perihan Baçaru – 24.11.2025
























































