Makaleler

Published on Aralık 27th, 2025

0

Kürt-Türk çatışmalarını çözme yöntemleri | Mehmed S. Kaya


• Kürtlerle barış adına atılan adımlar, Türk devletinin dayatmacı ve sömürgeci anlayışıyla baltalanıyor. Tarihsel yüzleşme olmadan adil bir çözüm mümkün mü?
Norveç’in Sami halkıyla kurduğu eşitlikçi ilişki, Türkiye’ye örnek olabilir mi? Kalıcı barış için Kürtlerin kendi kimliğini tanıyan anayasal güvenceler şart.

Türk devleti ile Kürtler arasında barışı istemeyen birçok güç odakları var. Sürecin yeterince hızlı ilerlemediği ve hükümetin güven verici önlemler almadığı yönündeki eleştirileri sık sık duyuyoruz. Bu nedenle, çatışmaların nasıl ve neden çözülmesi gerektiği konusunda önemli sorular ortaya çıkıyor. Her iki taraf da çatışmanın barışçıl bir şekilde çözülmesinden yana mı? Iktidar, çatışmaları çözmek için şiddete ve diğer yıkıcı yöntemlere başvurmamaya tamamen kararlı mı? Ve Türk devleti, Mustafa Kemal’den miras aldığı Kürtlere dayatmacı politikalarından vazgeçti mi?

Türk devleti ile Abdullah Öcalan arasında sürdürülmekte olan süreç ve Hakan Fidan, Ömer Çelik ve Mehmet Uçum’un Kürtlere sürekli olarak emir verme girişimleri, bana I. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın düştüğü kaderi hatırlatıyor. Bilindiği gibi, barış Almanya’ya zorla dayatıldı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kaybeden taraf olan Almanya, bir anlaşma müzakere edemedi ve galip güçlerin Versay Antlaşması aracılığıyla dikte ettiği koşulları kabul etmek zorunda kaldı. Bu antlaşma, Almanya’ya çok büyük savaş tazminatları ve ağır askeri kısıtlamalar getirdi; bu durum Almanlar tarafından son derece aşağılayıcı olarak algılandı ve Nazizmin yükselişine yol açtı.

Türkler ve Kürtler arasında da benzer bir durum yaşanmaktadır. Sorun, dışarıdan anladığımız kadarıyla, Kürtlerin temel taleplerine cevap vermeyen son derece sert ve aşağılayıcı koşulları kabul etmeye zorlanmalarında yatıyor. Çünkü Türkler, hayali üstünlüklerinden, işgal altında tuttukları Kürt bölgelerindeki egemenliklerinden, Kürtleri inkar etmelerinden, Kürtlerle eşitliksizliklerinden ve sömürgeci emellerinden vazgeçmiyorlar. Ancak, görünen şu ki, 20 milyondan fazla Kürt artık Türklerin diktatörce, sömürgeci baskıcı ve üstünlükçü ırkçı duygularına kurban olmak istemezler.

Türklerin büyük çoğunluğu, Kürtlerin Türk yaşam tarzını benimsemeleri ve kendilerine hak talep etmemeleri gerektiğine inanıyor. Buna göre, Kürtler Türk yaşam tarzıni ve hukuk anlayışını benimsemeli, çünkü Kürt yaşam tarzının geri kaldığını kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu tür aşağılayıcı bir görüş belki sadece Avrupa’daki ırkçılar ve neo-Naziler arasında bulunabilir.

Kürtlerin barış karşılığında kabul etmek zorunda kaldıkları şartlar, Kürtleri kendi geleceklerini belirleme hakkından mahrum bırakıyor. Çünkü Fidan, Çelik ve Uçum’a göre Kürtler hiçbir hak talep etmemelidir. Kürtlere yüklenen talepler mantıksız derecede ağır. Bu nedenle Kürtler, dayatılan talepleri bir utanç olarak reddetmelidir. Lozan ihanetinden Kürtlerin acı dersler çıkardığını düşünmüştük. Ama maalesef. Mustafa Kemal Kürtlerin varlığını inkar etmeseydi ve Türkler ile Kürtler arasında zehirli düşmanlık tohumları ekmeseydi, Kürtler ve Türkler arasında muhtemelen hiç çatışma çıkmayacağını unutmamalıyız.

Sorunun diğer bir yönü ise Abdullah Öcalan ve devlete duyulan güven eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Sadece bu iki aktör müzakere ederse, bu muhtemelen kalıcı bir barıştan ziyade Almanya örneğinde yaşandığı gibi yeni çatışmaların tohumlarının ekilmesine yol açacaktır. Hem Türk devleti hem de Öcalan, otoriter ve elitist bir bakış açısını temsil ediyor. Bu, Kürtlere neyi kabul etmeleri ve nasıl yönetilmeleri gerektiğini dayatan bir bakış açısıdır. Tıpkı Mustafa Kemal 1920’lerde Kürtlerin hangi acıları yaşamaları gerektigine karar verdiği gibi. Bu, bize zorla kabul ettirilen geleneksel alışkanlıklardan çok daha ciddi bir durum.

Baş müzakereci olarak Öcalan’ın Kürt toplumuna karşı büyük bir toplumsal sorumluluğu ve yükümlülüğü bulunmaktadır; bu da Kürtlerin geleceğini etkileyecektir. Öcalan, Kürtlerin gelecekte karşılaşacakları ihtiyaçları ve zorlukları kavrayabiliyor, anlıyor ve bunlara dair bir öngörüye sahip mi? Her şeyden önemlisi, Öcalan’ın talepleri tüm Kürtleri temsil ediyor ve onlar için tatmin edici mi? Bu endişeyi şu şekilde gerekçelendirebiliriz:

Toprak birliği, bir halkın hayatta kalması için temel öneme sahiptir. Kürtler için toprak bütünlüğü, Kürt toprakları dışında koloniler kurmaktan çok daha önemlidir. Bu, asıl bölgelerinde yaşayan Kürtlere, Batıya göç edenlerden daha fazla önem verilmesi gerektiği yönündeki ısrardır. Çünkü yerinden edilmiş Kürtler, en fazla birkaç nesil içinde kimliklerini kaybederler. Bunlar Türk kültürüne asimile olurlar. Ikincisi Kürtler, toprak birliği olmadan egemenliklerini kullanamazlar.

Kürtler, sıkça dile getirilen şu bahanelere aldanmaktan kaçınmalıdırlar: “Kürtlerin neredeyse yarısı Batı Türkiye’de yaşıyor”, “Kürtler ve Türkler et ve tırnak gibi oldular”, “birçok Kürt ve Türk birbirleriyle evlendi” gibi bahanelere kandırılmamalı. Bu ve benzer iddialar, iyi bilinen sömürgeci gerekçelendirmelerdir. Amaç, Kürtleri kendi kaderlerini tayin etme hakkından uzaklaştırmaktır.

Ve «göç, evlilikler» gibi hareketlilikler dünyanın her yerinde sıkça yaşanmaktadır, ancak bunlar herhangi bir etnik grubun taleplerinden vazgeçmesini sağlamak için kullanılmamaktadır.

Kürtler, acımasız Türk hakimiyetine karşı ne kadar çok direnirse ve kendi kimliklerine saygı talep ederlerse, sömürgeci hakimiyeti savunanların o kadar çok nefret, aşağılama, öfke gibi olumsuz duygular ve davranışlar sergilediklerini deneyimlemişlerdir. Bu durum sadece futbol sahalarında lumpen gruplar tarafından dile getirilmiyor. Toplumun her alanında yaygındır. Bu nedenle, sömürgecilikten kurtulmanın koşulu nedir sorusu hayati önem taşımaktadır. Kürtler, sömürgecilerin kendilerine karşı duyduğu öfke, nefret veya şiddetle nasıl ve ne şekilde yüzleşmelidir?

Ilk adım: tarih ile yüzleşmek

Tarihle yüzleşmek, geçmişi analiz etmek, anlamak ve işlemek, hatalardan ders çıkarmak, olumsuz sonuçlardan kurtulmak, eleştirel düşünme ve hem olumlu hem de olumsuz olayları fark etmek anlamına gelir. Bu, geçmişle ilgili beklentiler “yüzleşme” sürecidir. Geçmişin karanlık yönleriyle yüzleşmek, bugünü olumsuz etkilemesini önlemek için gereklidir. Örneğin; sömürgeci tarihiyle yüzleşen bir ülke, şiddet ve dayatmacı politikalardan vazgeçer ve medeni bir toplum olma yolunda atılmış bir adım olarak algılanır.

Atılacak ilk adımlardan biri, taraflar arasında çatışmanın neden ve nasıl ortaya çıktığını açıklamak veya kabul etmektir. Bu, özellikle Kürtler için son derece önemlidir, zira resmi tarih yalan söylüyor. Çatışmalar genellikle bazı güç gruplarının diğer halk gruplarını boyunduruk altına alması, onlara köle statüsü vermesi, haklarını inkar etmesi veya sınırlaması sonucunda ortaya çıkar. Tıpkı Mustafa Kemal’in 1919-1923 döneminde özerklik konusunda sahte vaatlerle Kürtleri kandırması gibi. Lozan Antlaşması sırasında Türk heyeti Kürtlerin haklarını reddetti. Kürtlere yapılan bu ihanetin baş mimarı Mustafa Kemal’di. Bu durum, Türkler ve Kürtler arasında günümüze kadar süren bir çatışmaya temel neden olmuştur.

Geçmişi sorgulamadıkça, yani Kemalistlerin Lozan sürecinde işlediği ihaneti ve ardından Kürtlere uyguladığı baskıyı kınamadıkça kalıcı bir barış gerçekçi olamaz. Tarihle yüzleşmek, anlatıda bir değişikliğe yol açar: Tarihin ders kitaplarında ve kamusal alanda nasıl anlatıldığını değiştirerek, Kürtlerin bakış açısının da dahil edilmesini sağlamak. Bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, Kürtlerin Türkleştirilmesinin büyük ve ciddi sonuçlarını belgeleyecek ve belgelemelidir. 100 yılı aşkın süredir okullar ve eğitim kurumları Kürtlere yönelik devlet baskısına katkıda bulunmuştur.

Kürtler gerçeği ve tanınmayı talep etmelidir: Hakikat komisyonu aracılığıyla, gerçekte ne olup bittiğine dair hakikatleri ortaya çıkarmalıdırlar. Bu, olayları açıklamaya veya örtbas etmeye çalışmayı bırakıp, suçu veya ahlaki sorumluluğu kabul etmenin önemini gösteriyor. Bu durum, etkilenen taraflara yönelik resmi özürler açısından da önemlidir. Ayrıca, ağır baskılara maruz kalanların haklarının iade edilmesi, mağdurlara veya mirasçılarına maddi tazminat ödenmesini veya anıt dikilmesi gibi sembolik eylemleri içermeli.

İki halk, iki hak

Türkiye, Norveç’i örnek alabilir. 1980’lere kadar Norveç anayasası, Norveç’in Norveçlilerden oluştuğunu belirtiyordu. Sami azınlığı (Laponlar) dahil edilmiyordu. Resmi istatistiklere göre, Norveç’in en kuzeyindeki Finnmark bölgesinde beş küçük belediyeyi oluşturan yaklaşık 40.000 resmi kayıtlı Sami bulunmaktadır. 1988’de Norveç Parlamentosu (Stortinget), daha önce işlenen haksızlıkları düzeltmek ve Sami kültürünü ve dilini tanımak için Sami Paragrafını (kanunu) kabul etti ve Anayasaya yazdı.

2023 yılında Storting, ilgili kanunu şu şekilde değiştirdi: “Devlet yetkililerinin, yerli bir halk olarak Sami halkının dilini, kültürünü ve sosyal yaşamını güvence altına alması ve geliştirmesi için koşullar yaratması zorunludur.”

Bu, bir “halk grubu”nu tanımaktan, hem ulusal mevzuata hem de uluslararası sözleşmelere dayanarak Sami halkını özel haklara sahip yerli bir halk olarak açıkça tanımaya doğru önemli bir gelişmeyi işaret etmektedir.

Norveç’in tek kültürlü, tek dilli bir ülke olduğu anlatısı uzun zamandır ulusu inşa etmek için kullanılmıştır, ancak bu anlatı hiçbir zaman doğru olmamıştır. Norveç Kralı V. Harald’ın Norveç’in iki halkın toprakları üzerine kurulduğuna dair açıklamaları Türkiye için örnek teşkil edebilir. Kral bunu sık sık tekrarlar:

“Norveç devleti iki halkın toprakları üzerine kurulmuştur. Her iki halkın da kendi dillerini konuşma ve kültürlerini uygulama hakkı vardır. Ayrıca kendi kimliklerinde güvenlik sağlayan, birbirlerinin görüşlerini bilen ve karşılıklı saygı duyan bir eğitime de aynı hakları vardır.”

Sami halkı hangi haklara kavuşmuştur?

Samilere tanınan en önemli haklar arasında kendi dillerini, kültürlerini ve sosyal yaşamlarını koruma ve geliştirme hakkı, toprak, su ve doğal kaynaklara sahip olma hakkı, kendi kaderini tayin etme hakkı, kamu yönetimi ile yargıda Sami dilinin kullanılması hakkı ve Sami bölgesinde Sami hukuku geçerliliği yer almaktadır. 2565 nufuslu Karasjok kentindeki Sami Parlamentosu (Sametinget), siyasi bir organ olarak işlev görür ve Sami halkının hak ve çıkarlarını yönetir.

Norveç ile Sami halkı arasındaki siyasi uzlaşma, adalet, eşitlik, temsili kurumlar ve insan hakları temelinde köprüler kurarak barışı sağladı. Bu uzlaşma, çatışan halklar için ideal bir çözüm örneği olabilir.

Ancak, hakikatleri inkar eden Kemalist zihniyet, cumhuriyeti öyle bir noktaya kadar zehirlemiştir ki, ondan kurtulmak ve cumhuriyete insani bir yüz kazandırmak uzun zaman alacaktır. Kemalizm, renkli ve çoğulcu bir toplum için hiç bir zaman uygun olmamış ve olamaz da.


Kaynak:
Andresen, Evje, Ryymin: Samenes historie fra 1751 til 2010. Oslo: Cappelen Damm, 2021.


*Mehmed S. Kaya: Bingöl’ün Solhan ilçesinin Keşkon mezrası doğumludur. Norveç Inland Üniversitesi’nde sosyoloji profesörüdür. ‘The Zaza Kurds of Turkey’ kitabının yazarıdır.


Mehmed S. Kaya – 27.12.2025

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑