Alevi tarihine kara bir leke | Hüseyin Şenol
Güney Almanya’daki bir “Alevi Kültür Merkezi ve Cemevi”nin bir Sünni ailenin taziyesine yer vermemesi Avrupa genelinde ve Türkiye’de tartışma yarattı; karar, Alevi felsefesine ve halkların kardeşliğine vurulmuş bir leke olarak değerlendirildi.
Kendini ateş çemberine atan akrep kendini sokarmış. Bugün Ulm Cemevi’nin bir Sünni ailenin taziyesine yer vermemesi etrafında yürüyen tartışmayı tam da bu söz anlatıyor: yanlış bir karar, yanlış bir dille savunulunca dönüp en çok o kararı alanları zehirliyor.
Yarım asırlık mücadele ve tanıklık
14 yaşımdan beri, yani 48 yıldır mücadelemin merkezinde iki temel sorun var: Aleviler ve Kürtler. Çok bedel ödedim, pişman değilim. Türkiye’de başlayan bu yolculuk sürgünde Avrupa’da kesintisiz sürdü; bir gün bile ara vermedim. Politik aktivist ve gazeteci olarak, bulunduğum bölge ağırlıklı olmak üzere tüm Avrupa’dan haber, duyuru ve yorumlara sayfalarımızın açılması için de yoğun çaba harcadım.. 1990’ların başında Alevi haberlerine ve cem etkinliklerine düzenli yer veren ilk örneklerden olduk; Bir ekip çatısı altında yaptığımız bu yayıncılık cami çevrelerinden, konsolosluklardan ve Kemalist odaklardan tepki topladı. “Alevi haberleriyle cami haberlerini neden aynı sayfalarda veriyorsunuz” diye baskı kurdular. O yıllarda Hürriyet, Sabah ve diğer büyük gazetelerde Aleviler bugünkü kadar bile yer bulmuyordu; bugün artan görünürlüğün de sınırları ortada.
Avrupa Demokrat doğrudan devletin hedefi oldu; dokuz kez yasaklandık. Merhaba’yı da sevmediler; konsoloslukların kırmızı listesine girdik. Yine de Ulm ve çevresi başta olmak üzere yüzlerce Alevi toplumuyla ilgili haber, çağrı ve tanıklığı yayımladık. Çünkü bu coğrafyada Alevilerin, Kürtlerin ve yurtsever-demokrat çevrelerin sesi olmayı, gerçekleri birbirine komşu sayfalar halinde göstermeyi ilkesel bir tutum bildik.
Ulm cemevi’nde düğümlenen düğüm
Bugün geldiğimiz vakada Ulm Cemevi yönetimi, Sünni inanca mensup, Kürt, yurtsever ve demokrat bir ailenin taziyesine salon vermedi. Gerekçe olarak “Alevi ritüelleriyle örtüşmüyor” denildi. Oysa aile sıradan, gerici, inanç fanatizmiyle hareket eden bir çevre değil; merhum Sünni mezhebinden olsa da aile, yıllardır Cemevi’nin varlığına saygı gösteren, Cemevlerine katkı sunmuş, demokratik Alevi mücadelesini desteklemiş bir çevre. Daha önce de aynı çevreye salon verilmedi; bu son karar, misafir aileye saygısızlık olduğu kadar, Ulm Demokratik Güç Birliği’nin (AJK, ADHF, TKM, Fed-Gel) emek veren bileşenlerine de haksızlıktır.
Cemevi yönetimi, açıklamasında konuyu daraltıp iki basın kurumunu suçlayarak topu taca atmaya çalıştı. Oysa bizim için esas olan üslup değil, meselenin özü ve mantığıdır. Taziyeden 9 gün sonra, 9 Eylül’de AKM’de tam katılımlı toplantıda ADGB bileşenleri de düşüncelerini yüzlerine söyledi yönetimin; bu tartışmanın Alevi felsefesine uygun bir zeminde çözülebileceğini düşündü. Buna rağmen yayımlanan metin, hem kendi içinde çelişkiliydi hem de ayrımcılığı meşrulaştıran bir ton taşıyordu.
Alevi felsefesine ve insani ölçüye aykırı
ADGB’nin açıklamsında da altı çizildiği gibi, Alevi yolu, ezilenden yana durmayı, kapıları insana açmayı, ayrımcılığı reddetmeyi öğretir. Kiliselerde defalarca Alevi cenazelerinin, dedelerin yönetiminde kaldırıldığına tanıklık ettik; ritüeller farklıydı ama insan onuru ortak payda oldu. Cemevi’nin yapması gereken de buydu: kendi ilkesine sadık kalarak misafirinin acısını anlamak, farklı inanç ritüellerine saygıyla alan açmak. “Ritüele uymuyor” kalkanı, pratikte “Siz Sünnisiniz, hocanız dua okuyamaz”a dönüşüyor. Kişisel bir dil kullanmadan da tek bir mezhebi dışlayan sonuç üretilmiş oluyor. Böyle olunca bugün Sünni’yi, yarın başka bir inancı; bugün Kürt’ü, yarın başka bir ulusal kimliği öteleyebilirsiniz. Bu tutum, asimilasyonun başka bir versiyonuna kapı aralar.
“Kaldı ki camisi yüz metre ötede olmasına rağmen aile Cemevi’ni tercih etti; bu, duyulan saygının kıymetli bir yansımasıdır” denen açıklamada “Talepleri karşılanmayınca devrimci bir kurumun derneğini kullanarak taziyelerini yaptılar; yine de camiyi seçmediler. Cemevi yönetimi bu tabloyu bir kazanım sayacağına, “ritüel” perdesiyle elini geri çekti. Bu karar, siyaseten de niyetlerden bağımsız ağır sonuçlar doğuracak; biz bunu açıkça uyardık.” Dendi.
Ulus meselesi ve kemalizm etkisi
Mesele yalnızca inanç farkı değildir; ulus meselesi bu kararın içine sinmiştir. Ailenin Türkiyeli Kürt olması ve özellikle yurtsever çevreyle kurduğu bağ, ret kararında belirgin bir etkendir. Kemalizme yakın duran Alevi çevrelerin azımsanmayacak sayıda oluşu gerçeğini görmeden bu tablo açıklanamaz. Bu çizgi, Kürt meselesine mesafeli durarak devlete yaslanmayı güvenlik zanneder. Oysa bu, Alevilerin eşit yurttaşlık mücadelesini zayıflatır, halkların kardeşliğine zarar verir. Eğer aynı talep Kemalist odaklara yakın bir çevreden gelseydi, bu denli sert bir “uygun değil” yanıtı kolay verilir miydi? Sorunun cevabını hepimiz biliyoruz.
Ulm’daki karar, inançsal ötekileştirme ile ulusal kimliğe dönük ayrımcılığı aynı potada birleştirdi. Demokrat, yurtsever bir Kürt ailenin acısı hem mezhep gerekçesiyle hem kimliği nedeniyle görünmez kılındı. Bu, Alevi yolunun tarihsel olarak taşıdığı adalet ve eşitlik anlayışına bütünüyle aykırıdır.
Mezhep ayrımcılığına karşı ilkesel duruş
İlkeli olmak tek yöne bakmak değildir. Alevilere dönük ayrımcılık ne kadar yanlışsa, Sünnilere dönük ayrımcılık da o kadar yanlıştır. Ben yıllardır bu konuda mücadele ediyorum: İran’da Sünnilerin uğradığı baskılara, Suriye’de Esad döneminde Sünnilere yönelen ayrımcılığa karşı çıktım ve çıkıyorum.
Ezilen kim olursa olsun, hangi inanç ya da mezhepten olursa olsun yanında durmak insani ve devrimci bir sorumluluktur. Bir yanda Alevilerin yok sayılmasına itiraz ederken, öbür yanda Sünnilerin acılarını görmezden gelmek çifte standarttır; bu da bizi adaletten, eşitlikten, kardeşlikten uzaklaştırır.
“Akrep kendini sokar” ve sorumluluk
Bugünkü yanlış tavır en çok AKM yönetimini zedeler. Kendini ateş çemberine atan akrep gibi, bu karar kendi sahiplerini sokar. Yönetim, “yalanları bir kez daha ortaya çıktığı” gerçeğini örtemez; sosyalist-devrimci ve yurtsever çevrelerin uyarılarını kulak ardı eden bir yaklaşım, er ya da geç kendi kitlesiyle arasına mesafe koyar. Bu yüzden, bu çizgide ısrar edenlerin istifası bir tercih değil, kurumu ve yolu korumanın gereğidir.
Dahası, bu yaklaşımdaki Cemevi yönetimi daha geniş demokratik protestolarla karşılanmalıydı; çünkü suskunluk, hatanın normalleşmesine hizmet eder.
Aleviliğin yeri, yolun özü
Ben kişi olarak Aleviliği İslam içi bir mezhep olarak görüyorum ve kanaatimce Alevilerin yüzde 90’ı da böyle görüyor. Görmeyenlere saygım var; fakat “Alevilik İslam dışıdır” iddiasının Alevilerin hak mücadelesine zarar verdiğini düşünüyorum. Bu tartışmayı ileride daha geniş yazacağım; şimdilik şunu söylemek kâfi: “Gerçek” Alevilik, milletleri, mezhepleri, ırkları değil, insanı ve insanlığı rehber alır. Felsefesinin temeli insandır. Bir ailenin acısını inancından, mezhebinden, kimliğinden ötürü içeri buyur etmemek, bu yolun ruhuna terstir.
Bütün bu tartışmaların ortak ölçüsü insan onuru olmalı. İnsan onurunu, acının ortak dilini bir kenara iten her yaklaşım, ne kadar gerekçelendirilirse gerekçelendirilsin, bizi hakikatten uzaklaştırır.
Ulm’daki bu karar, yalnızca yerel bir mesele olmaktan çıktı. Tartışma kısa sürede Almanya’nın dışına taşarak Avrupa’daki tüm Alevi kurumlarının ve demokrat çevrelerin gündemine oturdu. Fransa’dan İsviçre’ye, Hollanda’dan Avusturya’ya kadar birçok yerde konu tartışıldı, eleştiriler yükseldi. Dahası, Türkiye’de de Alevi çevreleri ve demokrat kamuoyu bu meseleye kayıtsız kalmadı. Sosyal medyada ve bağımsız basında gündem olan tartışma, Alevi yolunun özüne dair geniş bir sorgulamayı beraberinde getirdi. Görüldü ki Ulm Cemevi’nin aldığı karar sadece Ulm’u değil, tüm Avrupa’daki Alevi topluluklarını ve Türkiye’deki toplumsal vicdanı etkiledi.
İstifa etmeli ve eğitilmeliler
Alevi Kültür Merkezi ve Cemevi’nin (AKM Ulm) bu kararı, yalnız bir ailenin değil, Alevi toplumunun vicdanında derin bir yaradır. Bu tartışmayı “yıpratma kampanyası” olarak sunmak kolaycılıktır; asıl ihtiyaç, eğitici ve öğretici bir yüzleşmedir. Kapılar kapanmasın; açılan her kapı, ortaklaşmanın bir ihtimali, insana saygının bir sınavıdır.
Bugün Ulm Cemevi yönetiminin aldığı bu karar, yalnızca hatalı bir davranış değil, ayrımcıdır; dinsel ve de ulusal ırkçılığa tekabül eden bir tutumdur. Böyle bir yaklaşım Aleviliğin özüne de insanlık değerlerine de aykırıdır. Bu lekeden kurtulmanın tek yolu, yapılan hatalı davranıştan ve söylenen yalanlardan dolayı dürüstçe özür dilemek, yönetimin istifa ederek kendini eğitime ve eleştiriye açmasıdır.
Yakından takip ettiğimiz, duyurularına, çağrılarına ve haberlerine yüzlerce kez yer verdiğimiz bir kurumun saygınlığının korunması hepimizin sorumluluğudur. Bu saygınlık, ancak yanlış kararlara imza atan ve yalanlarla, karalamayla devam ettiren yönetimin istifasıyla korunabilir.
Ancak böyle bir tutum, Cemevi’ni yeniden toplumun güven duyduğu bir mekân haline getirebilir. Zaten, amacım kurumu yıpratmak değil, kangrenli bölümü temizlemek. Avrupa Demokrat, Merhaba Gazetesi ve diğer medya kurumlarının da amacı budur. Ben, üretim merkezi AKM yönetimi olan, bana yönelik kişisel saldırı ve dedikoduya yönelik de bir cevap vermek istedim. Dedikodu ve linç saldırısına gerekli yanıtı verdiğimi düşünüyor ve şimdilik, gelişmeyi ve tartışmayı takibe çekiliyorum
Çünkü tarihte ve bugün dostlarımızın da söylediği gibi, unutmayalım: Alevilik bir yol ise, bu yolun merkezi insandır. Ayrıştırmak için değil, birleştirmek için vardır. Bugün yapılması gereken de tam budur: ayrımcılığın açtığı ateş çemberini dağıtmak ve birlikte insan onurunu savunmaktır.
Hüseyin Şenol – 14.09.2025