Leyla Zana onurumuzdur | Hüseyin Şenol
• Somaspor-Bursaspor maçında tribünlerden yükselen ırkçı ve cinsiyetçi küfürler sadece Leyla Zana’ya değil, tüm Kürt kadınlarına, halklara ve barış talebine yapılmış bir saldırıdır. Sessiz kalan herkes bu suça ortaktır…
• Leyla Zana onurumuzdur. Bu onuru korumak, susmamak, karşı durmak boynumuzun borcudur.
Geçtiğimiz salı günü, 16 Aralık’ta Soma’da oynanan Somaspor–Bursaspor karşılaşmasında, Bursaspor’un bir grup taraftarı tribünleri bir nefret mitingine çevirdi. Kürt halkının simge ismi, kadın özgürlük mücadelesinin onurlu yüzü, sömürgeciliğe karşı sembol isimlerden Leyla Zana’ya yönelik ırkçı ve cinsiyetçi küfürler dakikalarca statta yankılandı. O küfürler yalnızca bir kadına değil; onun şahsında tüm Kürt kadınlarına, halklara, direnişe ve onurlu yaşama yöneltildi.
Bu saldırı, münferit değil; bilinçli, örgütlü ve sistematik bir nefret kampanyasının tezahürüdür. Bu nedenle yalnızca failleri değil, sessiz kalanları da yazmak gerekiyor: kulüp yöneticileri, futbolcular, taraftar grupları, Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) ile UEFA, spor basını ve siyasi iktidar… Hepsi bu aşağılık saldırının ortağıdır.
Faşist ruh halinin organize tezahürü
Statlarda yükselen ırkçı tezahüratların münferit olmadığını anlamak için tarih bilgisi değil, hafıza yeterlidir. Bursaspor’un geçmişi, özellikle Kürt illerinden gelen takımlara karşı düşmanca tutumlarıyla, yıllardır bu tür saldırıların taşıyıcısıdır. Daha önce Amedspor maçlarında, devletin kirli savaş geçmişinin sembolleri olan “Yeşil”in posteri ve “Beyaz Toros” pankartı açılmıştı. Şimdi aynı tribünler Leyla Zana’ya yönelik sistematik bir nefret kusmaktadır.
Bu durum yalnızca bir taraftar grubunun sorunu değildir. Sessiz kalan kulüp yönetimi, özrü özrü kabahatinden büyük olan başkan, kayıtsız kalan TFF ve “her şey futboldur” diyerek her şeyi normalleştiren medya da bu faşist gösterinin ortak failidir.
Bahis nedeniyle bir kulüp ligden düşürülüyorsa –ki doğrudur– Bursaspor 10 kez düşürülmelidir. Hatta islah olana kadar spordan men edilmelidir. Irkçılığın, cinsiyetçiliğin, faşist sloganların cezasız bırakıldığı bir ortamda sadece sporun değil; birlikte yaşamın da temeli çökertilir.
Leyla Zana: Bir halkın onuru, bir kadının direnci
Leyla Zana’nın ismini duyanlar onu yalnızca Meclis’te Kürtçe yemin eden kadın milletvekili olarak hatırlamamalı. O, 1987’de İnsan Hakları Derneği’nin Diyarbakır şubesinin kurucularından biriydi. 1988’de Yeni Ülke gazetesinde gazetecilik yaptı. 1991’de, Sosyaldemokrat Halkçı Parti listelerinden Diyarbakır milletvekili olarak Meclis’e girdi. TBMM’de, Kürt ulusal renkleri taşıyan bir bantla başlattığı yemini Kürtçe “Ben bu yemini Kürt ve Türk halkları için içtim” diyerek tamamladığında linç kültürünün hedefi hâline geldi.
1994’te milletvekilliği dokunulmazlığı kaldırıldı, ardından cezaevine konuldu. 15 yıl hapis cezası aldı. Cezaevi mektupları kitaplaştırıldı. 1995’te Avrupa Parlamentosu’nun Sakharov Düşünce Özgürlüğü Ödülü’ne layık görüldü. Yıllarca cezaevinde kalan Zana, ancak 2004’te serbest bırakıldı. Sonrasında TBMM’de Diyarbakır ve ardından Ağrı milletvekili olarak görev yaptı.
Devletin gözünde suç olan hep aynıydı: Kürtlerin eşit yurttaşlık talebine sahip çıkmak, halkların barış içinde yaşamasını istemek. Bu nedenle yaptığı konuşmalar, katıldığı etkinlikler, söylediği her söz “terör örgütü propagandası”yla yargılandı. Ancak tüm yargılamalara, cezalara ve tehditlere rağmen geri adım atmadı.
Ve evet: Rûmeta me ye – O bizim onurumuzdur.
Kürtçe yemin sonrası Meclis salonunda linç atmosferi yaratıldı; Zana, yuhalanarak ve hakaretlerle karşılanarak fiilen Meclis’ten dışlandı. 2 Mart 1994’te milletvekilliği dokunulmazlığı kaldırıldıktan sonra, Meclis’ten zorla çıkarılarak gözaltına alındı. Ertesi gün tutuklandı ve arkadaşlarıyla birlikte cezaevine konuldu. 15 yıl hapis cezasına çarptırılan Zana, yıllarını cezaevinde geçirdi; barış, eşitlik ve halkların kardeşliği talebi nedeniyle özgürlüğünden mahrum bırakıldı. Cezaevi süreci, devletin Kürt halkının siyasal iradesini bastırma politikalarının en çıplak örneklerinden biriydi..
Zana yalnızca bir politik figür değil; erkek egemen siyasetin, militarist devlet aklının ve Türk-İslam sentezli ideolojik baskının karşısında bir direniş sembolüdür. Tribünlerde yükselen küfür, bu sembole, bu inada, bu özgürlük ısrarına duyulan korkunun, nefretin ve tahammülsüzlüğün dışavurumudur.
Sporda ırkçılık: Cezasızlık düzeni ve toplumsal çöküş
Bugün Türkiye’de futbol, yalnızca spora dair değil; siyasete, ideolojiye ve kamusal alana dair derin bir krizin sahnesine dönüşmüştür. Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair 6222 sayılı yasa, açık şekilde hakaret, küfür, nefret söylemini suç sayar. Fakat uygulama yoktur. Kamera kayıtları ortadadır, sosyal medya görüntüleri delildir. Ancak ne savcılık harekete geçer ne de TFF’nin disiplin kurulu.
Bir çok kesim gibi, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), 16 Baro, TJA, Amedspor Başkanı Nahit Eren ve Wan Demokrasi Platformu’nun açıklamaları da net: Bu saldırı, bilinçli bir organizasyonun ürünüdür. Ama yetkililer hâlâ “tribün tepkisi” diyerek suçun üzerini örtme çabasındadır.
Tam da barış ve çözüm sürecinin yeniden konuşulduğu bir dönemde, bu saldırıya tahammül edilmemeli ve asla cezasız bırakılmamalıdır. Videolarda o çirkin küfürleri savuranlar net biçimde görünmektedir; hepsi tespit edilmeli, yakalanmalı ve yöneticileriyle birlikte en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Bu kişiler her gün evlerinde, sokaklarda, kahvehanelerde, iş yerlerinde ırkçılık üretiyor; toplumu zehirliyorlar.
Bu organize cezasızlık hali, yalnızca Zana’ya değil; kadınlara, Kürtlere, muhaliflere ve ortak yaşam umuduna yönelmiş bir linç düzenini beslemektedir.
Kadın özgürlük mücadelesi hedefte
Bu saldırının toplumsal cinsiyet boyutu göz ardı edilemez. Kürt kadın siyasetçilerin son yıllarda artan biçimde hedef alınması, sadece siyaseten değil toplumsal olarak da patriyarkal şiddetin yeniden üretildiğini gösteriyor. Kadına yönelik küfür, burada hem etnik hem cinsiyet kimliği üzerinden ikili bir aşağılamadır.
TJA’nın açıklamasında belirtildiği gibi, hedef alınan yalnızca Leyla Zana değil; özgür kadın iradesidir. Faşist zihniyetin en büyük korkusu, direnen ve örgütlenen kadındır. Bu nedenle tribünler, sadece bir maç alanı değil; kadına düşman devlet aklının yeniden sahne aldığı ideolojik mekânlara dönüşmektedir.
Barışa karşı savaş kışkırtıcılığı
Barış ve demokratik çözümün yeniden gündemde olduğu bir dönemde, bu tür organize saldırıların tesadüf olmadığı açıktır. Faşist grupların yeniden sahaya sürülmesi; halklar arasında düşmanlığı körükleme, toplumsal barışı sabote etme ve ortak yaşam umudunu boğma hedeflidir.
Bu nedenle yaşananlar yalnızca bir “spor skandalı” değil, doğrudan siyasal bir provokasyondur. Bugün Leyla Zana’ya edilen küfür, yarın bir başka direniş odağını hedef alacak. Bugün sessiz kalanlar, yarın kendi varlıklarını savunamaz hâle gelecektir.
Mert Hakan Yandaş örneği: Irkçılığı övenler, çürüyenler
Bu tabloyu tamamlayan sembolik bir örnek de geçtiğimiz günlerde yaşandı. Amedspor’a karşı tribünlerde açılan Yeşil posteri ve Beyaz Toros pankartlarını “Bravo kardeşim, çok keyifliydi” diyerek öven Mert Hakan Yandaş, geçtiğimiz hafta bahis operasyonunda tutuklandı. Aynı dönemde “HDP’liler vatan hainidir” diyen Mehmet Akif Ersoy gibi “yerli ve milli” ekran yüzleri ekranlarda fink atıyor.
Bu faşist dilin, aynı zamanda nasıl bir suç düzenine, nasıl bir ahlaki çürümeye zemin hazırladığını görmek için daha fazla örneğe gerek yok. Irkçılık sadece nefret değil; çürümenin, riyakârlığın ve çökmüşlüğün dilidir.
Ya mücadele ya utanç
Bu olay bize bir kez daha gösterdi ki, ırkçılık yalnızca bireysel bir eğilim değil; örgütlü, devlet eliyle beslenen ve cezasızlıkla büyüyen bir suçtur. Bursaspor’un bu “kabarık sicili” artık sadece kınama ile geçiştirilemez. Bu takımın ırkçılıkla hesaplaşana dek liglerden men edilmesi, ciddi yaptırımlarla yüzleşmesi zorunludur.
TFF, Spor Bakanlığı, savcılık ve tüm ilgili kurumlar ya yasaları uygulayacak ya da bu ırkçılığın suç ortağı olarak tarihe geçecek.
Tarafımız bellidir: Onurlu yaşamdan, halkların özgürlüğünden, eşitliğinden ve Zana’nın şahsında direnişin onurundan yanayız. Onun mücadelesi, hepimizin onur mücadelesidir. O tribünlerden yükselen her küfür, bizim utancımız değil, karşımızdaki sistemin çürümüşlüğünün belgesidir.
Bu sadece bir tribün olayı değildir. Bu kişiler her gün yanımızdalar: kahvehanelerde, evlerde, sokakta, iş yerlerinde… Irkçılık yayıyor, nefret kusuyor, toplumu zehirliyorlar. Bugün cezasız kalırlarsa, yarın daha büyük kötülüklerin faili olacaklar.
Leyla Zana onurumuzdur. Bu onuru korumak, susmamak, karşı durmak boynumuzun borcudur.
Hüseyin Şenol – 20.12.2025
























































