Bize Ölüm Yok! – Maupassant öyküler | Gül Güzel
Yazar, Şair, Gazeteci, Politikacı Ergin Doğru’nun, Bize Ölüm Yok! Eserine dair F tipi Cezaevi-Bolu’dan Murat Çetinkay’ın edebi kurgularla değerlendirmesini siz okurlarımızla paylaşıyoruz.
Yazar, Maupassant tarzı denilen, kuvvetli bir olay üstüne küçük bir roman gibi kurmuş öykülerini. Yazdığı her öykü sadece bir düşüncenin ifadesi değil. Aynı zamanda her kelimenin anlamı üzerine düşünmenin yolunu da açmakta. Bu yüzden kendi üzerine dönüşümlü düşünce üreten öyküler ifadesini kuruyorum.

Gerçek yaşamda mağdur dilsiz, mazlum, sessizdir. Dertlerini kime ve nasıl anlatacaklarını bilemezler. Bilseler bile kendilerini dinleyen birini bulamazlar. Bulsalar bile ciddiye alınmadıklarından dolayı ,kendi yüreklerinde yaşadıklarını ancak edebiyat aracılığıyla dile dökebilirler.
Bana bu girizgahı yazdıran yakın süreçte okuduğum ve okurken yer yer karmaşık duygular yaşadığım Ergin Doğru’nun Aram yayınevinden çıkan 116 sayfa ve 15 öyküden oluşan “Bize Ölüm Yok” adlı hacmi küçük ama anlamı ve etki düzeyi bakımından büyük olan kitabı oldu.
Çok yönlü üreten sevgili Ergin Doğru bir bakıma Türkiye’de yaşayan ve siyasal rejim tarafından ötekiler konumuna düşürülen Alevilerin son yüzyıllık acı ve yasla geçen hüzünlü tarihlerini öyküleştirmiş.
Okuduğumuz her öykü kendi özelinde genelde bildiklerimizi bir kez daha hatırlatırken, kısmende okurken veya öykülerin konu edindikleri gerçek olguların yaşandığı zamanı bulunduğumuz yeri ve tavrımızı yeniden ama daha şeffaf bir bilinç ve dürüstçe düşünmemizi sağladıkları için anlatı ötesi bir etki gücü yaratırlar.
Bu anlamda öyküler arasında bütünselliği oluşturan esas karakter bizzat konunun kendisi, odak düşünce de Alevilerin onca baskı ve zulme maruz kalmalarına rağmen kendi inançsal değerlerine bağlı yaşama iradesini gösterme olduğunu söyleyebilirim.
İnançları, kaderleri haline gelen Alevileri biraz daha iyi tanımak ve anlamak için bu “kırım öykülerini”yakın ve derin okumaya tabi tutmak lazım. Öykülerin en yalın anlam taşıyıcısı dildir.Fakat dilin yurdu da tarih ve kültür olduğuna göre, anlam tarihsel, kültürel ve siyasal alanları kapsıyor.
Öyküler birey, olay ve bir bölge özelinde Dersim, Maraş,Çorum,Sivas, Madımak, Gazi’de gelişip bütün Alevi inancına sahip olan insanların toplumsal yaşamını içerden bir bakışla kapsayıp, egemen siyasal eril zihniyet dünyasına ışık tutar. Öyküdeki çoğu insanla hemhal oluruz. Bu anlamda öykülerin sahici bir tutarlılığı ve anlaşılır bir yönü bulunmakta. Somut yaşamlarımızda gerçekleşen acısı ve üzüntüsü içimizde kalan her şey kelimelere dökülmüş.
Yazar öykülerinde hep mağdurları ve tanıkları konuşturmuş. Fakat yaşanan felaketlerin boyutu, hayatta kalanların tanıklığıyla, söylediklerinin çok ötesinde olduğu için, çoğu yerde yankılanan sessizlik insanı daha derin düşünceye sevk edebiliyor. Anlatı ötesindeki gerçekliği araştırıp öğrenme merakı okuru harekete geçiriyor.
Kendi gerçek yaşam öykülerini anlatan canlar derin bir travmatik deneyim yaşadıklarını zaten hissettirirler. Böylesine yıkıcı bir deneyimi yaşamış olanların bir bakışı, bir sözü bile yüreğimizin derinliklerine dokunur.
Öykülerin gerçekliği çoğu yerde görüntülerin yansıttığı resim-bilgilerle alan yaratır. Örneğin”Al Gelinlik İçinde” öyküsünü okurken, saçlarından sürüklenip çöp konteynırının yanına atılan kadının görüntüsü hemen gözümüzün önüne gelir ve öyküyle daha içsel bir bağ kurararak, ölülerimize olduğu gibi yaşayanlara karşı da borcumuz olduğunu bir kez daha kendimize hatırlatma mecburiyeti duyarız.
Yine kitaba adını veren “Bize Ölüm Yok” öyküsünü okurken, içinde insanlığın yakıldığı Madımak dehşetini yeniden yaşarız. O görüntü ve çığlıkları düşündükçe geçmişin hiç de geçmişte kalmadığı ve daima mevcut olduğunu çok yönlü ve yaşamın her anında hesaplaşmaya mecbur olduğumuza inanırız.
“Kuşun Kanadında” ve “Başını Dik Tut” öykülerini okurken, Dersimden Şengal’e kadar uzanan acı ve eziyet dolu tarihi bir bütünlük halinde yaşarız. Bu tarihin içinde kadınlara karşı nasıl bir düşmanlığın güdüldüğünü, gerçekleştirilen kadın kıyımları dışında bir siyasi ve askeri yöntem olarak tecavüzün nasıl gaddarca sistemli biçimde uygulandığına şahit oluruz. Bu öyküler aynı zamanda bize toplumsal cinsiyetçi anlayışın nasıl kurumsallaştırılıp, mağdurlara içkin kılındığını göstermekte. Örneğin, tecavüze uğrayan Hanife “bu utançla yaşayamam “ deyip intihar etmeyi ciddi şekilde düşünmekte. Oysa içimizde en masum olanıdır ve pir u paktır. Ama buna rağmen maruz kaldığı tecavüz karşısında içten içe kendisini suçlamakta ve “utanç” duymaktadır. Bu tecavüz karşısında sessiz kalanlar aslında kendilerinden utanç duymalılar.Tecavüzcülere zaten sözümüz yok çünkü onlar da herhangi bir ahlaki ve vicdani yargı olmadığı için kendi çirkinliklerinden haz almaktalar. Adına “utanç” denilen şey esasta kadını kendi duygu ve düşüncelerine göre biçimlendiren ve eril zihniyetle normatif alanı güvence altına alan zalimce anlayışın üretimidir. Bu üretim ötekine, kadına öylesine içselleştirilmiş ki, maruz kaldığı kötülükten dolayı utanç duymakta. Fiziki bedenini ortadan kaldırmayı istemesi egemen bakıştan kaçabilmenin öğretilmiş- tek yolu olarak aklına gelmektedir. Kadınlara dayatılan bu korkunç çaresizlik hissi, bir anlamda edebileşince, siyasi,kültürel,inançsal yapıların bütün yönleriyle sorgulanmasını zorunlu hale dönüştürür. İşte insan edebiyatın gücünü tam da böylesi üzerine pek söz edilmeyen konuları anlattığı için daha iyi fark ediyor.
Her öykü elbette tek tek ele almayı gerektiren nitelikte ama böylesi bir yaklaşım bu yazının kapsamını çok aşacağı için, çok sınırlı ve sembolik önemi olan konularla yetineceğim. Örneğin;”Kuşun Kanadında” bilge bir Dersimli Ana’nın kurduğu ”kızlar dikkat edin, dalları kırmayın, dalları kırık ağaç kanadı kırık kuşa benzer. Bu fukarılıkta bize rızkımızı veren ağacı incitmeyin” cümlesi, Alevi inancını çok çarpıcı bir biçimde açıklamaktadır.Bir tek cümlede açılan felsefi inanç sisteminin özünü anlamak için doğayla kurulan ilişki biçimine bakmak yetmektedir. Bu doğa inancında, insan doğadaki diğer bütün canlılardan biridir sadece. Bütün canlıların yaşamında acı vardır. Acıyı bir kadının anlatması ise bambaşka anlam taşımakta. Yazar böyle çok şeyi az şeyle anlatırken okuru düşünmeye çağırıyor.
“Al Gelinlik İçinde”adı gibi kişiliği de Eylem olan genç bir kadın Hz Ali’nin”haksızlığa itiraz etmeyenler her felakete razı olmalılar” sözünü babasına, erkeğe hatırlatarak riyakarlığa son verilmesi gerektiği ve itiraz etme hakkının çok etkin ve radikal bir tarzda kullanılması gerektiğini haykırır ve bunun öncü öznesi olarak direnişin içinde çoşkuyla yerini alır. Eylem özelinde politika kadın devrimi niteliği kazanır. Eylem, Eduard Munch’un tablosundaki insan gibi bütün benliğiyle cümle evrenle birlikte genişleyen tarihi bir çığlığa dönüşürken, çığlığın beden almış hali olarak tarihte iz bırakıp giderken de yolculuğun yoldan daha önemli ve kıymetli olduğunu çok çarpıcı bir ders gibi anlatır.
Kısa öykülerin iki temel anahtar konvansiyonu: Tek edim ve tek karakter üzerine odaklanarak, o karakterin zihnine ulaşmak. Ergin Doğru bu anlatı tekniğini gayet iyi kullanmış. Anlattığı konularada hakim olduğu için sözcüklere peşinden kolayca yol almışlar.
Başta da belirttiğim gibi, öyküler gerçek hayattaki gerçek karakterler zamanla unutulup giderler çoğunlukla. Fakat hikayeler kaleme alındığı zaman, tarihi arşiv-hafıza işlevi üstlenmekteler. Çoğu öykü kişiye karşı konulmaz bir dolaysızlık ve nezaketle, günlük yaşamlarında tarihle bütünleşme olasılığına doğru kararlı, zekice ve merhametli bir arayışın içindeler. Dolaysıyla, bir bakıma her öykü, olay düşünmenin yolu, bilincin veya kendi olmanın temel biçimine dönüşerek; yaşamı antrapolijik bir yaklaşımla fotoğraflama işlevini görürler.
Öykülerin ortak anlamı, canların yaşamlarını Toplumsal cinsiyetçi açıdan okumaya çalışma denemesidir. Anlatı katılmadan açıklanan birkaç davranış ve söz aracılığıyla bu yönlü okumalara açık bir yapı oluşturmuş yazar.
Bu perspektifiyle kabaca okuduğumuzda, öykülerdeki erkeklerin çoğu düzen denilen gidişe ayak uydırmayacak kadar güçlü olmalarına rağmen, onu değiştiremeyecek hatta etkileyemeyecek kadar güçsüz konumdalar. Kendi paradoksal oluşlarını anlama ve çözümlemekten uzak olduklarından dolayı mesela,”katil benim katilim” deki karakter gibi, “biz bu devlet için baş koyduk, baba bildik ama yanılmışız meğer. Devlet babanın üvey evlat çocuğuymuşuz” diyerek sitem ederken, kendi gerçekliklerine geç uyanmayı da utangaç şekilde itiraf etmekteler. Kadınlar hayatta”her zamanki gibi erken uyanırlar”. Toplumsal gerçekliğine, değer yargılarına bağlı olan kadınlar sadece hayatta kalmak istemiyorlar, özgürce yaşamak için direniyorlar. Kendilerine reva görülen yaşamın binbir zorluğuyla mücadele ederken gelişip bir kişilik haline geliyorlar.Yürüdükleri yolun cümleden ulu olduğunun bilincine varan kadınlar yaşamın değerini biz erkekelere öğretiyorlar.Öncü kadınlarda hepten umut yenilgiye, sevgi acıya,inanç inkara henüz dönüşmemiş. Onlar geleceğin yaratıcı özneleridir.
“Mirzali” en uzun (20 sayfa) öyküdür. Adını öyküye veren kahraman Dersim Tertelesini anlatır. Bu direnişçi kahramanın yazarından haklı bir talebi var. Beni bir öyküye hapsetme, benim romanımı yaz diyor. Yazarın kahramanına nasıl bir cevap vereceğini önümüdeki zaman içinde ancak öğrenebiliriz. Ama ben Mirzali’yi haklı buluyorum.Çünkü o yaşamı, kişiliği ve temsil ettiği soylu gelenek itibariyle bir öyküden fazla ama kendisinden eksik şekilde anlatılmış.
Kitabı bitirdikten sonra “Antigone bize insanlığın matemden oluştuğunu ve matem yasağının nasıl insanın inkarı olduğunu göstermiştir” sözünü anımsadım. Zira kitabın ürettiği anlamlardan birisi de, esasta aleviler Kerbela’dan beri bir matem halinde yaşadıkları. Matem yasağı halen kaldırılmadığı için inkar edilen insanlık için yaşamın her alanında direnmeye mecbur olduklarıdır. Usta yazar, Yaşar Kemal’in ifadelendirdiği gibi Aleviler, “mecbur insanlardır”
Sonuç olarak ben, bize ölüm yok kitabını kendi koşullarım ölçüsünde sınırlı bir okumaya tabi tutmaya çalıştım. Bu benim okuma biçimimdir. Elbette kitap benim okuma düzeyimi aşma potansiyeline sahiptir ve diğer okurların katkılarıyla kendisi daha fazla üreteceğine inanıyorum.
Anlamlı ve değerli çalışmasıyla, hayata dair sözünü sakınmadığı için ve hakikat yolculuğunu edebi mecrada sürdürdüğü için eminim ki, okurlar tarafından da yalnız bırakılmayacak ve desteklenecektir.
Kitabın künyesi: Bize Ölüm Yok- Aram Yayınevi –İkinci baskı
Murat Çetinkay F tipi cezaevi-Bolu
Kadının Kaleminden: Gül Seven – 23.01.2025






















































