Zehir oyunu ve hikayemsi gerçekler! | Gül Güzel
Çocukluğumuzda, ülkemizin sistemine dair güvensizliği anlamamız için, büyüklerimiz, ’Osmanlıda oyun bitmez’ sözcüğünü kullanırlardı. Peki de Osmanlının devamı mevcut devlet/iktidar sistemi, Osmanlının oyunlarını günümüzde de daha vahşice bir biçimde uygulamıyor mu? Maalesef ki evet. Ülkenin hangi taşını kaldırsanız altında bir ihanetçi, hangi karış toprağını kazısanız bir ceset bulursunuz. Bu yüzden de her gün o kadar acı ve masum hikayeler dinliyoruz ki… Dinlediğimiz bu gerçekleri yazmanın bile suç sayıldığını da düşünerek, zalim katillerin ve de mağdur edilenlerin adlarını yazmaya ne yazık ki cesaret edemiyoruz. Yazsak ne olur? Sorusuna gerek duymadan gerçek yaşanmış bu olayda mağdur edenlerin ve mağdur edilenlerin isimlerini yazmamaya devam edeceğiz. Aşağıdaki gerçek hikâyemsi anlatımda olduğu gibi…
Bu gerçek olayı anlatan bir şehit annesi. Bu yüzden de yaşamadığı zulüm kalmamış. Dargeçit doğumlu. Ülke içi sürgünü ve zulmünü yıllarca yaşadıktan sonra, Avrupa’da mültecilikte noktalanan bir yurtdışı sürgünlüğü…Oturduğu sandalyede şaşkın ama sorgular bir ses tonuyla,’ Sizce ben yaşamayı hak ediyor muyum?’ diye sorunca bizler, şaşkınlıkla birbirimizin yüzüne bakarken, o yine ‘yani ben iyi bir anne miyim? Çünkü kızımı koruyamadım ve o hep 16 yaşında kaldı; büyüyemedi…’ diye cümlelerini yarı oturur, yarı ayakta durarak, titreyen bedeniyle çığlık dozunda söylüyor. Hiç farkında olmadan yere kenetlenen gözlerinden akan gözyaşlarının ıslaklığı yüzüne serinlik verirken, ben neredeyim diye sorarcasına tekrar yüzümüze bakıyor…hiç adını anmadan ‘KIZIM’ zamiriyle sürekli ellerini birbirine kenetleyip, elindeki kağıt mendilleri parçalıyor. Ama o bu durumun farkında değil. ‘Konuşmak istiyorum ben. Aynı kızım gibi. Yani olanları korkmadan anlatmak istiyorum. Zaten artık kaybedecek bir şeyim de yok şu anda. İşkence ve tecavüzleri yapan o polisler, her seferinde bizi bıraktıklarında, ’Bu olanları hiç kimseye, hiçbir yerde anlatmayacaksınız. Devletin adını kirletmeyeceksiniz. Anlatırsanız, nerde olursanız olun sizi bulup daha kötüsünü yaparız bilmiş olun!’ diye tehditler yapıyorlardı. Ama ben anlattım ve o yüzden ailemle birlikte buralarda mülteciyim. Ama ne yazık ki kızımı onlardan koruyamadım, kurtaramadım…’
Kızım, İstanbul’da bir textil üretiminde çalışıyordu. Yanında çalışan eleman görüntüsü veren genç bir adam kendisine aşık olduğunu, evlenmek istediğini söylemiş. Öyle çok seviyormuş ki, hiç beklemeden hemen evlenmeye karar vermiş. Kızım ise ilk önce o tatlı sözlere inanmış. Birlikte kahve içmeye gitme davetini bir gün kabul etmiş. Kahve içerlerken kendisine telefon geliyor. Ama kızım konuşulanları duymasın diye ani bir refleksle masadan kalkıyor ve konuşmasına uzakta devam ediyor. Bunun tuhaflığını gören kızım kalkıp gitmeye ve ben sana artık güvenmiyorum dediğinde ise, ‘’artık çok geç. İnanmana da gerek yok. Ben gizli istihbaratım. Bak bu da benim kimliğim. Seninle zaten gerçekten evlenmeyecektim. O sadece bir taktikti. Ama artık farklı bir evlilik yaşayacağız. Seni önemli bir eylem için hazırlayacağım. Sen bizim dediklerimizi yapacaksın. Yapmadığın zaman ailenden hiç kimseyi yaşatmayacağız. Şimdi benimle eğitim göreceğin yere geleceksin. Başka hiçbir alternatifin yok!’’ diyor.
Zehir oyunu için 30 eleman(!)
Kızımla sokaktan yürürken, aniden bir araba bütün hızı ile üzerimize geliyor. Biz kendimizi yolun kenarına atarak, ezilmekten kurtuluyoruz. Tabii ben bunun gerçek biz kaza olduğunu sanmıştım. Halbuki kızım direksiyondaki adamı tanımıştı. Yani bir gözdağı verilmek istenmişti. Kızım bu oyunun farkında. Ancak artık oyunu oynamaktan başka seçeneği olmadığını görüyor ama bize bu konuda tek kelime söylemiyor, söyleyemiyor! Ya bizler hepimiz öldürüleceğiz; yahutta onların taleplerini kabul edecek… ve taleplerini kabul ettiğini kendilerine söylemiş.
İstanbul’da çok büyük bir binada kendisini 3 ay boyunca eğitime alıyorlar. Tabii kızım yalnız değil. Grup yaklaşık olarak 30 kişi civarındaymış. Eğitimde kendilerine tabanca, Kalaşnikof, el bombası vb. her türlü silah kullanımı ve ajanlık sistemi öğretiliyor. Hedefleri, yakında Medya alanında düzenlenecek olan PKK konferansına grubu katmak. Çünkü oraya üst düzey komutanlar ve önemli şahıslar katılacak ve bu kişilere zehirli çay içirtilecek…Kandile gitmeleri süreci gelince bu 30 kişilik grup, Taylan isimli bir kadın tarafından PKK saflarına teslim ediliyor. Her birinde 2 tane doldurulmuş küçük zehir şişecikleri var. Kandil’e giderken, zehir şişeciklerini sütyeninde saklayarak götürmesi söylenmiş.
Grup dağa gittikten bir süre sonra kızım ateşli bir hastalığa tutuluyor. Ateşi çok yüksek olduğu için ağlayarak, ’ben annemi istiyorum’ diye sayıklıyormuş. O ateşli hastalığı sürecinde Medya hastanesinde bakıma alınmış. Üç gün boyunca 2 gerilla kadın gece-gündüz kızımın başından ayrılmayıp, kendisine bakım yapmışlar. O da biraz iyileşince, ‘’ben size bir şey söylemek istiyorum ama söylemeye çok korkuyorum’ ’diyor. Daha sonra kendisine kalem-kâğıt vermelerini istiyor. Kâğıdı alınca Duran Kalkan’a verilmesi için bir mektup yazıyor. Mektupta neden ve nasıl dağa geldiğini, getirildiğini yazıyor. Bunun üzerine bir komisyon kurulup, kızımın yazıyla yaptığı itirafı inceliyor. O zamana kadar sakladığı zehir şişeciklerinden birisini kaybetmiş; sadece bir tanesi daha yanındaymış. O zehirleri, Medya Alanında gerçekleşecek olan kongrede pişirilecek olan çayın içine damlatacaklarmış. Çayı içecek olan herkes zehirlenip, ölecekmiş. Türkiye devleti de PKK’ye büyük darbe indirdiklerini açıklayacakmış. Ama kızımın durumu yazılı olarak itirafı yüzünden bu zehir oyunu bozulmuş. Ancak kızımdan başka, gruptaki 30’a yakın o gençlerden hiçbiri bu durumu açıklamamış…
Bu olayın ardından Duran Kalkan kızıma mükafat olarak, ’Annen ve babanı çağıracağım. Gelsin ve seni görsünler’ diyor. O yüzden biz gidip, dağda kızımızı ziyaret ettik. Ama kızım bizimle geri dönmedi. Çünkü geri gelseydi hem bizi hem de onu imha edeceklerdi. Onunla ayrılmamız çok zor oldu ama her gün yine de gelecek umuduyla bekliyordum. Çok bekledim. Günler ay, aylar yıllar gibi uzun geliyordu. Ama gelen olmadı. Ancak bir akşam televizyonda haberleri izlerken, haberlerde Zap bölgesine uçaklardan atılan bombalarla çok sayıda şehidin olduğu söyleniyordu. En sonunda şehit düşenlerin isim ve fotoğrafları gösterilmeye başlanınca, başıma taşlar yağmaya başladı… Oydu, kızımdı, şehit düşmüştü! Daha 16 yaşındaydı…Hala bekliyorum. Gelemeyeceğini bir türlü kabullenemiyorum. 16 yaşındaki bir kız çocuğu hiç ölür mü? Gelecek biliyorum, bir gün muhakkak! Zehir oyununu bozan kızım gelecek, bir gün gelecek biliyorum!
Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 23.08.2025

























































