Yeni Türkiye’de hak, hukuk ve adalet arayışları | Ali Arayıcı
Bilindiği üzere, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi), 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde %34,28 oy oranıyla birinci parti oldu. AKP içinde ilk hükümet, 18 Kasım 2002’de eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün liderliğinde kuruldu. O tarihten bu yana AKP, Türkiye’de 23 yılı aşkın bir süredir kesintisiz olarak iktidarda bulunuyor.
18 Kasım 2002 tarihi, Erdoğan ve partisi AKP’nin yeni Türkiye’sinin kuruluş tarihi olarak da kabul ediliyor. Son yıllarda, yeni Türkiye her geçen gün dünyadan biraz daha fazla izole olmuş durumda. Erdoğan ve partisi AKP’ye göre, “biz çok ilerledik, çok geliştik, bu yüzden dünya bizi kıskanıyor. Muhalefet partileri bile bizi kıskanıyor ». Ancak, AKP’nin hadsizliğimi ve güçsüzlüğünü dile getiren bu sözler sadece insanları değil, kargaları bile güldürüyor.
Bir ülkede demokrasinin olması, barış, insanca yaşam, farklılıklara saygı duyma, insan temel hak ve özgürlükleri açısından gelişmişliğini gösterir. Demokrasi ve insan hakları varsa, toplum çevreye duyarlı ise ve ülkenin gelir kaynakları eşitçe paylaşılıyorsa, o ülke gelişmiş kabul edilir. World Justice Project adlı uluslararası bir kuruluş, her yıl küresel gelişmelerle ilgili bir rapor yayınlıyor. Rapora göre, yeni Türkiye bazı Afrika ülkelerinin bile gerisinde yer alıyor.
Yeni Türkiye, ‘iktidar üstünde en az denetimin olduğu ülkeler’ arasında 3. sırada. Sadece Zimbabve ve Venezuela’nın önünde. Temel haklar kategorisinde 107., kamu düzeni ve güvenlik kategorisinde 106., hukuk mahkemeleri kategorisinde 94., hükümetin şeffaflığı kategorisinde 93. ve düzenleyici uygulamalar kategorisinde 84. sırada. Bunlar, yeni Türkiye’de iktidarın kontrolsüz olduğunu ve frenleri bozulmuş bir kamyon gibi baş aşağı gittiğini gösteriyor.
İNSAN HAKLARINI HATIRLATMA
Bugün, yeni Türkiye insan temel hakları rejiminden giderek hızla uzaklaşıyor. Kabul edilen yasalar ve kararnameler ile bunların uygulanması ülke içinde reformlar olarak sunulurken, yeni Türkiye’nin, bazı uluslararası kuruluşların tam üyesi veya aday üyesi olarak, uluslararası sahnede giderek anti-demokratik bir girdaba sürüklendiği yönünde bir görüş hakimdir.
Yeni Türkiye’de, 2000’li yılların başında sona eren ve uluslararası hukuk açısından insanlığa karşı suç olarak kabul edilen zorla kayıplar veya kaybedilenler uygulaması, 2019 ve 2020’de yeniden ortaya çıktı. Bu uygulama, yeni Türkiye’de aralıksız olarak devam ediyor.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) belgeleme biriminin verilerine göre, son yıllarda işkence ve kötü muamele şikayetlerinin sayısı önemli ölçüde arttı. Dünyanın “gelişmiş” demokrasilerde bile münferit işkence vakaları var. Amaç, bu eylemlerin bir daha asla gerçekleşmemesi, faillerinin soruşturulması ve gerekirse cezalandırılması. Bunların yapılması, insan temel hakları ve demokrasinin bir gereğidir.
Yeni Türkiye’de, ana akım medya hükümet yanlısı işadamları tarafından ele geçirildi. Sosyal medya tamamen ülke liderlerinin kontrolü altına alındı. Olaylara eleştirel bakan gazeteciler hedef alındı, isimleri açıklandı ve görevlerinden uzaklaştırıldı. Hatta çalıştıkları medya kuruluşlarından bile tamamen soyutlaştırıldı, sindirilmek amacıyla yargılandı ve hapse atıldılar.
Bilimsel ve alternatif bilginin ana üretim kaynakları olan üniversiteler, akademisyenler tarafından yayınlanan “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı barış bildirisinin ardından akademik özgürlüğün yokluğuyla acı bir şekilde karşı karşıya kaldı. “Barış Bildirisi”ni onaylayan 2.200’den fazla akademisyene karşı idari ve cezai soruşturmalar açıldı. Uzaklaştırma cezaları verildi. Akademisyenler işten çıkarılıp fişlenerek kara listeye alındı.
Yeni Türkiye’de, eleştirel medyaya ve akademik yaşama yönelik saldırıların yanı sıra, siyasi parti temsilcileri ve belediye başkanları, sivil toplum örgütleri de yoğun baskıya maruz kaldı. Sonunda saçma-sapan bir yargılama sonucunda yüzlerce insan, suçsuz sedasız tutuklandılar. Bugün bile, bu baskıların boyutu genişleyerek acımasızca devam ediyor.
Yeni Türkiye, her demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan hukukun üstünlüğü ilkesinden uzaklaştı. 2016 yılında yaşanan askeri darbe girişiminin ardından, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ciddi bir şekilde tehlikeye girdi. Yargıç ve savcıların üçte biri görevden alındı. Hükümetin politikasına ve isteklerine aykırı kararlar veren yargıçlar başka yerlere nakledildi ve cezalandırıldı. Bu insanlar, hükümet yetkilileri ve yargı tarafından hedef gösterildi.
HAK, HUKUK VE ADALETİN YOKLUĞU
Bugün, yeni Türkiye’de en temel hak olan barışçıl protesto hakkı, neredeyse tamamen yasak. Haksız ve yasadışı yasaklara rağmen düzenlenen barışçıl protestolar, polis tarafından orantısız güç kullanılarak sistematik olarak bastırılıyor. Anımsatmak gerekir ki, demokratik bir toplumun en önemli kriterlerinden biri olan barışçıl toplanma ve gösteri yapma hakkı; sivil, ekonomik, siyasi ve sosyal hakların tanınması ve savunulması için önemli bir araçtır.
Bu haklar, uluslararası hukukun en etkili ve güvenilir koruması altında. Yeni Türkiye’de örgütlenme özgürlüğü, dernekler kanununa ilişkin kararnameler ve idari baskılarla kısıtlanıyor. Derneklerin mali denetimleri sıkıştırılarak para cezaları uygulanıyor. Sivil toplum örgütleri üzerindeki baskılar giderek artıyor. Hayatta var olma gibi en temel haklarından mahrum bırakılıyor.
Yasama, yargı ve yürütme erkleri birbirinden bağımsız değil. Demokrasi ve adaletin olmadığı yerlerde, insan temel haklarına asla saygı gösterilmez. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde en önemli faktör, insanları cehalet içinde tutmak ve özgürlük mücadelesine katılmalarını engellemek. Hak, hukuk ve adalet, yeni Türkiye’nin en temel sorunları haline geldi.
Erdoğan ve partisi AKP’nin, yeni Türkiye’si gibi hak, hukuk ve adaletin olmadığı bir ülkede, asla gerçek demokrasi olamaz. Kimse böyle bir ülkede yaşamak istemez. Tatilini bile orada geçirmek istemez. Kimse oraya yatırım yapmaz. Çünkü: Can ve mal güvenliği garanti altında değil. Orada kimse kendini güvende hissetmez. Demokrasi ve adaletin olmadığı bir ülkede, asla iç barışta olamaz. Çünkü: Barışın temel harcı hak, hukuk ve adalettir.
Ali Arayıcı/Paris – 02.11.2025

























































