Toplum geçmişteki acılarla yüzleşmelidir | Cumali Yağmur
Almanya’da hatırlama kültürü, toplumda geçmişte yaşanan olayları anımsamaya dayanır. Ancak çok sayıda insan, bu olayları unutmayı veya yok saymayı tercih ediyor. Nelerin yaşandığını, geçen zaman içinde neler olduğunu ve bunların ne gibi sonuçlar doğurduğunu hatırlamak istemiyorlar.
Toplumlar, geçmişlerindeki olaylarla yüzleşmeli ve bunları anlamlandırmalıdır. Ancak acılar, bu yüzleşme sürecini zorlaştırıyor ve birçok insan bu nedenle gerçeklerle yüzleşmeyi reddediyor.
Tarihçi ve Holokost araştırmacısı Wolfgang Benz, tarihin nasıl aktarılabileceği üzerine düşünülmesi gereken bir konu olduğunu belirtiyor. Tarih bazen büyük acılara sebep olsa da insanlığın düşünmesini sağlar. Örneğin, Avrupa’da katledilen Yahudilerin geçmişi tarihin kara lekelerinden biri olarak anımsanıyor. Ulusların anma kültürü, o ülkelerde yaşanan soykırım ve baskılarla yüzleşmeyi gerektirir, ancak herkes bunu yapamıyor.
Alman toplumunda, Nazi ideolojisi altında zulme uğrayan Yahudiler, Sinti ve Romanların anımsanması ve onlara yapılanların şiddetle kınanması şarttır. Nazi ideolojisi, kendileri gibi düşünmeyen demokratlar, sosyal demokratlar, sosyalistler ve komünistlere de baskı ve zulüm uygulamıştır. Tarihle yüzleşmek, bu tür acıların bir daha yaşanmaması için gereklidir.
Hatırlama kültürü, Batı’daki ve dünyadaki “geçmişle hesaplaşma” sürecinin bir sonucu olarak gelişmiştir. Demokratik toplumlarda bilgi ve gerçekler eşit koşullar altında kabul görmedikçe, kültürel birlik de sağlanamaz. Toplumun gerçekleri açık bir şekilde kabul etmesi ve mağdurlara empati göstermesi gereklidir. Aksi takdirde, toplum asla hür ve bağımsız olamaz.
Nasyonal Sosyalist dönemde, vatandaşların ayrımcılığa uğramaları, oy haklarının ellerinden alınması, toprak ve mal varlıklarının yağmalanması, Yahudiler, Sintiler ve Romanlara yönelik soykırım, tarihin en karanlık sayfalarındandır. Doğu Avrupa’da fethedilen topraklarda yaşayan insanlar köleleştirildi ve bu gerçekler zamanla göz ardı edildi.
Tarihsel olayları hatırlamak, insan haklarının dokunulmaz olduğu bilincini geliştirir. Her birey, kökeni, karakteri ve yaşam tarzından bağımsız olarak, insanlığı nedeniyle temel haklara sahiptir. Devlet, toplumda barışı sağlamak istiyorsa, azınlıkların demokratik haklarını sınırsız ve şeffaf bir şekilde tanımalıdır.
Toplumdaki etnik, sosyal ve kültürel azınlıklara yönelik ayrımcılık, nefret ve şiddete yol açabilir. Irkçı ve milliyetçi politikalardan vazgeçilmeli, bunun yerine farklı kültürlerle barışçıl bir etkileşim kurulmalıdır. Eşcinseller, lezbiyenler, göçmen azınlıklar ve diğer gruplara karşı nefret dolu milliyetçi ve ırkçı düşünceler yayılmamalıdır. Ancak günümüzde, aşırı sağ popülistler bu nefret söylemlerini yeniden canlandırmaya çalışmaktadır.
Almanya’da AFD gibi partiler, göçmenlere ve ilticacılara karşı nefret yayarak toplumu kutuplaştırıyor. Bu ideolojiler, insan haklarına ve eşitliğe dayalı toplumsal barışı tehdit ediyor. AFD’nin Nazizmle olan bağını gizlemeye çalışmasına rağmen, yürüttükleri politika ve söylemler faşist geçmişin izlerini taşıyor.
Son dönemde CDU ve CSU’nun, AFD ile birlikte göçmenlerin haklarını kısıtlamaya yönelik yasa tekliflerine destek vermesi, toplumdaki bölünmeyi derinleştiriyor. Ancak bu girişimlere karşı halkın protestoları bazı geri adımları da beraberinde getirdi.
Toplumda barış ve birlikte yaşamanın temel şartı, herkese eşit vatandaşlık haklarının tanınması ve demokratik değerlerin korunmasıdır. Aksi halde toplumsal huzur ve birlik sağlanamaz.
Cumali Yağmur – 12.02.2025