Stêrka Bolşewîk: Bugün faşist devlet-PKK savaşında “silahların susması” konusunda tavrımız!
Sömürgeci Türk devleti, başından itibaren haksız, gerici, sömürgeci bir savaş yürüten konumdadır. T.C. devleti, Türk ulusu dışındaki ulusların ve milliyetlerin varlığının inkârı üzerine kurulu çok uluslu, çok milliyetli bir devlettir.
Yeni dönem Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024’te mecliste DEM Partililerle tokalaşması ile başladı. 22 Ekim 2024’te Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında “el yükseltti” ve daha önce söylediklerini bir adım ileriye taşıdı. Abdullah Öcalan’a yapılan “gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın!” çağrısı, Devlet Bahçeli’nin ağzından dillendirilse de, bu sömürgeci devletin bir siyaseti idi. Cumhur İttifakı, yeni sürecin adını koymuştu “Terörsüz Türkiye”.
Öcalan’ın “Barış ve demokratik toplum çağrısı” 27 Şubat 2025’te, İstanbul’da bir basın toplantısı ile açıklandı. 1 Ekim 2024’ten itibaren başlayan görüşmeler, pazarlıklar, İmralı ziyaretleri sürüp gitti.
İmralı’da, 19 Haziran’da kayda alınan ve 9 Temmuz’da kamuoyuna Abdullah Öcalan’ın bir videosu yayınlandı. 11 Temmuz 2025’te, Güney Kürdistan’ın Süleymaniye kırsalında yapılan bir törenle, 30 gerilla silahlarını yaktı.
Öcalan ve Kürt Ulusal Hareketi’nin “Yeni Paradigması”nı ve onun gerekçelerini yanlış buluyoruz. Kuşkusuz yürüyen savaşın durması Kuzey Kürdistan-Türkiye’de Kürt ulusal sorununun gerçek çözümü değildir. Kürt ulusu kendi devletine kavuşmayacaktır. Savaşın durması ile T.C.
demokrat da olmayacaktır. Fakat savaşın durması faşist Türk devletinin Kürdistan’da –Kürdistan’ın değişik bölümlerinde– akıttığı kanın durdurulması anlamına gelecektir. Halkları birbirine kırdıran ırkçı milliyetçiliğin geriletilmesine vesile olabilecek, ulusal sorunun sınıf sorununun önüne geçme durumunda değişiklik yaratabilecektir. Öcalan’ın PKK’ye yaptığı çağrıyı, onun çizgisi ve mantığı temelinde, anlaşılır ve savaşın durdurulması açısından yararlı buluyoruz. Öcalan gerçekten de yürüyen savaşın durdurulmasını istiyor. Geldiği yerde PKK açısından bu savaşın sürdürülmesinin, T.C. dışındaki emperyalist ve bölgesel güçlerin, en başta İsrail’in desteğinde yürüyebileceğini ve onların da çıkarına hizmet edeceği değerlendirmesini yapıyor. Tercihi Kürtlerin gücünün T.C.’nin gücüne eklenmesinden yana. Bu, Türk devletinin de değerlendirmesi.
Savaş, siyasetin silahla ve savaş yöntemleriyle sürdürülmesidir. Her savaşın, savaşan tarafların şu veya bu şekilde anlaşması ile gelen bir sonu vardır. Bir savaş konusunda tavır takınılırken cevap verilmesi gereken temel soru şudur: Yürüyen savaşta, savaşan tarafların bu savaşla sürdürdükleri siyaset nedir? İşçi sınıfının ve ezilen halkların çıkarları açısından bu savaşın yararı/zararı nedir?
PKK’nin yürüttüğü savaşın çıkış noktasında haklı demokratik bir özü vardı. PKK, ezilen ulusun ulusal haklarını talep ediyor, ayrılma hakkını savunuyor, “Bağımsız, Birleşik, Demokratik Kürdistan” hedefini önüne koyuyor ve bu talepleri elde etmek için savaş yürütüyordu. Savaş dışında bu hakların elde edilmesinin başka bir çözümü de yoktu. Öcalan daha 1993’te bu hedeften vazgeçildiğini açıkladı. Kürt ulusunun ayrılıp ayrı devletini kurma hedefi bir kenara bırakıldı. PKK’nin yeni hedefi sömürgeci devletlerin üniter yapısı içinde “demokratik özerklik”ti.
Ortadoğu’da birlikte büyüme, güçlenme siyaseti sömürgeci Türk devletine önerildi. Abdullah Öcalan Kenya’da uluslararası bir iş birliği sonucu yakalanıp sömürgeci devlete teslim edildikten sonra, İmralı’daki savunmasında pratik anlamı Kürtlerin sömürgeci Türk devletinin gücüne eklemlenmesi olan siyasetini daha da geliştirdi, somutlaştırdı.
Sömürgeci devlet, PKK’nin gücünü kendi gücüne katarak, Ortadoğu’da daha da büyümek istiyordu. Bu siyaset aynı zamanda Öcalan’ın sömürgeci devlete önerdiği siyasetti. Kürtler için talep edilen ulusal haklar, adı bölgesel özerklik olması bile gerekmeyen, “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nda öngörülen düzeyde bir yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, anadilde eğitim, silah bırakan gerillaların sivil siyasete katılma imkânlarının yaratılması ve Abdullah Öcalan’ın tutukluluk şartlarının düzeltilmesi gibi oldukça geri düzeyde demokratik taleplerle sınırlı hâle getirildi. Bu talepler için tekrar silahlara sarılmanın bir anlamı yoktur. Sömürgeci devletin üniter yapısını sorgulamayan taleplere yönelik bir siyasetin savaşla sürdürülmesinin bir yararı ve anlamı da yoktur. Tersine savaş bu siyasi amaçlara ters sonuçlar getiren bir araçtır.
Sömürgeci Türk devleti, başından itibaren haksız, gerici, sömürgeci bir savaş yürüten konumdadır. T.C. devleti, Türk ulusu dışındaki ulusların ve milliyetlerin varlığının inkârı üzerine kurulu çok uluslu, çok milliyetli bir devlettir. Savaş, sömürgeci devlet açısından başlangıçta bu inkârcı siyasetin sürdürülmesi için yürütüldü. Bu gerici amaç uğruna binlerce Kürt hunharca katledildi. Binlerce Kürt köyü boşaltıldı.
Binlerce faili meçhul cinayet işlendi. Bu savaşta Türk ordusu saflarında asker elbisesi giymek zorunda kalan on binlerce Türk/Kürt, diğer milliyetlerden gençler kendi savaşları olmayan haksız bir savaşın cephesine sürüldüler. Binlerce asker öldü, yaralandı. PKK’nin savaşını, Türk devleti önce “üç beş çapulcunun devlete karşı isyanı” olarak nitelendirip, kısa sürede askeri olarak bastıracağını hesapladı. Süreç içinde fakat PKK’nin savaşına Kürt ulusunun önemli bir bölümü sahip çıktı. T.C. tarihinin bu son Kürt isyanı, inkârcılık duvarında kendinden önceki bütün isyanlardan daha fazla, daha büyük gedikler açtı. Kendisi güçlenmek, bağımsız bir emperyalist güç olma yönünde gelişmek isteyen Türk burjuvazisinin giderek büyüyen bir bölümü, savaşın sürmesinin “bölünmeyi engelleme” ve “T.C. devletinin toprak bütünlüğünü koruma”
temel hedefleri açısından, ters etki yapmaya başladığını, sorunun salt “askeri çözümü”nün olmadığını görmeye ve savunmaya başladı. Bu arada sömürgeci devletin egemen güçleri arasında da iç iktidar dalaşında önemli değişiklikler oldu. İnkârcı çizgiyi hiç değiştirmeksizin sürdürme yanlısı olanlar, bu çizgide belirli reformlar yapma gereğini savunanlar karşısında mevzi kaybettiler. Abdullah Öcalan’ın İmralı’da daha açık formüle ettiği reformist çözüm çizgisi, Türkiye’de egemen burjuvazinin giderek büyüyen bir bölümünün, PKK’nin silahlı mücadelesi sonucunda da kabullenmek zorunda kaldığı Kürt sorununun “demokratikleşme programı”
içinde çözümü çizgisi ile örtüştü. Sömürgeci devletin toprak bütünlüğü içinde Kürt sorunu, adı bölgesel özerklik olmayan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, Türk ulusu dışındaki ulus ve milliyetlerin yok sayılmasından vaz geçilmesi, ana dilde eğitim, silah bırakmış gerillaların sivil siyasete katılma imkânlarının yaratılması vs. ile çözülecekti! Tarafların siyaseti bu olduğuna göre, bu siyaset için savaşa başvurulmasının bir mantığı yoktur.
15 Ağustos 1984’ten beri aralıklarla sürdürülen bu savaşın sonlandırılması olumludur. Bu savaşın sonlanması, ülkelerimizde yaşayan halklar açısından ve savaşın ağır yükünü taşıyan Kürt ulusu açısından olumlu ve gereklidir. Bu savaşın sonlanması, bir bütün olarak sınıf mücadelesi açısından, daha olumlu şartların ortaya çıkmasında olumlu rol oynayabilir. Bu savaşın sürdürülmesi, savaştan nemalananların iktidarının sürmesi, Kuzey Kürdistan’da ilan edilmemiş olağanüstü hâlin
sürmesi demektir. Savaşın sürmesi demek, kitlesel tutuklamaların,
ülkelerimizde “PKK terörüne” karşı mücadele adına her türlü demokratik hakkın ayaklar altına alınmasının devamı demektir. Savaşın sürmesi demek, faşizmin katmerli bir şekilde sürdürülmesi, faili meçhul cinayetlerin ve ölümlerin giderek artması, Türk şovenizmi ve Kürt milliyetçiliğinin daha da güçlenmesi demektir. Savaşın sürmesi demek, halkların birlikte yaşama temellerinin de sarsılması demektir. Bunlar doğru olduğu gibi şu da bilinmelidir: Savaşın sonlanması Türk burjuvazisinin işine yarayacaktır, onu güçlendirecektir.
Sömürgeci devlet ile PKK’nin şimdi savaşın sonlandırılması ve Kürt-Türk birlikteliği ile Türkiyenin güçlenmesinin yolunun açılması konusunda anlaştıkları, bu bağlamda özde farklılıklarının kalmadığı noktada, savaşta Kürt gençlerinin ölmesi, Kürt ulusunun olağanüstü hâl, savaş şartlarında yaşaması anlamsızdır. PKK’nin 40 yılı aşkın süren savaşı evet Türk burjuvazisine geri adım attırmak zorunda bırakmıştır. PKK’nin savaşı hem Kürt sorununda hem de Türkiye’de genel demokratikleşme konusunda etkin bir rol oynamıştır. Gelinen yerde Abdullah Öcalan, yeni paradigmasında bir dizi hakkın savaşla elde edildiği tespitini yaptıktan sonra, artık yeni kazanımlar için silahlı savaş yönteminin gereksiz olduğu, silahların görevini yapıp, miadını doldurduğu tespitini yapmış, silahlı örgütün kendini fesh edip, silahları bırakması çağrısını yapmıştır. Örgüt bu çağrıya uyacağını Kongresiyle duyurmuştur. Durumun bu olduğu yerde savaşın sonlanması mantıklı sonuçtur.
Savaşın sonlanmasını olumlu bulmamız, böylece Kuzey Kürdistan-Türkiye’de
“Kürt sorunu”nun gerçek anlamda çözüleceğini, çözüldüğünü düşündüğümüz anlamına gelmiyor.
Kürt sorunun gerçek anlamda çözümü bir devrimi gerektirir. Halklar hapishanesine son vermenin tek yolu demokratik halk devrimidir. Ulusal sorunda temel sorun, ülkelerimizin gerçek anlamda demokratikleştirilmesidir. Kürt ulusunun kendi kaderini özgürce belirlemesi için demokratik bir ortamın yaratılması gerekmektedir. Özgür ve gerçek anlamda demokratik bir ortamın yaratılması bu sistem içerisinde mümkün değildir. Gerçek çözüm için öncelikli hedef zoraki birliğin ortadan kaldırılmasıdır. Ulusların birlikte yaşamasının ön şartı, zoraki birliğin parçalanması ve milliyetler arasında tam hak eşitliğinin sağlanmasıdır. Yaratılan demokratik bir ortam içerisinde, Kürt ulusu nasıl yaşayacağına kendi özgür iradesi ile karar verecektir.
Biz, özgür ve eşit ulusların sıkı bir birliğinden yanayız. İstediğimiz zoraki bir birlik değildir. Birlikte yaşamanın ön şartı, ayrılma özgürlüğünün tanınmasıdır. Ayrılma özgürlüğünün tanınması, Kürt ulusunun kendi kaderini belirlemesi ve nasıl yaşayacağına kendisinin karar vermesi anlamına gelir. Bu söylediklerimiz, T.C. sistemi içerisinde Kürtlerin demokratik hakları için mücadele edilmeyeceği, bu bağlamda reformist bir mücadelenih hiçbir yararı olmayacağı vb. anlamına gelmez.
Öcalan PKK’si tercihini reformist yönde yapmıştır. Legal, reformist parlamenter mücadele yoluyla T.C.’nin demokratikleştirilmesine ve büyütülmesine katılıp katkıda bulunacağını açıklamıştır. Bu onun tercihidir. Biz bu tercihin sosyalizm adına yapılmış olmasına karşıyız.
Bunun sosyalist bir tavırla, sosyalizmle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Gerçek çözümden, kalıcı barıştan ve sosyalizmden yana olan, T.C. isimli halklar hapishanesine son vermenin yolunun faşist T.C. devletinin yıkılmasına bağlı olduğunu savunur. Demokratik halk devrimi için mücadeleyi yükseltir. Biz bundan yanayız.
21 Temmuz 2025

























































