Makaleler

Published on Şubat 23rd, 2025

0

Simülasyonlar arasında hakikati aramak | Muazzez Uslu Avcı


Sanatta, edebiyatta görünür olmak veya olmamak

Kapitalist dünya  insanlık tarihinin belki de en paradoksal dönemini yaşıyor. Bir yandan teknolojik ilerlemeler ve küresel iletişim imkânlarıyla bilgiye erişim hiç olmadığı kadar kolayken, diğer yandan “görünür olma” kaygısı, kültürde,  sanatta, bilimde derinliği ve niteliği gölgeliyor. Sosyal medya platformlarının sınırsız vitrinlerinde, insanlar kendilerini “pazarlanabilir” birer meta olarak sunarken, gerçek değerler  sislerin  ardına itiliyor. Bu durum, yalnızca bireysel kimlikleri değil, toplumsal değer yargılarını da dönüştürüyor. Peki bu simülasyonlar denizinde, kalıcı olan nedir? Hakikat ve nitelik, geçici trendlerin gürültüsüne yenik mi düşecek?

Kapitalist kültürün ürettiği imajlar, özün yerine geçen yapaylık, günümüzde özgüven ile cehalet arasındaki sınırın bulanıklaşması, performatif bir varoluşun sonucu. İnsanlar, algoritmaların onayladığı bir estetikle “başarılı” görünmek için gerçek becerilerden çok, yüzeysel imgelerle donanıyor. Örneğin, bir enstrüman çalmayı öğrenmek yerine, enstrümanla çekilmiş bir fotoğraf paylaşmak; bir kitabı okumak yerine, kitap kapağını filtreli bir hikâye olarak sunmak… Bu durum, Walter Benjamin’in pasajlarını hatırlatıyor, gerçeğin yerini alan kopyalar, orijinalin anlamını yok ediyor. Ancak bu yeni bir fenomen değil. Tarih, Rönesans’ın entelektüel patlamasından önceki Orta Çağ skolastik dogmalarını ya da 1980’lerin tüketim çılgınlığını da gördü. Her dönem, kendi yapaylık dalgalarını üretip tüketti.

Yazarın “çekingen dahiler” metaforu, tarih boyunca hak ettikleri değeri göremeyen nicelerini anımsatıyor: Van Gogh’un yaşarken satamadığı tabloları, Kafka’nın yakılmak üzereyken kurtarılan defterleri… Ancak bu örnekler, niteliğin nihayetinde galip geldiğini gösteriyor. Sorun, dehanın kendisinde değil, onu algılayacak toplumsal sabrın eksikliğinde yatıyor. Günümüzde ise durum daha karmaşık: Bilgi kirliliği ve dikkat ekonomisi, gerçek yetenekleri gölgeleyebiliyor. Bir TikTok videosu, üç saniyede ilgi çekerken, bir bilim insanının on yıllık emeği, ancak “viral” olursa görünür oluyor. Ancak bu, hakikatin yok olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, insanlığın anlam arayışı, en nihayetinde derinliği talep ediyor. Nietzsche’nin dediği gibi, “Hakikat, en nihayetinde cehaletin yorgun düşmesiyle ortaya çıkar.”

Belki de bu hızlı çağda direnmek, “yavaşlamakla” mümkün. Italo Calvino’nun “görünmez şehirler”indeki gibi, gerçeğin labirentlerinde kaybolmamak için eleştirel bir duruş şart. Sosyal medyadaki her önünüze düşen bir içeriği paylaşmadan önce “Bu nedir neyi temsil ediyor?” gibi sorular sormak; gerçek dışı olanla gerçek olanı ayırt etmek… Kültür endüstrisinin dayattığı populer tüketim çarkına karşı, niteliği savunan anlayışı geliştirmek gerekiyor. Bu konuda gerçeğin sesi olacak etkinlikle, sosyal medyalarda etki alanları filan geliştirmek gerekiyor. Unutmamalı ki, geçmişin “çekingen sanatçıları, üreticileri “ni bugün hatırlayabiliyorsak, bu onları keşfeden azınlığın direnci sayesindedir.

Zamanın bir belleği var mıdır. Evet biz insanların adını tarih koyduğu bir bellek bu.Tarih, geçici olanla kalıcı olanı ayırt eden bir elek midir? Tarihin de nihayetinde bir müdahale ile oluşan hafıza diye bakabiliriz. Nihayetinde Tarihe en çok im düşen dönemin egemenlerinin ağırlığı daha fazla. Görünürlük çağında kaybolanlar, yalnızca o anın yansımasıdır. Oysa gerçek değer, insanlığın kolektif belleğinde iz bırakır. Platon’un mağara alegorisindeki gibi, gölgelerle yetinmek yerine ışığın kaynağına yönelenler, nihai zaferin mimarları olacak. Belki de “çekingen dahiler, üreticiler” asla unutulmayacak; yalnızca, onları görmeye hazır olana dek bekleyecekler…


Muazzez Uslu Avcı – 23.02.2025

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑