Sömürgecilik

Published on Haziran 28th, 2025

0

Mannheim’da barış ve demokratik toplum süreci paneli

Almanya’nın Mannheim kentinde, 27 Şubat 2025’te başlattığı “Barış ve Demokratik Toplum Süreci”ne ilişkin bir panel gerçekleştirildi. Toplantıya Kürt siyasetçi Feleknas Uca konuşmacı olarak katıldı.

Enver Enli (Mannheim) 

Rojava Dayanışma Komitesinin çağrısıyla yapılan etkinlik, Mannheim Mezopotamya Kültür Merkezi, Die Linke, Rote Hilfe ve MLPD tarafından da desteklendi.

Mannheim Mezopotamya Kültür Merkezi salonunda gerçekleşen panele, Kürdistanlılar ve dostları katılım sağladı. Kürt siyasetçi Feleknas Uca konuşmacı olarak yer aldı. Etkinlikte sürecin önemi, demokratik çözüm perspektifi ve halkların ortak mücadelesi üzerine kapsamlı değerlendirmeler yapılırken, Feleknas Uca,  bugün Mezopotamya Kültür Merkezi’nde sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum, diyerek başladığı konuşmasında,
siyasi olarak yine sıcak günlerden geçilmekte olduğunu belirtirken, bugün sadece Kürdistan’da ve Orta Doğu’da değil, burada yani yaşadığımız ülke olan  Almanya’da da anlam taşıyor. Çünkü bugün konuştuğumuz mesele, sadece bugüne ait bir sorun olmadığını, sorunun bir asırdan beridir süregelen bir sorun ve çatışma bitmeyen bir çatışma olduğunu söyledi.

Şeyh Sait zamanından itibaren sorunun ağırlaşarak devam ettiğini söylerken. Şeyh Sait ve arkadaşlarının katledilmesini  100. Yılında sadece kendisini değil, onun yol ve mücadele arkadaşlarını da anıyorum dedi. Şeyh Sait’in yaşadıkları ve onun direnişi, son 100 yılda Kürtlere yönelik baskıların bir sembolü olduğunu söyleyen Feleknaz Uca, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana Kürtler en insani haklardan mahrum bırakıldılar, anayasada tanınmadılar,  kimlik, dil, kültür alanında Kürtler ve diğer halklar ve dinlerin hiçbirine anayasal güvence verilmediği gibi, sürekli ayrımcılık, işkence, dışlanma ve asimilasyon politikaları bizim günlük yaşantımız haline geldi.
Ve ben bunu yalnızca bir Kürt olarak değil,  bir Şeyh Sait olarak değil , aynı zamanda bir siyasetçi olarak da yaşadım. Türkiye’de dokunulmazlığa sahip bir milletvekiliydim ama defalarca saldırıya uğradım.
Basın açıklamalarında, barışçıl etkinliklerde şiddete maruz kaldım. Kolum birkaç kez kırıldı, burnum defalarca kırıldı. Omurgalarım parçalandı, bacaklarım kırıldı.

Yaşadığımız fiziksel şiddetin yanında, maruz kaldığımız psikolojik ve kurumsal baskılar da saymakla bitmez diyen Feleknaz Uca, yine de  tüm bunlara rağmen buradayız. Yaşıyoruz, anlatıyoruz, direniyoruz.
Benim gibi farklı bir inanç grubuna mensup insanlar, örneğin bir Êzîdî olarak ben anayasa içerisinde herhangi bir hakka sahip değiliz derken, Almanya’da okul derslerinde, farklı dinler için “değerler ve normlar” dersi vardı. Ben bunu bizzat yaşadım, okulda bu dersleri aldım.

Türkiye’de ne böyle bir ders vardı ne de böyle bir anlayış. Aksine, bizlere Türk okullarında zorla İslam din dersi dayatıldı.

Bu, sadece Êzîdîler için değil; Aleviler, Hristiyanlar, Süryaniler gibi diğer dini gruplar için de geçerliydi. Anayasal olarak hiçbir hakları tanınmadı.
Bu yalnızca anayasal düzeyde değil. Türkiye Parlamentosu’nda milletvekili olarak görev yaptığım dönemde bile benzer baskılarla karşılaştım.
Almanca veya Kürtçe konuştuğumda üzerime yüründü. Çünkü Türkçeden farklı bir dil konuşulduğunda, bu parlamentonun resmi tutanaklarında sadece  xxx olarak kaydediliyor.
Yani bu diller tanınmıyor, kabul edilmiyor , resmi olarak “bilinmeyen diller” ya da “tanınmayan diller” olarak geçiyor tutanaklara.
Ve aslında bugün 52. yılına giren PKK’nin direnişi, baskılara karşı da bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Direniş, baskılara karşı bir zorunluluk olarak başlamıştır.
Sanatçılar,örneğin Fatoş Erekli gibi, kimse vatanını kendi isteğiyle terk etmez. Kimse memleketini isteyerek geride bırakmaz.
Burada bulunan çoğumuz da eminim gönüllü olarak memleketinizi terk etmek istemezdiniz.
Ancak bizler, gördüğümüz baskılar, gördüğümüz zulüm yüzünden kendi vatanımızda mülteci konumuna düştük.
Kendi köylerimizden zorla çıkarıldık. 5.000 Kürt köyü yok edildi.
Bu köylerden yüz binlerce insan sürüldü. Bu köyler tamamen boşaltıldı. İnsanlar kaçmak zorunda kaldı.
Büyük şehirlere sığındılar, ama bu da yetmedi. Çünkü büyük şehirlerde de hakları tanınmadı.
Toplanma hakkı, gösteri hakkı, temel insan hakları dahi onlara verilmedi.
Sayın Öcalan’ın 12 Mayıs’taki çağrısının ardından PKK kongresi toplandı. Bu kongre, Sayın Öcalan’ın çağrısına yanıt olarak gerçekleşti ve çözüm sürecine nasıl yaklaşıldığını gösterdi.

12 Mayıs’taki bu “tasfiye kongresi”, aslında Sayın Öcalan’ın çözüm sürecindeki önemli bir aktör olduğunu, PKK’nin bu süreçteki belirleyici rolünü açıkça ortaya koymuştur dedi.
Bu süreç yalnızca devletin elinde olan bir mesele değildir. Devletin tek başına çözümün aktörü olmadığını söyleyen Feleknaz Uca,  Sayın Öcalan ve PKK, çözüm sürecinin en önemli unsurlarından biridir derken, PKK kongresinin, doğrudan Öcalan’ın 27 Şubat’taki çağrısı üzerine toplandığını söyledi.
Bugün Haziran ayının sonundayız ve
aradan geçen bunca zamana rağmen, Türk hükümetinden hala pratikte somut bir adım göremedik.

Türk hükümeti sürekli olarak PKK’nin tasfiyesinden söz ediyor. Neden hâlâ bir çözüme ulaşılmadı?
Eğer gerçekten çözüm isteniyorsa, neden hâlâ Kürt bölgeleri bombalanıyor?
Neden hâlâ tutuklamalar devam ediyor?
Neden baskı dalgası durmadı?
Geçtiğimiz hafta bile, Kürt ve Türk parlamentosunda milletvekilleri konuşması istenmedi.
Neden hâlâ binlerce Kürt siyasetçi, belediye başkanı, sendika temsilcisi cezaevinde?
Eğer gerçekten bir çözüm isteniyorsa, bu sorulara cevap verilmek zorundadır.
Biz eşit haklara sahip olmalıyız.
Kürtler de tıpkı Türk vatandaşları gibi aynı haklara sahip olmalıdır.
Peki neden öldürmek bir hak oluyor da, özgürlük hakkı Kürtlere tanınmıyor?
Kürtler bu ülkenin en büyük topluluklarından biridir. Sadece Türkiye’de 20 milyondan fazla Kürt yaşıyor.
Tüm Ortadoğu’da,  dört parça Kürdistan’da yaklaşık 40 milyon Kürt var.
Bazıları hâlâ 20 milyon diyor ama bu, eski bir rakam. Bugün bu sayı çok daha fazladır.
İnsanlar kendi temel haklarına sahip değilse, bir ülke nasıl demokratikleşebilir?
Bugün yaşanan ekonomik kriz sadece ekonomiyle ilgili değildir; aynı zamanda askeri ve siyasal bir krizdir.
Devlet bütçesinden eğitim politikasına, iş gücü piyasasına ya da sosyal alanlara gitmesi gereken paralar, doğrudan askeri harcamalara aktarılmaktadır.
Ve bu paralar, Türkiye’nin Kürtlere yönelik saldırıları için kullanılmaktadır.
2016 yılında, Türkiye’nin Cizre’ye yönelik saldırıları sırasında biz bunu bizzat yaşadık.
O zaman tanklar kullanıldı. Amerikan yapımı tankların bölgeye gönderildiğini kendi gözlerimle gördüm.
Bunları fotoğrafladım. Bu tankların Türkiye’ye satıldığı ve Kürtlere karşı kullanıldığı çok açık.
Eski tanklar da olsa, bunlar bir halkın üzerine sürüldü.
Bu sadece Kürt şehirlerinde değil, Türkiye’nin farklı şehirlerinde, büyük Türk metropollerinde de yapıldı.

Amacın barış sürecini geliştirmek ve bu süreci herkesin tartışmasını sağlamak,ve toplumda bu sürece yönelik bir ilerleme ve destek oluşturmaktı diyerek konuşmasını sürdüren Feleknaz Uca, sürecin gerçekten çok önemli bir gelişme olduğunu soyledi.

Abdullah Öcalan’nın, 26 yılı aşkın süredir İmralı Adası’nda tutuklu, Uzun yıllar boyunca, ne bilgi alınabildi ne de avukatlar İmralı’ya gidebildi.
Tam sekiz yıl boyunca hiçbir haber alınamadı.
Avrupa’da çeşitli girişimler oldu:
CPT (Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi), Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ve diğer siyasi platformlarda izolasyonun kaldırılması için çeşitli eylemler ve oturumlar düzenlendi.
Ancak özellikle İngiltere’deki sendikacı dostlarımız bu konuda öncülük etti.
İngiltere’nin en büyük sendikası, 2 milyonu aşkın üyesiyle, Öcalan’ın serbest bırakılması için bir kampanya başlattı.
Bu kampanya sadece Kürtler tarafından değil, uluslararası alanda da desteklendi,
Nobel ödüllü kişilerden sanatçılara, akademisyenlerden aktivistlere kadar dünyanın dört bir yanından insanlar bu sürece destek verdi.
Ve bu aslında barış sürecinin yalnızca Kürtleri ya da Türkleri ilgilendirmediğini, aynı zamanda uluslararası bir gelişme olduğunu gösteriyor.

Almanya Dışişleri Bakanlığı, Abdullah Öcalan’ın PKK’yı feshetme ve silahları bırakma çağrısının, onlarca yıldır süren terör, şiddet ve intikam sarmalını kırmak için bir fırsat olduğunu belirtti.
“Bu tarihî fırsat kaçırılmamalıdır,” dedi Dışişleri Bakanlığı barış süreci hakkında.
Ancak 27 Şubat’tan bu yana, bu açıklama dışında, Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın bu konuda başka bir somut adımı olmamıştır.
Aksine, Yüksel Koç’un tutuklanması gibi bir durum yaşandı.
Avrupa Demokratik Kürt Toplum Kongresi’nin (KCDK-E) eski eşbaşkanı Yüksel Koç gözaltına alındı.
Bu, Kürtlerin ve Türklerin barış süreci üzerine konuştuğu bir dönemde gerçekleşti.
Aynı zamanda, Kürtlere yönelik baskıların arttığı bir süreçte oldu , sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da ve Almanya’da da baskılar devam ediyor.
Etkinlik soru ve cevaplarla devam etti.
Geçtiğimiz günlerde Mannheim Paradeplatz Meydanı’nda türk ırkçısı bir kadının ırkçı saldırısına uğrayan , Kürt sokak müzisyeni, Fatoş Erekli’nin Kürtçe soylediği ezgilerlerle sona eren etkinlik.
28 Haziran Günü, Fatoş Erekli’nin ırkçı saldırıya uğradığı yerde açıklama yapmak üzere çağrı yapılmasıyla son buldu…


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑