Lenin ve bitmeyen Ekim Devrimi | Temel Demirer
“sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.”[2]
Ekim Devrimi’nin 108. sene-i devriyesinde,[3] şu asla unutulmamalı: 7 Kasım 1917 ilk kez bir coğrafyada proletaryanın iktidara el koyduğu tarihtir.
Çivisi iyice çıkmış sürdürülemez kapitalizm dünyasında, sömürücü sınıf(lar)ın ortadan kaldırılması ya da mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi için Kızıl Bayrak’ın yükseltildiği eşitlikçi-özgürleşmedir.
1917’nin ortaya koyduğu hakikât, sömürücü sınıfların iktidarının yıkılıp, işçi sınıfının iktidarının kurulması, yani V. İ. Lenin’in ifadesiyle, “Buzun kırılıp, yolun açılması” idi.
Evet, Ekim Devrimi, özel mülkiyet sisteminin yok edilmesinin yolunu açıp, “asalakları” ortadan kaldırdı.
Bu, kadınların toplumsal yaşama çekilmesiyle mümkün kılındı.
Ekim Devrimi öğretmenimizdir.
İşçi sınıfı tarihi buna tanıktı.
Dost, düşman herkes tanıktı.
Ağır, çelik, kara toplarıyla Avrora tanıktı.
“Tüm İktidar Sovyetlere” diye haykıran Bolşevikler tanıktı.
Ekim 1917’den sonra üretim araçlarına sahip olan işçiler; topraklara el koyan köylüler, kendi kaderleri üzerine söz hakkı kazanan uluslar; eşitlik ve kurtuluş yolunda dev adımlar atan kadınlar tanıktı.
1917 Ekim ile “ayaklar baş olmuştu”!
Tüm bunlardan ötürü Ekim Devrimi, tarihte 1917 ile açılan, 1991 ile kapanan bir parantez değildir. Çünkü O, reel sosyalizm deneyinin de ötesidir; “Tarihin Sonu” değil, Bitmeyen Devrim’dir.
Ekim Devrimi dalgasının sektörel sosyalist ülkeler topluluğunun oto likidasyonu, o devrimin önemini ortadan kaldırmaz, haklılığını gölgeleyemez. Çünkü Ekim Devrimi’nin gerçekleşmiş olması başlı başına bir zaferdir.
O, işçi sınıfının tarihsel mücadelesinde bir dönüm noktası, insanlığın ileriye doğru yürüyüşünde bir deniz feneridir.
Ekim Devrimi kazanımları ve yanılgılarıyla sınıflar mücadelesi tarihine katkıdır. Bu anlamda Karl Marx için de, V. İ. Lenin için de “yok hükmündedir” demek, liberal insafsızlık, post-modern hadsizliktir.
Çünkü M-L sınıfsal sömürüye, kapitalist sisteme karşı çıkmaktır. Emekten, mazlumdan, ezilenden, sömürülenden yana olmaktır.
M-L itiraz, eleştiri ve dünyayı değiştirme praksisidir.
Yaşamdan, insani olandan, eşitlik ve özgürlükten yana olmaktır.
Sömürüsüz yeni bir dünya için söylenebilecek her şeyi söylemenin yolunu açmaktır.
Özetle, Ekim Devrimi’nin ilkeleri, 1917’de olduğu gibi, bugün de günceldir.
Bize sosyalizme giden yolu göstermekte, aydınlatmaktadır.
Kolay mı?
Kapitalizmin devasa krizini ancak yeni bir savaş dalgası ile aşmaya çalıştığı, Gazze’de olduğu gibi soykırım, katliam, ambargolar ile halkların gırtlağına sarıldığı vahşet döneminden geçiyoruz; 72 gün süren Paris Komünü, Ekim Devrimi bu günler için de çözümün yol ve yöntemini muştulamaktadır hâlâ.
Kimsenin inkâr edemeyeceği gibi, işçi sınıfının tarihsel eylemi Ekim Devrimi fırtınası, 1917’de tarih nehrinin yatağını değiştirdi.
‘Komünist Manifesto’dan itibaren sınıflı-sömürü sistemine karşı yürütülen mücadele tarihinde Ekim Devrimi, işçi-asker-köylü ittifakının Bolşevikler’in öncülüğünde iktidarı ele geçirmesi ve sosyalist toplumu kurmasını hedefleyen yürüyüştü.
Karanlıkları yerle yeksan eden bir fırtına olarak Ekim Devrimi, proleter devrimler çağının ilk perdesiydi.
Yerkürenin ezilenleri söz konusu fırtınanın yol açtığı umuttan etkilenerek harekete geçtiler. Yeni dünyayı elleriyle kurmak için tarihin sahnesine çıktılar.
XXI. yüzyılda da yerküreye hâkim olan sürdürülemez kapitalizm, adeta etleri çürüyen ve lime lime dökülen cüzzamlı bir bünyedir. İyileşmesi, tedavi edilmesi mümkün değildir ve yeri mezardır. Ama henüz ayakta olduğu için dünyaya çürüme, acı ve ölüm yaymaktadır. İşte bu durum geri kalan her şeyi belirliyor. Çürümenin etkileri gezegenin her bir köşesinde, gündelik yaşamın her alanında derinden hissediliyor.
Çürüme, yabancılaşma derinleşerek yaygınlaşıyor. Bu da her şeyi -işçi sınıfı dahil- etkiliyor.
Söz konusu hâlde kitlelerin bilinçlenmesi dümdüz bir çizgide ilerlemez. Malum olduğu üzere kitleler öne atılır, şüphe duyar, durur, geri çekilir, yeniden ayağa kalkar, başa döner, kabuğuna çekilir, öfkesiyle yeniden meydanlara çıkar… Bu zikzaklı süreçte uyanık, umutlu, dirençli ve güçlü olmak gerekir. Zorlukların sınavından başarıyla geçmek elzemdir.
Böyle bir sürecin zorlukları karşısında, “Bir avuç insan, birbirimizin elini sımsıkı tutmuş hâlde, sarp bir yolda, uçurumun kenarında yürüyoruz. Her taraftan düşmanlarla sarılmışız ve yolumuza neredeyse devamlı düşman ateşi altında devam etmek zorundayız. Özgürce almış olduğumuz kararla, tam da düşmanlara karşı savaşmak için birleştik,”[4] der V. İ. Lenin…
Soru(n)ların ilk yanıtı inanç, umut, direnç, azimdir. Çünkü ancak böylesi bir tutum karanlıkları yırtar, devrimin güncelliğini besler…
Dünya kapitalist sisteminin yüreğine korku salan, “dünyayı sarsan on gün” diye adlandırdığımız Ekim Devrimi’nin yaktığı ateş sönmedi.
Elbette “söndü” diyen neo-liberaller ile post-Marksistler’in varlığını “es” geçmiyoruz.
Onların efendileri kapitalist egemenler Ekim Devrimi’ne kara çalmaktan hiç bıkıp usanmazlar; tüm istedikleri devrimi unutturmak, işçi sınıfının hafızasından kazımak… Farkındayız.
Ekim Devrimi’ni karalayıp, şeytanlaştıranları!
İşçi sınıfının öldüğü yalanını tedavüle sokanları!
Devrimler çağının geçtiğini, o defterin artık kapandığını ilan edenleri!
“Kapitalizm ölümsüzdür” diye haykıranları!
Tanıyor ve biliyoruz. Onlar “müzakereci demokrasi”yi, “diyalogu”, “sivil toplumu”, “iktidarsızlığı”, “radikal demokrasi”yi[5] savunan düzen içi ılımlılardır!
Ve onlar için Ernesto Che Guevara’nın, “… ‘Ilımlılık’ sömürgecilik ajanlarının kullanmayı sevdiği kelimelerden biridir. Korkanlar veya herhangi bir biçimde ihanet etmeyi düşünenler hep ılımlıdır. Halk ise, kesinlikle, hiçbir zaman ılımlı değildir,”[6] saptaması hâlâ geçerliliğini korumaktadır; “Bizim için sosyalizmin tek bir tanımı var. İnsanın insan tarafından sömürülmesini ortadan kaldırmak,”[7] tavrından vazgeçmeyenler için!
1917’NİN ASLÎ ÖZELLİĞİ
Sınıflar mücadelesi tarihinde Ekim Devrimi, üzerinden 108 yıl geçmiş olsa da söyledikleri ve yaptıklarıyla hafızalarda taptazedir. Bu nedenle Onun mücadele çizgisi, yerkürenin her köşesinde devrimi arayan komünistlere ışık tutmuştur, tutmaya da devam ediyor.
Ekim Devrimi şablonlarla, şemalarla tanımlanamaz. Zaman ve mekândan bağımsız “teorizasyon”lar onu anlayamazlar. Çünkü O, “Somut durumun somut çözümlemesi” praksisidir. Çünkü Ekim Devrimi, işçi sınıfı düşüncesi ve davranışıyla beslenerek var oldu. Ve işçi sınıfını dönüştürdü…
1917’yi doğru değerlendirmek elzemdir. Ekim Devrimi düşüncesini ya da mirasını anlamak için bakılacak en verimli alan siyasal mücadelesinin kendisidir.
1917 Ekim’i, monarşinin kökleştirdiği zorbalık rejimine karşı bir “darbe” falan değildir. Sadece bir zorbalığı yıkmaktan ibaret de değildir. Esasta, kapitalizme karşı yeni bir düzenin, sosyalizmin kurulması hamlesidir.
‘Nisan Tezleri’nden hareket eden Bolşeviklerin sloganları somuttu. Yani “Tüm iktidar Sovyetlerindir” başlığı olmak üzere, “topraklar köylüye” gibi maddeler halkın git gide benimsediği hedeflerdi. Geçiş taleplerinin sosyalist iktidara bağlanmasıydı ve “Kapitalizm ve sosyalizm yan yana var oldukça barış içinde yaşayamazlar; ya biri ya da diğeri eninde sonunda zafer kazanacak, ya Sovyet Cumhuriyeti ya da dünya kapitalizmi için cenaze töreni düzenlenecektir.”[8]
“Azami imtiyazlar pahasına da olsa, ticari ilişkiler sağlamak için her fırsatı yakalamalı ve her çabayı göstermeliyiz. Çünkü emperyalist devletlerle uzun süreli ticari ilişkilerde bulunabileceğimize bir an için bile inanamayız. Soluklanma süresi geçicidir. Devrimler ve büyük çatışmalar tarihinin tecrübesi bize savaşların, bir dizi savaşların kaçınılmaz olduğunu öğretiyor. Kapitalist ülkelerin yanısıra bir Sovyet Cumhuriyetinin varlığı -kapitalist ülkelerle çevrili bir Sovyet Cumhuriyeti- kapitalistler için öylesine tahammül edilmez bir şeydir ki, yeniden savaşa başlamak için her fırsata sarılacaklardır,”[9] duruşundaki üzere çok netti.
İşte tam da bunun için Ekim devrimi tarihin dönüm noktasıdır.
Bu devrimle dünyada işçi sınıfı ilk kez bir ülke çapında siyasal iktidarı kalıcı olarak ele geçirdi ve tarihteki ilk işçi devletinin temelini attı. Böylece tarihte artık işçi devrimleri çağı açılmış oldu.
“Devrim ne getirdi” mi?
İşçiler ve yoksul köylüler ekmek, toprak ve barış istiyordu. Devrim söz verdiği gibi fabrikaların denetimini ele geçirdi, işçileri kapitalistlerin zincirlerinden kurtardı, işsizlere iş verdi. Büyük toprak sahiplerinin topraklarına el koyarak topraksız köylülere dağıttı. Emperyalistlerin bütün gizli anlaşmalarını afişe ederek dünya savaşından çekildi. Rus devrimi olarak başladı ama hemen ardından Müslüman halklar da devrime katıldı. “Uluslar hapishanesi” olarak bilenen ve sayısız ezilen ulusun olduğu Rusya’da her halk ayrılma hakkı dahil haklar elde etti. Üstelik bu yeni kurulan işçi devleti 1922’de tarihte ilk kez bir ulusun veya coğrafyanın adını taşımayan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ismini aldı. Kapitalist sömürü düzeni ilga edildi. V. İ. Lenin’in, “Dünya tarihinde önemli bir dönüşüm gerçekleşti. Burjuva-demokratik parlamentarizm evresi sona erdi. Dünya tarihinde yeni bir sayfa açıldı: Proletarya diktatörlüğü evresi,” ifadesindeki üzere ufku bir dünya devrimine ve sosyalizme uzanan proletarya iktidarı kuruldu.
Bu konuda eklemeden geçmeyelim: Ekim Devrimi’nin “sırrı” yani nihai hedefi, kendi var oluş ihtiyacını ortadan kaldırmaktı. Bunu ancak Marksizm-Leninizm hedeflemişti. Siyasal önermeler açısından geri kalan her şey bitmek bilmeyen burjuva bir aldatmacadan başka bir şey değildi.
Post-Marksistler’in, neo-liberallerin anlayamadıkları, tam da budur!
Yani “Diyalektik felsefe için son, kesin, kutsal diye bir şey yoktur. Diyalektik felsefe için her şey, ama her şey geçicidir; sonsuz bir doğuş- yok oluş ve sonsuzcasına aşağıdan yukarı tırmanış süreci dışında hiçbir şey yoktur,”[10] diyen V. İ. Lenin’in Ekim Devrimi şahsında düşünce-davranışıydı.
Sınıfsız-sömürüsüz-sınırsız bir dünya yolunda -Ekim Devrimi şahsında- V. İ. Lenin, M-L düşmanlarını eleştirmeyip, onlara politik tavır koyarak, sadece dostlarını eleştirirdi. Çünkü eleştiri dostlara yapılırdı, dostluğun ifadesiydi.
Evet “Eleştiri Silahı” dostlara yöneltilirdi. Çünkü eleştiri silahı birine yöneltildiğinde onu öldürmeyip, geliştirir. Bu nedenle de, M-L’ler “eleştiri silahını” düşmanlarına yöneltmez, düşmanlarını eleştirmez.
Düşmanlara karşı “Eleştiri Silahı”na değil; “Silahların Eleştirisi”ne başvurulur, yani onlarla mücadele edilir, onlara karşı savaşılır, onlar zayıflatılmaya ve yenilmeye çalışılırdı.
Örneğin V. İ. Lenin’in hiçbir zaman çarlığı eleştirdiğini göremezsiniz. Çünkü onunla savaşmaktaydı. Eleştirisini Menşeviklere, Ekonomistlere, Likidatörlere vb. siperin aynı tarafında gördüklerine yapardı. Yani sosyalist demokrasi kapsamındaki güçlere…
Evet, V. İ. Lenin, Sosyalist Ekim Devrimi’nin dünya tarihi açısından önemini öncelikle, onun burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin siyasi iktidarını ortadan kaldırmasında, devlet aygıtlarını parçalamasında, yeryüzünün altıda biri üzerinde, işçi sınıfı ve emekçi köylü ittifakı temelinde proletarya diktatörlüğünü kurmasında ve işçi, asker ve köylü delegelerinden oluşan Sovyetlerin iktidarının gerçek bir halk iktidarı ve en yüksek diktatörlük biçimi oluşturmasında görüyordu. “Dünya tarihinde önemli bir dönüşüm gerçekleşti. Burjuva-demokratik parlamentarizm evresi sona erdi. Dünya tarihinde yeni bir sayfa açıldı: Proletarya diktatörlüğü evresi.” Ekim Devrimi; burjuva devletine, burjuva diktatörlüğüne son vermeden ve onun yerine proletarya diktatörlüğünü koymadan, kapitalizmin sona ermediğini ve sosyalizmin kurulamayacağını gösterdi.
V. İ. Lenin, tarihte ilk defa kapitalistlerin ve büyük toprak sahiplerinin üretim araçlarındaki “kutsal ve dokunulmaz” özel mülkiyetini Ekim Devrimi’nin ortadan kaldırdığına işaret ediyordu. Tarihte ilk defa, işçi sınıfı ve emekçi kitleler ülkenin efendisi olmuştu. Tüm zenginlikleri, toprak ve hazineleri, fabrikaları, tesisleri ve demiryolları emekçi kitlelerin ortak malı olmuştu.
V. İ. Lenin, Ekim Devrimi’nin büyük kazanımlarından birini, Rusya’da gerçek ulusal eşitlik politikasının, eskiden ezilen halkların kendi ulusal devlet hakkını ilan edip gerçekleştirmesinde; onlara sosyalizm temelinde iktisadi, siyasi ve kültürel gelişimleri, kardeşliğin güçlendirilmesi için geniş perspektifler sunmasında görüyordu.
Ekim Devrimi, hakiki eşitliğe ve özgürlüğe dayalı en adil devlet ve toplumsal dünya sistemini yaratıyordu. İçerdiği büyük hümanist fikirler, emekçileri ve tüm ilerici insanlığı aydınlık gelecek mücadelesinde coşturuyordu.
V. İ. Lenin, Ekim Devrimi’ni, işçi ve köylülerin emperyalist savaşa karşı halkların barışı için en kararlı ve en tavizsiz mücadele örneği olarak görüyordu. “İlk Bolşevik devrim, dünyadaki ilk olarak yüz milyon insanı emperyalist savaş, emperyalist dünya tehlikesinden kurtardı. Sonraki devrimler, tüm insanlığı bu savaşlardan ve bu kapitalist dünyadan kurtaracaktır.”
Rusya’daki sosyalist devrim, dünya kapitalizminin binasını temeline kadar sarstı; dünya iki karşıt sisteme ayrıldı.
Uluslararası alanda, ilk kez, barış sloganını gündeme getiren ve halklar ve ülkeler arasındaki ilişkilerde yeni ilkeler gerçekleştirmeye başlayan bir devlet ortaya çıktı. İnsanlık, ilhak savaşlarına karşı, halkların barış ve güvenliği mücadelesi için güvenilir bir destek buldu.
Rusya’daki sosyalist devrim, insanlık tarihinde yeni bir dönem; kapitalizmin çöküşü ve yeni, sosyalist toplumun kurulması dönemini başlatmıştı. “Tüm dünyaya sosyalizm yolunu ve burjuvaziye egemenliğinin sona ermekte olduğunu gösterdi.”
Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin enternasyonal düzeyde taşıdığı önemi, V. İ. Lenin, somut olarak ve kısaca şöyle tanımlıyordu: Buz kırıldı; yol açıldı.[11]
EKİM DEVRİMİ
V. İ. Lenin’in, “Birkaç günde en eski, en güçlü, kan dökücü ve vahşi monarşilerden birini yıktık. Başka ülkelerin yıllar harcamak zorunda kaldığı burjuvazi ile uzlaşma, küçük burjuva hayallerini yıkma aşamalarını birkaç ayda geçtik. Birkaç haftada burjuvaziyi yıktıktan sonra onun iç savaştaki direnciyle karşılaştık. Bolşevizmin zaferiyle büyük ülkemizi bir uçtan bir uca kat ettik. Burjuvazi ve çarlık tarafından ezilen işçi kitlesinin alt tabakalarını bağımsız bir hayata ve özgürlüğe kavuşturduk. En iyi parlamenter burjuva cumhuriyetleriyle karşılaştırılamayacak kadar üstün ve demokratik olan, yeni devlet türünü: Sovyetler Cumhuriyetini kurup sağlamlaştırdık. Yoksul köylülerin desteklediği proletarya diktatörlüğünü kurup geniş sosyalist değişimlere giriştik. Birçok ülkenin milyonlarca işçisinde kendi güçlerine inanç sağlayıp coşkunluk ateşini yaktık. Her tarafa enternasyonal işçi devrimi için çağrı yaptık,”[12] diye özetlediği Ekim Devrimi ezilenlerin ve işçi sınıfının egemenlerin tarihine başkaldırı, dünyayı sarsıp alt üst etmesi, geleceğin fethi, dünya devriminin açılışıdır.
Proletaryanın tarihsel/ güncel meydan okuması, politik manifestosudur.
Evrensel eşitlikçi özgürlüğün Parti + Sovyetler praksisidir; işçi sınıfının yaratıcı yıkıcılığıdır.
Güncelliğiyle başta işçi sınıfına ve tüm ezilenlere muktedir olmayı -hâlâ ve her zaman- öğreten Ekim Devrimi, aynı Paris Komünü gibi, geçmişteki gelecektir.
Çarlığı, emperyalistleri yenen Ekim Devrimi’nin başarısının temelinde işçi sınıfına kılavuzluk etme yeteneğindeki devrimci bir partinin, yani Bolşevik Parti’nin varlığı yatıyordu.
Ekim Devrimi’nde somutlanan proletarya enternasyonalizmini V. İ. Lenin, “Sermayenin egemenliği enternasyonaldir. Bu nedenle tüm ülkelerin işçilerinin kurtuluş mücadelesi de ancak bu mücadele, işçilerin uluslararası sermayeye karşı ortak mücadelesi olduğunda başarılı olabilir,”[13] biçiminde formüle ederken; bu da Bolşeviklerin teori ve pratiği ile cisimleşir.
Elbette V. İ. Lenin’in şu vurgularıyla…
“Devrimin büyük görevleri ancak, ileri sınıflar tekrar tekrar saldırıya geçtikleri ve yenilgi deneyimiyle akıllanmış olarak zaferi kazandıkları için yapılabilmiş ve çözülebilmiştir.”[14]
“Zora dayalı bir devrim olmaksızın burjuva devletin yerine proleter devleti geçirmek imkânsızdır.”[15]
“Başarmak için, ayaklanma bir komploya değil, bir partiye değil, ama öncü sınıfa dayanmalıdır. Ayaklanma halkın devrimci atılımına dayanmalıdır.”[16]
Bunlar, bütün ülkelere, yüz binlerce, milyonlarca kıvılcım saçarlar. Her taraf, alabildiğine kinlendirilmiş insanların hınçlarının, açlığın, sonu gelmez keyfî davranışların yoksula, mujiğe ve küçük memura yapılan rezilce, alçakça tecavüzlerin görülmemiş, duyulmamış açılarının patlayıcı maddeleri ile doludur.”[17]
“Devrim asla gökten zembille inmez ve devrimci mayalanma başladığında onun ‘gerçek’, ‘sahici’ bir devrime öncülük edip etmeyeceğini, ederse de ne zaman edeceğini hiç kimse söyleyemez.”[18]
“Sosyalist devrim, ancak, ileri ülkelerde proletaryanın burjuvaziye karşı iç savaşıyla, gelişmemiş, geri, ezilen uluslarda ulusal kurtuluş hareketi dahil, bir dizi demokratik ve devrimci hareketi içinde birleştiren bir çağ biçiminde sökün edebilir.”[19]
1917’NİN MİMARI V. İ. LENİN…
V. İ. Lenin, Ekim Devrimi’nin mimarıdır; tarihte bireyin rolünün kanıtıdır. Tutumu ve hedefleri berrak ve ilkeseldi. Yani -tabiri caiz ise!- yanardöner değildi!
“Tarih ezilen sınıfların baskı ve zulüm düzenlerini devirme girişimleriyle doludur.”[20]
“Devrim yapmak için ödenen fiyat iç savaştır, ancak bir ülke ne kadar gelişmiş ve uygarsa, ödenen bu fiyat o kadar ağır olur.”[21]
“İnsanlar, her zaman, siyasetteki aldatmaların ve aldanmaların aptal kurbanları olmuşlardır ve bütün ahlâksal, dinsel, siyasal ve toplumsal sözler, bildiriler ve vaatler arkasındaki şu ya da bu sınıfın çıkarlarını aramayı öğrenmedikleri sürece de, böyle kalacaklardır. Reform ve ilerleme şampiyonları, ne kadar barbarca ve çürümüş görünürse görünsün, her eski kuruluşun, belirli egemen sınıfların zorlamasıyla ayakta durduğunu görmedikçe, her zaman es-ki düzenin savunucularının oyununa geleceklerdir. Ve bu sınıfların direnişini kırmanın ancak bir tek yolu vardır; bu da, çevremizde toplumun içinde, eskiyi silip atabilecek ve yeniyi yaratabilecek kuvveti oluşturan -ve toplumsal durumları yüzünden oluşturmak zorunda olan- güçleri bulmak, ve bu güçleri, savaşım için bilinçlendirmek ve örgütlemektir.”
“Devrimci proletarya, bu kötülükle mücadele edilmedikçe, oportünist, sosyal-hain liderler ifşa edilmedikçe, gözden düşürülmedikçe ve sınır dışı edilmedikçe zafere ulaşamaz. Üçüncü Enternasyonal’in giriştiği politika budur.”
“Sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiçbir devrimci hareket varlığını sürdüremez.”[22]
“Sosyalist bilinç, proleter sınıf savaşımına dışarıdan verilen bir şeydir, onun içinden kendiliğinden çıkan bir şey değildir.”[23]
“… ‘Kendiliğinden unsur’, özünde, tohum hâlindeki bir bilinçlenmeden başka bir şey değildir.”[24]
“Kendiliğinden işçi sınıfı hareketi, tek başına, ancak sendikacılığı doğurabilir.”[25]
“Biz, büyük bir yoksulluk çeken eğitimsiz insanlarız. Bu kötü değil. Yeter ki öğrenmemiz gerektiği bilinci olsun. Yeter ki bu istek olsun.”[26]
“Biz dünyayı değiştirmek istiyoruz. Yüz milyonlarca insanın içine çekildiği, yüzlerce milyar sermayenin çıkarlarının karıştığı, insanlık tarihinde en muazzam bir altüst oluş olmadan – proleter devrim olmadan gerçekten demokratik bir barışla sona erdirilemeyecek olan emperyalist savaşı sona erdirmek istiyoruz.”[27]
“Özveri nedir bilmeyen bu insanlar, kendi başlarına bir şey gelsin istemezler, ateşe hep başkalarını sürerler; örneğin işçiler canlarını tehlikeye atmalıdır, onların çıkarları için.”[28]
“Küçük bir hatayı büyük bir hataya çevirmek istiyorsanız, o küçük hatayı savunun.”
“Hiçbir şey yapmayan insan hiç yanlış yapmaz.”[29]
“Ne mutlu insanlar! Devekuşu gibi kafalarını kanatlarının altına gömünce etraftaki her şeyin yok olduğunu sanıyorlar.”[30]
“Biz doktriner değiliz. Bizim doktrinimiz bir dogma değil bir eylem kılavuzudur.”
“Bizim taktiğimiz kitlelere doğruyu söylemektir. Bizim aleyhimize olsa bile söyleyeceğiz.”[31]
“Hareket noktası insanlığın ve sınıfların dışındaki kavramlar üzerinde temellenen her türlü ahlâkı reddediyoruz. Bütün bunların, yalnızca toprak sahipleri ve kapitalistlerin çıkarına hizmet eden yalanlar, aldatmacalar, işçi ve köylülerin beyinlerini yıkamaya yarayan propaganda olduğunu söylüyoruz.”[32]
“Hiç insan yok, oysa yığınla insan var.”[33]
“Bir kimse köle doğdu diye suçlanamaz; ama özgürlük uğruna savaşımdan kaçmakla kalmayıp köleliğini haklı bulan ve onu öven bir köle (…), haklı olarak, öfke, tiksinti ve nefret duyguları uyandıran bir aşağılık parazit, bayağının bayağısı bir köledir.”[34]
“Biz, dilimizi ve ülkemizi seviyoruz, ve onun emekçi yığınlarını demokratik ve sosyalist bilinç seviyesine yükseltmek için elimizden geleni yapıyoruz.”
“Şiddet, elbette, bizim düşüncelerimize yabancıdır.”
“Çalışmayanların haklarından mahrum edilmesi, halk arasında gerçek eşitliği sağlayacaktır. Çalışmayan, yemek yememelidir.”[35]
Ayrıca hedef(ler)i şöylesine netti:
“Silah kullanmayı, silah sahibi olmayı öğrenmek istemeyen ezilen bir sınıf sadece köle muamelesi görmeyi hak eder. Bizler, burjuva barışçıları ya da fırsatçı olmak istemiyorsak sınıf mücadelesinden başka çıkış yolu olmayan sınıflı bir toplumda yaşadığımızı unutamayız. Her sınıf toplumunda- zaten kölelikte, ya da şu anda olduğu gibi ücretli iş yerinde eriyor- baskıcı sınıf silahlıdır. Sadece modern düzenli ordu değil, aynı zamanda mevcut milisler de – hatta İsviçre’de gibi en demokratik burjuva cumhuriyetlerinde bile, burjuvazinin proletaryaya karşı silahlanmasını temsil ediyor. Tüm kapitalist ülkelerdeki grevcilere karşı ordunun istihdamını hatırlamak yeterli olacaktır.”
“Toplum, ‘herkesten yeteneklerine göre, herkese gereksinimlerine göre’ ilkesini gerçekleştirmiş olacağı zaman, yani, insanlar, yeteneklerine göre isteye isteye çalışacak kadar toplum içinde yaşamanın temel kurallarına uymaya alışacakları, ve emeklerinin bunu sağlayacak kadar üretken bir duruma geleceği zaman…”[36]
“Savaştan, demokratik, şiddetsiz bir barışa geçişin, halkların “savaş”tan zenginleşmiş olan kapitalist baylara milyarlık haraçlar ödeme köleliğinden kurtulmasının proletaryanın devriminden başka bir yolu yoktur.”[37]
“Proletarya devlet gücünü ele geçirir ve ilk olarak üretim araçlarını devlet mülküne çevirir. Ancak o suretle kendini proletarya olarak yürürlükten kaldırır, tüm sınıf farklılıklarını ve sınıf çatışmalarını ortadan kaldırır ve ayrıca devleti devlet olarak ortadan kaldırır.”[38]
“Toplumsal ve özel yaşamın bütün alanlarında, hızlı, edimsel, gerçek bir yığın niteliğine sahip ve önce çoğunluğun, sonra da tüm nüfusun katılacağı bir ilerleme hareketi, yalnızca sosyalizm ile başlayacaktır.”[39]
“Kapitalist sömürü düzeninde proletaryanın kurtuluşu devrimdir; üretim araçların tamamen işçi sınıfına ait olduğu bir düzen kurulacaktır. İnsanlık tarihinin gördüğü en güzel rüyadır sosyalizm.”[40]
“Kapitalistlerin bütün ekmeklerini ve bütün çizmelerini ellerinden alacağız. Onlara ekmek kırıntıları bırakacak, onlara çarık giydireceğiz.”[41]
V. İ. Lenin kapitalizmin cepheden düşmanıydı ve “Feodalite yıkılıp da yeryüzünde ‘özgür’ kapitalist toplum ortaya çıktığında, bu özgürlüğün emekçiler üzerinde yeni bir tahakküm ve sömürü sistemi olduğu hemen açıklığa kavuştu.”[42] “Feodal toplumun enkazı üzerine boy veren modern burjuva, sınıf karşıtlıklarını kaldırmadı; eskilerin yerine yeni sınıfları ve yeni baskıları koydu,”[43] uyarısıyla da “Sıkı sıkıya tutarlı bir demokratizm, kapitalist rejimde gerçekleşmesi olanaksız bir şeydir; sosyalist rejimdeyse, tüm demokrasi sönerek son bulacaktır,”[44] sözleriyle şunların altını çizdi:[45]
“Bütün yaşamları boyunca kapitalistler hesabına çalışan ‘özgür’ işçilere sadece kazanç sağlayan kölelerin yaşamını sürdürmeye, kapitalist köleliğin güvenini ve sürekliliğini sağlamaya yetecek oranda geçim olanağı ‘tanındığından’, bu toplum bir köle toplumudur.”[46]
“Şimdi mülksüzleştirilmesi gereken artık kendi işini yapan değil, birçok emekçiyi mülksüzleştiren kapitalisttir. Bu mülksüzleştirilme, sermaye birikiminden ötürü kapitalist üretimin kendi içindeki yasalarının işleyişiyle gerçekleştirilir.”[47]
“Kapitalist sömürü sonucu, bugünün ücretli köleleri, yoksulluk ve sefalet yüzünden öylesine bunalmış, öylesine bitkin bir durumda bulunuyorlar ki, ‘demokrasiyi boş veriyorlar’, ‘siyaseti boş veriyorlar’ ve olayların olağan, dingin akışı içinde, nüfusun büyük çoğunluğu siyasal ve toplumsal yaşamın dışına atılmış bulunuyor.”[48]
Tüm bunlarla birlikte V. İ. Lenin’in devlete ve dine karşı tavrı, yoruma açık olmayacak -“ama”sız, “fakat”sız!- kadar netliktedir
“Devlet, örgütlenmiş zorbalıktır ve toplumsal gelişmenin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkar: Uzlaşmaz sınıflara bölünmüş toplum, varlığı belli ölçüde kendi varlığından kaynaklanan bir ‘İktidar’ı başa getirmeden yapamaz olur. Sınıfsal çelişkilerden doğduğu için devlet her zaman ‘güçlü’ olanındır; ekonomik üstünlüğü ele geçiren, bunun yardımıyla siyasal egemenliği de elde eden sınıfındır ve bu nitelikleriyle devlet, ezilen sınıfın dize getirilmesinin ve sömürülmesinin yeni bir aracıdır.”[49]
“Toplumun daha büyük kesimini öteki küçük kesim için sistemli olarak çalışmak zorunda bırakmak, ancak sürekli bir baskı aygıtıyla mümkündür.”
“Marx’a göre, eğer sınıflararası uzlaşma olanaklı olsaydı devlet ne ortaya çıkabilir, ne de ayakta kalabilirdi… Marx’a göre, devlet, bir sınıf egemenliği organı, bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki baskı organıdır; sınıflar arasındaki çatışmayı hafifleterek, bu baskıyı yasallaştırıp pekiştiren bir ‘düzen’in kurulmasıdır.”[50]
“Devletin olmadığı zamanlar vardı. Toplum nerede, ne zaman sınıflara bölündü, sömürenlerle sömürenler nerede, ne zaman ortaya çıktıysa, devlet de orada ve o zaman ortaya çıktı.”[51]
“Demek ki, devlet düşünülemeyecek bir zamandan beri var olan bir şey değildir. İşlerini onsuz gören, hiçbir devlet ve devlet erkliği düşünü bulunmayan toplumlar olmuştur. Toplumun sınıflara bölünmesine zorunlu olarak bağlı olan belirli bir ekonomik gelişme aşamasında, bu bölünme, devleti bir zorunluluk durumuna getirdi.”
“Bütün antik çağ tarihi derslerinde birer devlet yapısı olarak monarşiyle cumhuriyet arasındaki mücadeleden söz edildiğini duyacaksınız. Oysa olayın özü, kölelerin insan sayılmamasıydı: Yurttaş değil, insan sayılmıyordu köleler.”[52]
“Bu sınıflar, vaktiyle ne kadar kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıktılarsa, o kadar kaçınılmaz bir biçimde ortadan kalkacaklardır. Onlarla birlikte, devlet de, kaçınılmaz bir biçimde, yok olur. Üreticilerin özgür ve eşitçi bir birlik temeli üzerinde üretimi yeniden düzenleyecek olan toplum, tüm devlet makinesini, bundan böyle kendisine lâyık olan yere, bir kenara atacaktır: âsâr-ı antika müzesine, çıkrık ve tunç baltanın yanına…”[53]
“Özgürlükten söz etmenin olanaklı duruma geldiği gün, devlet, devlet olarak var olmaktan çıkar.”[54]
Ve din meselesindeki tutumu da öğreticiydi.
“İnsanlığın üzerindeki din boyunduruğunun, toplumdaki ekonomik boyunduruğun bir sonucu ve yansıması olduğunu akıldan çıkarmak burjuva dar görüşlülüğünden başka bir şey değildir.”[55]
“Din, her yerde ve her durumda, sürekli başkaları için çalışmayla, yoksunluk ve yalnızlıkla ezilen halk kitleleri üzerinde manevi baskının bir türüdür.”[56]
“Din, başkalarının emeğinin sırtından geçinenlere bu dünyada hayırseverlik yapmayı öğreterek, sömürücü varlıklarının ceremesini pek ucuza ödemek kolaylığını gösterir ve cennette de rahat yaşamaları için ehven fiyatlı bilet satmaya bakar. Böylelikle din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir.”[57]
“Yaşamları boyunca çalışan ve sıkıntı çekenlere din, alçakgönüllülük ve sabır göstermeyi öğretir ve cennet ödülü umuduyla avutur.”[58]
“En derin dinsel önyargı kaynağı yoksulluk ve bilgisizliktir; savaşmamız gereken kötülük de budur.” “Gerici burjuvazi her yerde dinle ilgili çatışmaları kışkırtmayı iş edinmiştir.”[59]
“Ömürleri boyunca didinip yokluk içinde yaşayanlara, bu dünyada iken boyun eğer olmak ve tanrısal bir ödül umuduyla avunmak, dinle öğretilir.” “Otokrasi dokunulmadan varlığını sürdürdükçe din siyasetçiliği de örtülü olarak sürmüştür.”
“Tanrı kavramı halkı kölelik düzeninde tutmaktadır. Tanrı kavramını güzellemek cahil işçi ve köylülerin bağlandıkları zincirleri güzellemektir.” “İnsanlığın üzerindeki din boyunduruğunun, toplumdaki ekonomik boyunduruğun bir sonucu ve yansıması olduğunu akıldan çıkarmak burjuva dar görüşlülüğünden başka bir şey değildir.”[60]
“Tanrı düşüncesi, yaşayanın yerine ölüyü koyduğu ve hep köleciliğin (en kötü, çaresiz köleciliğin) düşüncesi olduğu için “sosyal duyguları” daima uyutmuş ve köreltmiştir. Tanrı düşüncesi hiçbir zaman “bireyi toplumla bağlamamış”, tersine tanrısallığa inanç sayesinde daima ezilen sınıfları ezenlere zincirlemiştir.”[61]
“Marksist, materyalist olmak, yani dine düşman olmak zorundadır; fakat o diyalektik bir materyalist olmak, yani dine karşı mücadeleyi soyut, tamamen teorik, her zaman aynı kalan bir propaganda temelinde değil, gerçekten cereyan eden ve kitleleri her şeyden önce ve en iyi eğiten somut bir temelde, sınıf mücadelesi temelinde yürütmek zorundadır.”
“Ya içtenlikli ve dürüstsünüzdür, ki o zaman kilise ile devletin ve kilise ile okulun kesinlikle birbirlerinden ayrılmasından, dinin tamamen kişisel bir sorun olarak kabul edilmesinden yana olursunuz. Ya da özgürlük konusunda bu tutarlı istekleri benimsemezsiniz, ki o zaman da engizisyon geleneklerinin hâlâ tutsağısınız demektir…”[62]
“Herhangi bir dinsel düşünce, herhangi bir Tanrı düşüncesi, hatta herhangi bir Tanrı ile bir flört, demokratik burjuvazinin özellikle hoş görerek (ve çoğu zaman uygun bile bularak) kabul ettiği anlatılması güç bir kötülüktür; işte bu yüzden de en tehlikeli kötülüktür, en utanç verici ‘bulaşma’dır. Bir milyon fiziksel günah, pis oyun, zorbalık eylemi ve bulaştırma, kalabalıklar tarafından çok daha kolay keşfedilir, ve bundan dolayı en çekici ‘ideolojik’ giysilerle süslenmiş, kurnazca, ruhsal Tanrı düşüncesinden çok daha az tehlikelidir.”[63]
“Herkes istediği dini izlemek ya da dinsiz, yani kural olarak bütün sosyalistler gibi ateist olmakta tamamen özgür olmalıdır. Vatandaşlar arasında dinsel inançları nedeniyle ayrım yapılmasına kesinlikle göz yumulamaz. Resmi belgelerde bir vatandaşın dininden söz edilmesine de son verilmelidir. Kiliseye ve dinsel kurumlara hiçbir devlet yardımı yapılmamalı, hiçbir ödenek verilmemelidir. Bunlar, devletten tamamen bağımsız, aynı düşüncedeki kişilerin oluşturduğu kurumlar niteliğinde olmalıdır.” “Dinin devletle bir bağı olmamalı ve dinsel cemaatlerin yönetim otoriteleriyle hiçbir bağlantısı bulunmamalıdır.” “Kiliseye ve dinsel kurumlara hiçbir devlet yardımı yapılmamalı, hiçbir ödenek verilmemelidir.”[64]
Haksız savaşları, “Pazarlar uğruna, yabancı ülkeleri yağmalama özgürlüğü uğruna mücadele; ayrı ayrı ülkelerde devrimci proletaryanın devrimci hareketine ve demokrasiye son verme eğilimi; burjuvazinin yararına, ücretli köleleri birbirine karşı kışkırtarak bütün ülkelerin proleterlerini aldatma, bölme ve katletme eğilimi: İşte savaşın biricik gerçek anlamı budur,” diye tanımlayan V. İ. Lenin, “Biz işçilerin ve köylülerin payına düşense ölmek, sefalet ve açlık çekmek ve bunlara sabırla katlanmak. Bizden, bizi ezenleri, yani kapitalistleri desteklememiz isteniyor; üstelik, farklı uluslardan işçilerin birbirlerini boğazlaması ve birbirlerinden nefret etmesi suretiyle…”[65] uyarısıyla, “Küçük-burjuvazi, iktisadî durumunun temel nitelikleri yüzünden, hiçbir bağımsız eyleme girişmeye yetenekli değildir,”[66] vurgusuyla işçi sınıfı mücadelesinin önünü açarak şunları diyordu:
“Devrimci deneyim ve örgütsel yetenek elde edilebilecek şeylerdir; yeter ki bunları elde etme isteği olsun, yeter ki eksiklikler kabul edilsin, devrimci eylemlerde eksikliklerin kabul edilmesi bunların yarı yarıya giderilmesi demektir.”[67]
“Sosyal demokratların pratik faaliyetlerinin hedefi proletaryanın sınıf mücadelesine önderlik etmek ve bu mücadeleyi her iki görünümü içerisinde: Sosyalist (kapitalist sınıfa karşı açılan ve sınıf sistemini yıkmayı ve sosyalist toplumu örgütlemeyi hedef alan savaş) ve demokratik (mutlakiyetçiliğe karşı olan, Rusya’da siyasal özgürlüğü kazanmayı ve Rusya’nın siyasal ve toplumsal sistemini demokratikleştirmeyi hedef alan savaş) örgütlemektir.”[68]
“Bizim görevimiz faaliyetlerimizi işçi sınıfı yaşamının pratik gündelik sorunlarıyla bağdaştırmak, işçilerin bu sorunları anlamalarına yardımcı olmak, işçilerin dikkatlerini en önemli yolsuzluklar üzerine çekmek, onların işverenlere karşı taleplerini daha pratik olarak formüle etmelerine yardımcı olmak, işçiler arasında dayanışma bilincini, ortak çıkarların ve bütün Rus işçilerinin uluslar arası proletarya ordusunun parçası olarak birleşmiş bir işçi sınıfının ortak davası bilincine sahip olmalarını geliştirmektir.”[69]
“İktisadi savaşımın, genel olarak, yığınları siyasal savaşıma sürükleyebilecek ‘en geniş uygulanabilirliğe sahip araç’ olduğu doğru mudur? Tamamıyla yanlıştır.”[70]
“Öncü işçiler milyonları örgütlemeyi öğrenene dek” diyordu İliç, “sosyalist ya da sosyalist bir toplumun yaratıcısı değildirler ve örgütlenmek için zorunlu bilgiyi elde edemezler. Örgütlenmenin yolu uzun bir yoldur.”[71]
“Sosyal-demokrasinin siyasal savaşımı işçilerin patronlara ve hükümete karşı iktisadi savaşımından çok daha geniş ve karmaşık bir savaşımdır.”[72]
Sonra da legaliteye, seçimlere, parlamentoya, abartmadan, devrimci açıdan bakarak eklerdi:
“Sermaye var olunca, toplumun tümü üzerinde egemenlik kurar ve hiçbir demokratik cumhuriyet, hiçbir oy hakkı onun niteliğini değiştiremez.”
“İşin özü değişmez ve iktidar hep sermayenin elinde kalır: Oy hakkı ya da öteki haklar varmış yokmuş, cumhuriyet demokratikmiş-değilmiş, bir önemi yoktur; hatta cumhuriyet ne kadar demokratikse, sermayenin egemenliği de o denli hayasız ve kabadır.”[73]
“Yarın, oy pusulanı senden alır, eline bir tüfek ve tekniğin son buluşlarına göre donatılmış, hızlı atışlı görkemli bir top verirler-, bu ölüm ve yıkım aletlerini al, savaştan korkan duygusal sulu gözleri dinleme.”[74]
“Parlamento çalışmaları bazılarına bakan koltuğu sağlar bazılarını ise hapishaneye, sürgüne, kürek cezasını çekmeye gönderir. Kimileri burjuvaziye, kimileri proletaryaya hizmet eder. Kimisi sosyal-emperyalisttir, kimisi devrimci Marksist.”[75]
Toparlarsak: O bir sınıf devrimcisiydi! “Tarihsel olarak belirlenmiş bir toplumsal üretim sistemi içinde bulundukları yere, üretim araçlarıyla olan ilişkilerine (bunlar çoğu zaman yasalarla belirlenmiş ve onaylanmıştır), emeğin toplumsal örgütlenmesinde oynadıkları role ve dolayısıyla, toplumsal zenginlikten pay alma yöntemlerine ve aldıkları payın büyüklüğüne göre, birbirlerinden ayrılan büyük insan gruplarına ‘sınıflar’ denir. Sınıflar, belirli bir yapı içinde, toplumsal ekonomide, işgal ettikleri farklı yer nedeniyle, biri diğerinin emeğine el koyabilen insan gruplarıdır,” tanımındaki sınıf gerçeğine yaslanandı.
Sınıf ve emekçi kadınlara da… “Kadınlar için tam bir özgürlük kazanılmadığı sürece proletarya özgürlüğünü eksiksiz biçimde kazanamaz.” “Bugüne kadar kadının toplumdaki yeri ve durumu hep köleye benzetilmiştir. Kadın eve bağlanıp hapsedilmiştir. Kadınları bu durumdan sadece sosyalizm kurtarabilir,” vurgusuyla Ekim Devrimi önderi bu konuda da çok netti!
“Hepiniz biliyorsunuz ki kadınlar bütün haklara sahip olsalar da yine mağdur durumdadırlar, çünkü bütün ev işi onların üstündedir. Çoğu durumlarda ev işi, bir kadının yapabileceği en üretici olmayan, en vahşi ve en güç iştir. Ev işi, istisnasız olarak önemsizdir ve kadına gelişmesini ilerletmek için herhangi bir şey katmaz.”[76]
“Çoğu durumda, ev işleri, bir kadının yapabileceği en verimsiz, en barbarca ve en güç işlerdir. Bu son derece dar kapsamlı işler, kadının gelişmesini herhangi bir şekilde destekleyecek en küçük bir öğe bile içermemektedir.”[77]
“Bütün demokratik cumhuriyetlerde eşitliğin ilan edildiğini, ama medeni kanunlarda, kadınların aile içindeki durumlarını ve boşanmayı kapsayan, kadınların hakları üzerindeki kanunlarda, her adımda kadınlar için haksızlık ve kadınların alçaltılmalarını görürüz.”[78]
“Kadın işçilerin çoğu devrimde yer almadığı sürece sosyalist devrim olamaz. Kadınların ev köleleri olduğundan hiç şüphe yoktur: Bütün uygar ülkelerde, hatta en ileri olanlarda bile kölelik, kadınların sosyal durumlarıydı. Kadınlar, hiçbir kapitalist devlette, en özgür cumhuriyetlerde bile tam eşitliği tadamazlar.”[79]
Nihayet “Sosyalizm, bütün ülkelerin değil, ama ülkeler azınlığının, yani gelişmenin ileri kapitalist aşamasına ulaşmış ülkelerin proletaryalarının birleşik eylemiyle gerçekleştirilecektir,”[80] diyen V. İ. Lenin eklerdi:
“İnsanlık henüz gelişmedi, ve biz henüz işçilerin, tarım emekçilerinin, köylülerin, asker temsilcilerinin sovyetlerinden daha üstün ve daha iyi bir hükümet şekli bilmiyoruz.”
“Proletarya, siyasal iktidarı ele geçirdikten sonra, sınıf mücadelesini bırakmak yerine, onu (hiç kuşkusuz farklı koşullarda, farklı biçimlerde ve farklı yöntemler aracılığıyla) sınıflar ortadan kaldırılıncaya kadar sürdürür.”[81]
“Proletarya diktatörlüğü, eski toplumun güçlerine ve geleneklerine karşı, kanlı ve kansız, şiddete başvuran ve barışçı, askeri ve iktisadi, eğitici ve yönetsel, inatçı bir savaşımdır.”[82]
“Sermayenin boyunduruğu, ‘kutsal özel mülkiyet’in baskısı, ahmaklığın despotizmi, küçük mülkiyet sahibinin hırsı… İşte bunlar, en demokratik burjuva cumhuriyetlerinde bile bu aptal ve pis kanunların iptal edilmesini engellemişlerdir. Sovyet Cumhuriyeti, işçilerin ve köylülerin cumhuriyeti, bu kanunları bir darbede temizledi ve burjuva yalanlarıyla, ikiyüzlülüğünün yapısında bir tek taş bile bırakmadı. Bu yalandan kurtulalım! Ezen cins, ezen sınıflar, sermayenin ve hisselerin özel sahipliği ve aç insanları köle yapmak için artık tahıllarını kullanan, ağzına kadar ambarları dolu insanlar olduğu sürece herkes için özgürlük ve eşitlikten söz eden yalancılardan kurtulalım.”[83]
TOPARLARSAK…
Vladimir Mayakovski’nin, “Lenin görünmüyor, fakat yine de aramızda dolaşıyor,” dizelerindeki ölümsüzlük ile Ekim Devrimi’nin etkileri yerküre gibi, coğrafyamızda da Erzincan Sovyet’inden,[84] TKP’ye[85] uzanan bir realiteydi…
Elbette soru(n)ları vardı. Lakin bunlar buzu kırıp, yolu açan 1917 gerçeğini gölgeleyemezdi; Karl Marx’ın satırlarındaki üzere: “Proletarya devrimleri durmadan kendilerini eleştirirler, sürekli olarak kendi akışlarını kesintiye uğratırlar, görünüşte işi bitirilmiş olana tekrar başlamak üzere geri dönerler, ilk girişimlerinin yetersizlikleri, zayıflıkları ve küçüklükleriyle zalimce bir itinayla alay ederler, hasımlarını, salt, yerden yeniden güç alabilsin ve yeniden dev gibi ayağa kalkarak önüne çıkabilsin diye yere sermiş görünürler, kendi amaçlarının belirsiz muazzamlığı karşısında zaman zaman irkilip geri çekilirler, ta ki bütün geri dönüşlerin olanaksız olduğu bir durum yaratılıncaya ve bizzat koşullar bağırıncaya kadar: İşte hendek, işte deve!”[86]
Ekim Devrimi, V. İ. Lenin “bitti” diyenler; bitmeyen devrimin yeni sayfalarına, sosyalizmin üçüncü dalgasına hazırlanın!
Malum: “Büyük tarihsel gelişmeler sırasında 20 yılın tek bir güne eşitlendiği olur,” diye yazıyordu Marx, Engels’e, “Buna karşılık ileride öyle günler gelişebilir ki, tek bir günün içinde 20 yıl yoğunlaşmıştır.”[87]
4 Kasım 2025 17:01:23, Ankara.
N O T L A R
[1] 8 Kasım 2025 tarihinde Kaldıraç’ın İzmir’de düzenlediği ‘Ekim Devrimi 108 Yaşında’ etkinliğinde yapılan konuşma.
[2] Nâzım Hikmet.
[3] Bkz: i) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Marksizm + V. İ. Lenin = Ekim Devrimi (Notları)”, Kaldıraç Dergisi, No: 195, Ekim 2017; ii) Temel Demirer, “Hayatın Devrimcileştirilmesinden Devrimin Güncelliğine İsyan(lar) ve Leninizm: 105. Yılında Ekim Devrimi”, Kaldıraç Dergisi, No: 257, Aralık 2022; iii) Temel Demirer, “Lenin(izm) ile Liberal(izm) Meselesi”, Kaldıraç, No:243, Ekim 2021; iv) Temel Demirer, “Ekim’in Lenin, Lenin’in Ekim Destanı”, Kaldıraç, No:184, Kasım 2016; v) Temel Demirer, “Ekim Devrimi ile Tartışmalı ‘Tartışmalar’ı”, Kaldıraç, No:197, Aralık 2017; vi) Temel Demirer, “V. İ. Lenin ve Ekim Devrimi”, Kaldıraç Dergisi, No:232, Kasım 2020; vii) Temel Demirer, “Ekim Devrimi: Geçmiş Değil, Geleceğin Bugünü”, Kaldıraç, No:244. Kasım 2021; viii) Temel Demirer, “Radikal Sosyalizm Hâlâ Güncel!”, Kaldıraç Dergisi, No:177, Nisan 2016; ix) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Vazgeç(me)mek Meselesi”, Sosyalist Mezopotamya, No:16, Mart 2025; x) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “100. Yaşında Ekim Devrimi’nin Anımsattıkları”, 5 Kasım 2017… https://temeldemirer.blogspot.com/2017/11/100-yasinda-ekim-devriminin.html ; xi) Temel Demirer, “Ekim’in 100. Yılında Kavramlar, Gerçekler”, Rojnameya Newroz, 2 Mart 2017… https://temeldemirer.blogspot.com/2017/03/ekimin-100-yilinda-kavramlar-gercekler.html ; xii) Temel Demirer, “Ekim Devrimi ve Sovyet(ler)”, Rojnameya Newroz, 2 Kasım 2017… https://rojnameyanewroz3.com/ekim-devrimi-ve-sovyetler/ ; xiii) Temel Demirer, Sosyalizmin Dünü-Bugünü-Geleceği; ya da Enine Boyuna Sosyalizm; veya Marksist-Leninist Komünizm”, Rojnameya Newroz, Kasım 2024… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/11/sosyalizmin-dunu-bugunu-gelecegi-ya-da.html ; xiv) Temel Demirer, “Komün’den Ekim’e Eski(meyen) Sosyalizm”, Rojnameya Newroz, Nisan 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/04/komunden-ekime-eskimeyen-sosyalizm.html
[4] V. İ. Lenin, Seçme Eserler, Cilt:2, Dogmatizm ve “Eleştiri Özgürlüğü”, çev: Süheyla Kaya İsmail Yarkın, İnter Yay., 1993.
[5] Siz, “Radikal demokrasi ‘Yeni İnsan’ yaratma sürecidir. ‘Yeni İnsan’ yaratma süreci radikal demokrasi ‘eylem’i ile başlar. MST-Topraksızlar üzerinden anlatmaya çalışırsak, büyük toprak sahiplerinin topraklarını işgal etmek eylemi ile başlayan radikal demokrasi, toprağın dönüşümü ile yani ‘Toprağın tek elde toplanması, temerküzü’ durumundan, kolektif olarak ele geçirilmesi, kolektifleştirilmesi, demokratikleşmesi ile birlikte, bu kararı almak, gerçekleştirmek ile yani ‘eylemek’ ile ‘özne’ olma hâli gerçekleşir,” (Metin Yeğin, “Özgürlüğün Kültürü”, 10 Kasım 2024… https://www.yenicag.com.cy/2024/11/ozgurlugun-kulturu-metin-yegin) diyenlere aldırmayın! Ezilenler iktidarı almadan ne eyleyebilir ne de özne olabilir!
[6] Ernesto Che Guevara, Politik Yazılar, çev: Nadiye R. Çobanoğlu, Yar Yay., 2005.
[7] Ernesto Che Guevara, Sosyalizm ve İnsan, çev. Neslihan Bilge, İleri Yay., 2019.
[8] V. İ. Lenin, “Speech Delivered at a Meeting of Activists of the Moscow Organisation of the R.C.P.(B.) – 6 Aralık 1920”, Collected Works, Cilt 31, Progress Publishers, 1965, Moskova, s.438-459.
[9] V. İ. Lenin, “İmtiyazlar Üzerine”, Barış İçinde Birarada Yaşama, Ekim Yay., 1990.
[10] V. İ. Lenin, Karl Marx ve Marksizm Üzerine, çev: Mazlum Beyhan, Yordam Yay., 2013.
[11] SBKP Merkez Komitesi Marksizm-Leninizm Enstitüsü, V. İlyiç Lenin Biyografi, çev: Gönül Özen Sezer, Sorun Yay., 2000.
[12] V. İ. Lenin, Ekim Devrimi Üzerine, çev: F. Çalışır, Teori Yay., 1976.
[13] V. İ. Lenin, Seçme Eserler: Birinci Rus Devrimi’nin Ön Koşulları 1894-1899, Cilt:1, çev: Saliha N. Kaya, İnter Yay., 1993.
[14] V. İ. Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1969.
[15] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[16] V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1969.
[17] V. İ. Lenin, Düşünceler Aforizmalar, çev: Nadir Savaşçı; Yeni Dünya Yay., 1975.
[18] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[19] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979.
[20] V. İ. Lenin, Devlet Üzerine, çev: Mazlum Beyhan, Yordam Kitap, 2015.
[21] V. İ. Lenin, Sosyalist Üretimin Örgütlenmesi, çev: Yasemin Güven, Kor Yay., 1977.
[22] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[23] yage.
[24] yage.
[25] yage.
[26] V. İ. Lenin, Gençlik Üzerine, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1977.
[27] V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1969.
[28] V. İ. Lenin, Devlet Üzerine, çev: Mazlum Beyhan, Yordam Kitap, 2015.
[29] V. İ. Lenin, Din Üzerine, çev: Süheyla Kaya-İsmail Yarkın, İnter Yay., 1998.
[30] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[31] V. İ. Lenin, aktaran: Emmanuil Kazakeviç, Mavi Defter, çev: Özlem Coşar, Evrensel Basım Yay., 2013.
[32] V. İ. Lenin, Proletarya Kültürü, çev: Nadiye R. Çobanoğlu, Yar Yay., 1976.
[33] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[34] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[35] V. İ. Lenin, Kadınların Kurtuluşu, çev: Ertuğrul Yemenoğlu, Günce Yay., 1975.
[36] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[37] V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1969.
[38] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[39] yage.
[40] V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1969.
[41] yage.
[42] V. İ. Lenin, Marksizmin Üç Kaynağı, çev: Vahap S. Erdoğdu, Sol Yay., 2013.
[43] V. İ. Lenin, Marksist Öğreti, çev: Tonguç Ok, Evrensel Yay., 2013.
[44] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[45] “Küçük patronların ‘zengin olmak’, gerçek patronlar durumuna gelmek, ‘ensesi kalın’ patron düzeyine, burjuvazi düzeyine yükselmek için, bütün güçlerini kullandıklarını, her şeyi yaptıklarını elbette herkes gözlemlemiştir. Kapitalizm hüküm sürdükçe, küçük patronların bundan başka bir seçenekleri yoktur.” (V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1969.)
[46] V. İ. Lenin, Din Üzerine, çev: Süheyla Kaya-İsmail Yarkın, İnter Yay., 1998
[47] V. İ. Lenin, Somut Durumun Somut Tahlili, çev: Arif Berberoğlu, Epos Yay., 2010.
[48] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[49] V. İ. Lenin, Karl Marx ve Marksizm Üzerine, çev: Mazlum Beyhan, Yordam Kitap, 2013.
[50] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[51] V. İ. Lenin, Devlet Üzerine, çev: Mazlum Beyhan, Yordam Kitap, 2015.
[52] yage.
[53] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[54] yage.
[55] V. İ. Lenin, Din Üzerine, çev: Süheyla Kaya-İsmail Yarkın, İnter Yay., 1998, s.8.
[56] yage.
[57] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Din, çev: Nihal Şen, Evrensel Basım Yay., 2013.
[58] V. İ. Lenin, Din Üzerine, çev: Süheyla Kaya-İsmail Yarkın, İnter Yay., 1998.
[59] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Din, çev: Nihal Şen, Evrensel Basım Yay., 2013.
[60] V. İ. Lenin, Din Üzerine, çev: Süheyla Kaya-İsmail Yarkın, İnter Yay., 1998.
[61] yage.
[62] yage.
[63] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Din, çev: Nihal Şen, Evrensel Basım Yay., 2013.
[64] yage.
[65] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[66] V. İ. Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2013.
[67] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[68] V. İ. Lenin, Rus Sosyal Demokratlarının Görevleri, çev: B. Demir, Ulusal Kurtuluş Yay., 1976.
[69] yage.
[70] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[71] aktaran, N. K. Krupskaya, V. İ. Lenin, Sosyalist Üretimin Örgütlenmesi, çev: Yasemin Güven, Kor Yay., 1977.
[72] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[73] V. İ. Lenin, Devlet Üzerine, çev: Mazlum Beyhan, Yordam Kitap, 2015.
[74] V. İ. Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2013.
[75] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[76] V. İ. Lenin, Kadınların Kurtuluşu, çev: Ertuğrul Yemenoğlu, Günce Yay., 1975.
[77] V. İ. Lenin, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, çev: Cumhur Düzgün, Işık Yay., 1980.
[78] V. İ. Lenin, Kadınların Kurtuluşu, çev: Ertuğrul Yemenoğlu, Günce Yay., 1975.
[79] yage
[80] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979.
[81] V. İ. Lenin, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, çev: Cumhur Düzgün, Işık Yay., 1980.
[82] V. İ. Lenin, Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı, çev: Ferit Burak Aydar, Agora Kitaplığı, 2010.
[83] V. İ. Lenin, Kadınların Kurtuluşu, çev: Ertuğrul Yemenoğlu, Günce Yay., 1975.
[84] Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılı ve Bolşeviklerin yerellerde Sovyet meclislerini kurması aslında Türkiye yakın tarihine çok yakın bir noktada duruyor. Bolşevikler Çarlık Rusya’sının bulunduğu hemen her yerde yönetimi ele geçirmeye çalışıyordu ve bu bölgelerden biri de Erzincan’dı.
Ancak sözü geçen ‘Erzincan’ bugünkü Erzincan il sınırlarından daha geniş bir bölgeyi kapsamakta. Dersim, Bayburt ve Erzincan bölgelerinde ilan edilen ‘Erzincan Sovyet’, bayrak direklerine kızıl bayrak çektikten sonra sadece dört yıl ayakta kalabildi. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı bir ‘sosyalizm tecrübesi’ olarak tarihe geçti…
Her ne kadar kısa ve bölgenin imkânları ölçüsünde inşa edilmiş bir deneyim olsa da Erzincan Sovyeti, Türkiye’de sosyalizmin yolculuğu adına dikkat çekici ve önemli bir duraktı… ‘Erzincan Sovyeti’ni özel kılan en büyük nokta çok erken bir dönemde, henüz sosyalizm rüzgârları büyük şehirlere ulaşmadan önce kırsal bir bölgede yaşanmış olması. Elbette ‘Kızıl Muhafızlar’ın etkisini göz ardı etmek mümkün değil, ancak Erzincan’ı terk ettiklerine bölgede Sovyet’e sahip çıkmaya çalışanlar olması da ilgi çekici bir tarihsel not… (Kavel Alpaslan, “Erzincan Sovyeti”, 15 Nisan 2019… https://www.gazeteduvar.com.tr/hayat/2017/07/01/erzincan-sovyeti/)
[85] En eski siyasi partilerimizden Türkiye Komünist Partisi 1920’de kurulmuş, son yöneticilerinin 1987’de ülkeye dönmelerine dek de gizlilik içinde çalışmalarını sürdürmek zorunda kalmıştı. Altmış yılı aşkın sürede nice önemli aydınımız bu hareket içinde yer aldı. Nâzım Hikmet’ten Abidin Dino’ya, Enver Gökçe’ye dek çok sayıda değerimizin hayatları bu mücadele içinde savruldu. (Turgay Fişekçi, “Eski Komünistler Arasında”, Cumhuriyet, 13 Haziran 2012, s.16.)
[86] Karl Marx, Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1966.
[87] V. İ. Lenin, Karl Marx ve Marksizm Üzerine, çev: Mazlum Beyhan, Yordam Kitap, 2013.























































