Makaleler

Published on Ekim 11th, 2025

0

Komprador teorisi ve günümüz emperyalizmin temsilcileri | Erkan Karakaplan


​”Komprador” kelimesi, Çince’de “alıcı”, “satın alan” veya “işbirliği ile ticareti şekillendiren” anlamına gelen bir terimdir. Tarihsel olarak, bu kavram 19. yüzyılda Çin’in yabancı işgalci güçlerle olan ticari ilişkilerinde ortaya çıkmıştır. Kompradorlar, yabancı şirketler adına çalışan yerel sömürücü tüccarlardır. Kendi ülkelerindeki kaynakları, malları ve iş gücünü yabancı sermayeye aracılık ederek işgalci sermayederlerin çıkarlarına hizmet ederlerdi. Böylece yabancı güçlerin ekonomik ve politik nüfuzunu kendi ülkelerinde pekiştirmelerine yardımcı olurlardı.

​Komprador sınıfının temel özelliği, kendi milli burjuvazisinden farklı olarak, kendi ülkesinin ekonomik bağımsızlığına değil, yabancı sermayenin çıkarlarına hizmet etmesidir. Bu durum, sömürgecilik ve emperyalizm teorileri bağlamında önemli bir kavram haline gelmiştir. Latin Amerika, Afrika ve Asya’da sömürgeci güçler, yerel komprador sınıflarını kendi ekonomik hegemonyalarını sürdürmek için birer araç olarak kullanmışlardır. Bu kişiler, kendi ülkelerinin sanayi gelişimini engellerken, yabancı malların pazarı ve yabancı sermayenin güvenilir temsilcileri olarak hareket etmişlerdir.

​Mao Zedung ve Çin komprador burjuvazisine karşı mücadelesi

​Çin Devrimi’nin teorisyeni, Marksizmin beşinci büyük ustası ve lideri Mao Zedung, komprador burjuvazisini Çin toplumundaki temel çelişkilerden biri olarak tanımlamıştır. Maoist literatürde, komprador burjuvazisi, ulusal bağımsızlığın ve devrimin önündeki en büyük engellerden biri olarak görülür. Mao’ya göre, Çin’deki komprador burjuvazisi, emperyalist güçlerle iş birliği yaparak ülkenin feodal yapısını korur ve ulusal kapitalist gelişmeyi engeller.

​Mao, kompradorların sadece ekonomik iş birlikçiler olmadığını, aynı zamanda emperyalist güçlerin siyasi temsilcileri olduğunu vurgular. Bu sınıf, yabancı çıkarlar doğrultusunda hareket ederek, halkın çıkarlarına ve ulusal egemenlik devrimlerine ihanet eder. Mao’nun teorisinde, komprador burjuvazisine karşı mücadele, emperyalizme karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır.

​İbrahim Kaypakkaya ve türkiye’deki kompradorlara karşı mücadelesi

​Türkiye’de Maoist düşüncenin önde gelen temsilcilerinden İbrahim Kaypakkaya, Mao’nun komprador burjuvazisi analizini Türkiye’ye uyarlamıştır. Kaypakkaya’ya göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren, milli burjuvazi yerine yabancı sermayeye bağımlı bir komprador burjuvazisi egemen olmuştur. Bu sınıf, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını zayıflatmış, ülkeyi emperyalizmin yarı-sömürgesi haline getirmiştir.

​Kaypakkaya, “Türkiye’deki komprador burjuvazi ve emperyalist sermaye” gibi temel belge yazılarında, Türkiye’deki işbirlikçi burjuvaziyi ayrıntılı olarak inceler. Ona göre bu sınıf, yabancı sermaye ile kurduğu ilişkilerle ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının emperyalist devletlere peşkeş çekilmesine hizmet eder. Bu durum, Türkiye’nin sanayileşmesini ve kalkınmasını engellerken, halkın yoksulluğunu derinleştirir. Kaypakkaya’ya göre, Türkiye’de devrimci bir hareketin başarılı olabilmesi için, öncelikle bu komprador burjuvazisine ve onunla iş birliği yapan feodal kalıntılara karşı mücadele etmek gerekir.

​Günümüz Emperyalizmi ve Komprador Sınıfın Yeni Biçimleri

​Günümüzde emperyalizm, eskisi gibi doğrudan işgal ve sömürgeleştirme yerine, finansal ve siyasi mekanizmalarla işler. Küreselleşme, neoliberal politikalar ve uluslararası finans kuruluşları, komprador sınıfın yeni temsilcileri aracılığıyla ülkelerin kaynaklarını kontrol etmelerini sağlar. Bu bağlamda, günümüzün kompradorları sadece tüccarlar değil, aynı zamanda uluslararası finans kuruluşlarında, savunma sanayinde ve büyük gayrimenkul projelerinde yer alan sitasi yöneticiler ve işbirlikçi tekellerdir.

Ortadoğuda emperyalizmin sömürü durumu

İsrail: Bölgedeki Batı emperyalizminin ileri karakolu olarak işlev görür. Kendi komprador burjuvazisi, ABD ve Avrupa’dan gelen sermaye ve teknoloji transferine aracılık ederek bölgeyi istikrarsızlaştıran ve başta Filistin halkı olmak üzere kendi halkınıda sömüren bir yapıya sahiptir.

İran ve Türkiye: Her iki ülke de kendi komprador burjuvazisi aracılığıyla emperyalist güçlerin vekalet savaşlarında aktif rol oynar. Bu durum, bölgedeki iç çatışmaları körüklerken, bu ülkelerin kendi halklarının refahını ve bağımsızlığını zedeler.

​Bu bölgesel paylaşım savaşlarının en büyük kurbanları ise Ortadoğu’daki halklardır: Kürtler, Araplar, Aleviler ve Dürziler gibi etnik ve dini gruplar, emperyalistlerin ve onların yerel iş birlikçilerinin çıkarları doğrultusunda manipüle edilmekte ve baskı altında tutulmaktadır. Komprador burjuvazisi, bu halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkını engellerken, onları sürekli bir çatışma ve yoksulluk döngüsüne mahkum eder.

​Komprador Teorisi ve Bosna-Hersek Örneği

​Bosna-Hersek örneği, yabancı sermayenin Bosna-Hersek’teki AB Delegasyonu’nun başkanı ve dolayısıyla Bosna-Hersek’in Avrupa Birliği Temsilcisi Johann Sattler’le yerel komprador siyasi ve ekonomik aktörlerle iş birliği yaparak bir ülkenin kaynaklarını nasıl kontrol edebileceğini gösterir. Özellikle 1990’lardaki savaş sonrası dönemde, ülkenin yeniden inşası süreci yabancı yardımlara ve yatırımlara bağımlı hale gelmiştir. Bu durum, komprador teorisinin modern bir versiyonunu gözler önüne serer. Johann Sattler’in her türlü kararlara veto ve itiraz hakkı Bosna parlamentosunda kabul görmek zorundadır.

Savaş Sonrası Yeniden Yapılanma: Savaş sonrası Bosna-Hersek’in altyapı ve sanayi projeleri, genellikle dış yardımlar ve uluslararası finans kuruluşlarının kredileriyle finanse edilmiştir. Bu süreçte, yerel iş insanları ve siyasetçiler, bu fonların akışına aracılık ederek komprador rolü oynamış durumdalar. Yabancı şirketler, bu yerel aracılar sayesinde karlı ihaleler alırken, yerel ekonomi bu bağımlılık ilişkisi nedeniyle tam olarak gelişememiştir.

Özelleştirme ve Yabancı Sermaye: Ülkedeki kamu işletmelerinin özelleştirilmesi, yabancı sermayenin Bosna-Hersek ekonomisine girişini hızlandıran bir diğer faktördür. Bu özelleştirme süreçlerinde, yerel kompradorlar yabancı şirketlere kolaylık sağlamış ve karşılığında kişisel veya grup çıkarlarını maksimize etmişlerdir. Bu durum, ülkenin ekonomik bağımsızlığını tehlikeye atmış ve kaynaklarının yabancıların kontrolüne geçmesine yol açmıştır.

​Cafer Cangöz, Halil Gündoğan ve Serdar Okan’dan güncel örnekler

Türkiye’deki modern komprador mekanizmasını anlamak için, Cafer Cangöz (Sınıf Teorisi baş yazarı), Halil Gündoğan (Avrupa Demokrat yazarı) ve Serdar Okan (Devrimci Demokrasi yazarı) gibi isimlerin analizleri de önemlidir. Bu isimler, günümüz Türkiye’sinde neoliberalizmin ve küreselleşmenin sunduğu yeni imkanlarla birlikte emperyalizm ve komprador ilişkilerinin farklı bir boyut kazandığını savunur.

​Cafer Cangöz, yazılarında özellikle finans sektörlerindeki yabancı sermaye akışını ve bu akışa aracılık eden yerel işbirlikçi aktörleri inceler. Cangöz’e göre, Türkiye’deki büyük sömürü projeleri, çok uluslu sermayenin yerel işbirlikçilerle ilişkileri büyük rantlar elde etmesinin bir aracıdır. Bu iş birlikçi sınıf, kendi ülkesinin topraklarını, yer altı zenginliklerini ve kaynaklarını yabancı sermayenin kar maksimizasyonuna sunar. Ancak ihtilalci komün ve sınıf savaşımı ile emekçilerin devrimlerle komünist partisi önderliğinde gerçekleşerek bu çürümüş komprador sisteminden kurtulunur.

​Halil Gündoğan, analizlerinde Türkiye’nin işbirlikçi sömürüleri, gerici islami sermaye politikalarını, yerel klikler arası çatışmalar ve bu alandaki komprador ilişkileri ele alıyor. Gündoğan’a göre, büyük ihaleler, yabancı şirketlere sağlanan imtiyazlar ve bu süreçteki yerel aracıların islami gerici sömürücü rolü, Türkiye’nin bağımsızlığını zedeler. Özellikle cezaevleri, açılımlar ve yeni ticari anlaşma projeleri gibi stratejik alanlarda, yerli şirketlerin ve yöneticilerin yabancı sermayeyle kurduğu ortaklıklar, ulusal çıkarlar yerine küresel çok uluslu şirket devlerinin çıkarlarına hizmet eder. Bu durum, ülke halklarının insani yaşam sürdürebilinir güvenliğini tehlikeye atarken, tüm sosyo-ekonomik kaynaklarının emperyalist güçlerin kontrolüne geçmesine yol açar.

​Serdar Okan ise, dış ilişkiler, güvenlik politikaları, yeni ara sınıf prekarya gelişmeleri ve çok uluslu şirketler ile komprador ilişkilerinin nasıl işlediğine odaklanır. Okan, Türkiye’nin savunma sanayindeki bazı projelerin, yeraltı ve üstü zenginlikleri aslında ABD ve diğer Batılı güçlerin çıkarlarına hizmet ettiğini, yerli üretimi ve ulusal bağımsızlığı zayıflatarak modern sömürüleri deşifre ediyor. Ona göre, bu siyasi ve ekonomik gelişmelerde yer alan yerel yöneticiler ve iş adamları/şirketler, tıpkı 19. yüzyılın Çinli kompradorları gibi, modernize bir biçimde kendi ülkelerinin ekonomik bağımsızlığını değil, emperyalizmin stratejik hedeflerini esas alırlar.

​Bu bağlamda, Tom Barrak ve Johann Sattler gibi figürler, doğrudan bir ülke yönetimini ele geçirmek yerine, yerel iktidar ve komprador sermaye gruplarıyla iş birliği yaparak kendi menfaatlerini güvence altına alırlar. Bu iş birliği, ulusal kaynakların yabancı sermayeye transferini kolaylaştırırken, aynı zamanda ülkelerin ekonomik bağımlılığını derinleştirir.

​Devrimci literatür, komprador burjuvazisini, emperyalist sistemin bir uzantısı ve ulusal bağımsızlığın önündeki en büyük engel olarak tanımlar. Mao’nun bu teorisi, İbrahim Kaypakkaya tarafından Türkiye’ye uyarlanarak, ülkenin sosyo-ekonomik yapısının emperyalizme bağımlılığını açıklamada önemli bir araç haline gelmiştir. Günümüzde, Cafer Cangöz, Halil Gündoğan ve Serdar Okan gibi isimlerin analizleri, bu komprador kapitalist mekanizmasının farklı sektörlerde ve yeni biçimlerde nasıl işlediğini gözler önüne serer. Bu nedenle, Tom Barrak gibi uluslararası sermaye temsilcilerinin siyasi ve ekonomik faaliyetleri, sadece ticari ilişkiler olarak değil, aynı zamanda küresel emperyalist sistemin Türkiye ve benzeri ülkelerde ki komprador temsilcileri olarak okunabilir. Bu tür ilişkilerin varlığı, Türkiye’nin kendi ekonomik ve politik kaderini tayin etme yeteneğini baltalayan bir mekanizmanın işleyişini açıkça ortaya koyar.

​Bu analize dayanarak, komprador burjuvazisine karşı mücadelenin, Türkiye’de ve benzeri yerlerde tam bağımsızlık ve sosyalizm hedefine ulaşmada neden merkezi bir rol oynadığını gösterir.

Pandemi sonrası yapay zeka ve algoritmalarla toplum çok kolay yönlendirilen bir duruma evrilmektedir. Yeni alışkanlıklar siyasette, ticarette, sanatta ve bir çok alanda görülecektir. Bu süreci ve gelişmeleri kavramayan herkes ve her kurumsal olgu önemini yitirecek ve komprador sistemin bir dişlisi durumuna evrilecek. Emperyalizmin devasa bu gelişmelerini iyi okumadıkça, onu yıkma ve ona karşı mücadele yetersiz kalacaktır. 

Fakat her gelişme karşıtını da geliştirerek çakışma ve çatışmalarla bir ileri ki evreye ulaşıyor. Bu evrede daha komün, daha paylaşımcı ve daha insani bir dünya için; her alanda devrim… Her alanda sosyalizm şart.


Erkan Karakaplan – 11.10.2025


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑