Makaleler

Published on Ekim 6th, 2025

0

“Görüntüler” bizi neden üzdü?


“Görüntüler” hakikaten kimilerimizin kalbinin kırıldığını hissetmesine sebep oldu ama söylendiği gibi siyasi ahvali “tek bir kareye” indirgeyerek kendi kalbimizi kırma hatasına düştüğümüz için değil.

A. Nilüfer Zengin Kürkçü – bianet

1 Ekim TBMM resepsiyonunda DEM Partililerin odağında olduğu “görüntülerden” sözediyorum. Öylesine sert bir dönemden geçiyoruz ki, karşıtlıklar kadar yan tutarlıklar da kendilerine özgü koyu hırçınlıklarla  dışa vuruluyor.

Buradaki ikiliğin irrasyonel sonuçlarına katlanmak zorunda kalmamak açısından, siyasi geçmişlerini HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılıp hapse tıkılmaları için oy eksiğini gidermeye koşarak lekelemiş olanların DEM Parti’nin iktidarla her temasına ateş püskürmelerinin içimizde küçümsemeden başka bir karşılık bulamadığını not ederek başlayayım.

Kürt varlığının tanınmasına prensip olarak karşı, faşist ve doğal olarak ırkçı mahfillerin nefret, haset ve yoketme arzusuyla dolu saldırılarıyla, onları kınamak dışında bir ilişki kurulamaz.

Öte yandan bir dönemin en acımasız saldırılarına maruz bırakılanlar arasında olsalar da siyasi aktörleri eleştirilerimizden sakınmak o aktörlerin aklına ve vicdanına yeterince güvenmemek anlamına gelir.

Radikal demokrasi fikri çevresinde bir kitle partisi olarak teşekkül eden HDP’nin devamı olan DEM Parti’nin ve seçmenlerinin, Kürtlerin ve baskı altındaki tüm kimliklerin yaşam hakkı, özgürlük hakkı, barışma hatta “uzlaşma” hakkı vardır, bunların tümü kendi kaderini tayin hakkı kapsamındadır. Kimse bu haklarını kullandığı için kimseyi gözden düşürmeye çalışamaz. Daha doğrusu çalışır da, o çabalar kara çalma didinmeleri olarak itibarsızlık boşluğunda kaybolur gider. DEM Partililerin temas ve müzakerelerine saldıranların, ana muhalefetin kısa zaman öncesine kadar sürdürdüğü “normalleşme” siyasetinin geride bıraktığı muazzam fotoğraf arşivine bir göz atmaları, siyasal evrenimizi bir süreç olarak kavramalarına daha çok yardımcı olacaktır.

Şu halde basit ama gözden kolaylıkla kaybolan bazı belirtikleştirmeleri de hatırlatmak yersiz olmayacaktır: Uzlaşma “anlaşma” demek değildir, “anlaşma” da güçlü olanın fikrinde ortaklaşma, duyguda ve düşüncede aynılaşma anlamına gelmez. Bu terimlerin açık ve basit politik anlamları dışında tahkir edici sıfatlara dönüştürülmesi eninde sonunda siyasetin uzun yolunda bu sıfatlara baş vuranları utandırır. Bu tarz kara çalma ve itibarsızlaştırma çabaları, yürüyecek yolu olanlar için takıntı haline gelmemeli. Yoksa bir arpa boyu yol gitmek imkânsız hale gelir.

Kürtler -DEM Parti’nin başlıca enerji kaynağı olarak- 40 yıldır çok ağır psikolojik saldırılara uğradılar ve bunlardan sağ salim çıktılar.  Bilhassa aşırı korumacı ve kontrolcü DEM Parti mahfillerinin sosyal medyada tezahür eden “savunma” refleksleriyle eleştirilere, sanki ölümcül bir zehirmişler de, tenlerine değerse acı verici kasılmalarla onları oracıkta öldürecekmiş evhamını yansıtan panikli reaksiyonlar vermeleri yersiz. Bu da gelir, bu da geçer. Hepsi geçti…

Hislerin dahil olduğu her durumda siyaset, o siyaseti icra edenleri seçenlerin, sevenlerin ve takip edenlerin her somut anda ne hissettiklerini sezerek, o hissiyata uygun davranmaktan ibaret olmalı. “Görüntüler” hakikaten kimilerimizin kalbinin kırıldığını hissetmesine sebep oldu ama söylendiği gibi siyasi ahvali “tek bir kareye” indirgeyerek kendi kalbimizi kırma hatasına düştüğümüz için değil. Bilakis, o kalp kırıklığı “tek bir an” denen karenin aslında bir süredir karşımıza çıkan diğer “karelerle” olan ilişkisini bir anda aklımızda ve ruhumuzda bütünleştirdiği ve berraklaştırdığı için zuhur ediyor.

Aşağı yukarı yaz başından beri hem konvansiyonel hem serbest medyanın önemli bir bölümü, siyaset dinamiğinin ise neredeyse tamamı barış ufkunun dairesine girdiğimiz, “o güzel günlerin kıyısında” olduğumuz duygusunu işledi. Toplumda, üzerinde çalışılan bu sentetik ruh hali imalatına uygun beklentiler oluştu. Bu beklentilerin kimi bir parça hayalcilik üzerine kuruluydu, kimi ise şartlar muvacehesinde anlaşılır şeylerdi.

Fakat gök kubbe altında yeni hiçbir ilişki yaşanmadı. Belki hiçbir şey bu “ilişki sürecinde” daha kötüye gitmedi ama mevcut “fenalık” katılaştı ve eleştiri alanı dışına düştü. Saldırılar devam etti ancak onlar önemsenmese de olurdu. Ciddi bir eleştiri basıncı ortada yoktu. Bu süreçte DEM Parti yöneticileri ve önde gelen figürleri siyasetlerini kamuoyunda oluşan umudu canlı tutmak üzere yürüttüler. Belki de umudu canlı tutmayı bir yöntem olarak gördüler. Ancak bu sürede de çoğunlukla Meclis içine kapandılar. Halk toplantıları denen şeyler “çok geç ve çok az” kabilindendi ve asıl vaziyetin kendi niteliğini, onun uyandırdığı duygulanımları değiştirmeye yetmiyordu. Ama durum değişince her şey de değişirdi zaten.

Son bir aya kadar bakılan kahve falları hep iyi şeyler muştuluyordu. Bir aydır DEM parti yetkililerinden de huysuzlanmalar duymaya başladık. Fakat bunlar da huysuzlanma hakkını sadece kendilerine tanıyan türden yarı kapalı, imalarla dolu serzenişlerdi.  Bu arada sıklıkla dile getirilen tek konu komisyonun İmralı’ya gitmesi talebiydi. Nihayet bu görüşmelere esastan karşı olmayan herkes için iyi bir şeyler olması umudu sönükleşti ama yok olmadı. Fakat “git git” bir yere varamama, bu yolun bir yere gittiğinden artık emin olmama duyguları baş gösterdi.

İşte herkesin bir şey beklediği ve kimsenin hayatının çok da iyi gitmediği bu dönemeçte, bütün dikkatlerin, jestler ve mimiklerle yapılan siyasetin sahnenin merkezine yerleşeceğini herkesin bildiği Meclis açılışında DEM Parti ileri gelenlerinin hiç bizimkiyle benzemeyen bir haleti ruhiye içinde, bizi bir uzay boşluğuna yuvarlayan yabancılıktaki halleri düştü önümüze. “Öyle yapılması gerektiği için”, “böyle olması gerektiği için” ölçüsünden biraz fazlaydı bir şeyler. Bizi üzmek istemezlerdi, aslında uzay kadar yabancımız da değillerdi ve iyilik güzellik olsun da istiyorlardı ama ne eksikti? Ya da ne fazlaydı? Fazla olan şey ne Meclis açılışı, ne resepsiyon ne de herhangi bir görüşmeydi. Fazla olan, ezenle ezilen arasında henüz hiçbir şeyin değişmediği şu durumda kendimize saklamamız gereken gülüşlerimizdi.

Eksik olan, kendilerini rahat hissettikleri bir an, yüzlerine otomatik olarak yerleştirmelerini bekleyeceğimiz uzaklıktı. O “mesafe” nereye gitmişti?

İhtimal o ki, bu bir  yıllık aleni görüşme döneminin ürettiği mikro ilişkiler, mikro muhataplıklar onları da insani olarak etkiledi, çünkü insanlar! Öyleyse, insan kendi insanlık hallerine göre siyaset kurguları yapmalı. Bu da sıradan insanlarla daha çok mesai yapmayı gerektiriyor.  Yoksa kimse Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’ndan dışarı taşan hoş diyalogları yadırgamıyor örneğin. Ne var ki, yabancılaştırma efektiyle dengelenmeyen bütün temaslar ve yakınlaşmalar tad kaçırmaya aday.  Son üç dört yılda bile, hayatı sanal gerçeklikte yansıtan araçlar ve zeminler çok gelişti, anlam enflasyonuna uğradı. Otantik olanla aktarılmış, ele alınıp sunulmuş olan arasındaki mesafe duygusal olarak henüz bizim işleyemediğimiz karanlık bir alan olarak var oluyor. Bu gelişmeleri herkes kendi hayatından da biliyor.

Burada, o görüntülerin odağındakileri sevenlerini yadırgatan “neden yan yana durdunuz, niye görüştünüz” meselesi olmadığı için buna verilen “E, müzakere ettiklerimizle tabii fotoğrafımız olur” ya da “bir kareden bir siyasi tablo hükmü çıkarılamaz” yanıtı bu yadırgamayı çoğaltıp genelleştirmekten başka bir şeye yaramıyor.

Siyaset, herkesin herkesle ilişki kurma zeminiyse, tüm siyaset bu “ilişkiler süreci”nin bunu gerektirdiği öne sürülerek mecliste yapıldıgında, DEM Parti’nin kitlesiyle ilişkisini yeniden üretmesi için elinde sözler ve görüntülerden başka pek bir şey kalmıyordu. Belki de, daha ince düşünen ve DEM Partinin güçlüklerini anlamaya ve hak vermeye gayret edenlerin bile içlerine sindiremedikleri budur: İmgelerin hâkim olduğu siyasetin neden olacağı sonuçların öngörülmemesi, ya da bütün tedbirlerin bizim değil de “onların kalbinin kırılmaması”, “bizi yanlış anlamamaları” doğrultusunda alınmış, muktedirlerle “temas” yoğunlaşırken “mesafeler”in ufukta kaybolduğu görüntülerden başka bir şey kalmamış olmasıdır.


Seçtiklerimiz: A. Nilüfer Zengin Kürkçü – bianet – 05.10.2025


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑