Makaleler

Published on Mart 25th, 2025

0

Gerçekten “barış ve kardeşlik” isteniyorsa… Doğan Özgüden


Kuruluşundan beri aralıksız yazdığım Sürgün Dergisi’nin bu sayısına yazımı en geç 20 Şubat’ta göndermem gerekiyordu. Ancak, Türkiye siyasal yaşamını olduğu kadar, siyasal sürgünümüzü de yakından ilgilendiren son “barış ve kardeşlik” kampanyası kapsamında Abdullah Öcalan’dan gelecek mesajı beklemem gerektiğinden, ASM sözcüsü arkadaşımız Mahmut Özkan’ın de onayıyla bu satırları ancak 1 Mart’ta kağıda dökebildim.

Türkiye’de iktidar kanadının genelde Kürt ulusal direnişini kendi dayattığı “paradigma”ya bağımlı kılmak, özel olarak da Suriye ve Irak’taki Kürt yapılanmalarını tamamen yok etmek amacıyla başlattığı “barış ve kardeşlik” kampanyası, DEM Parti temsilcilerinin İmralı’da Abdullah Öcalan’la başlayıp, Türkiye’de ve Irak Kürdistanı’nda yaptıkları bir dizi görüşmelerle farklı bir boyut kazanmış bulunuyordu.

En son 27 Şubat günü Öcalan’ın kendisini İmralı’da ziyaret eden daha genişletilmiş bir heyet aracılığıyla kamuoyuna ilettiği “Kürt ulusal direnişinin silah bırakması ve PKK’nin kendisini feshetmesi” çağrısı sadece Türkiye kamuoyunda değil, yurt dışındaki Kürt, Türk, Ermeni, Asuri ve Grek diyasporalarında da büyük yankı yarattı.

Türkiye’deki 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden sonra yıllarca zindanlarda çile çekmiş sürgündeki değerli Kürt aydını dostlarımdan Recep Maraşlı, aynı gün paylaştığı bir yorumda şu önemli anımsatmayı yaptı:

“Kuşkusuz bir örgütün kendi varlığına son vermesi, silahlı mücadele verip vermeyeceği konusu, o örgütün yönetici kurullarına, kadrolarına, taraftarlarına aittir. Elbette Kürdistan’ın tüm parçaları ve diyasporada geniş bir kitle desteğine sahip ana akım bir siyası yapının alacağı kararların, yalnız kendisini değil, Kürdistan ulusal demokratik mücadelesinin kaderinde de önemli etkilere yol açması kaçınılmazdır.

“Hemen şunu hatırlatmakta fayda var ki, bugün yapılan Öcalan’ın ‘ilk silah bırakma ve örgütün feshedilmesi’ çağrısı değil. 2000’li yılların başlarında da benzer bir çağrı yapılmıştı. Silahlı mücadeleye stratejik olarak son verme kararı alınmış ve örgütün ismi dahil program ve tüzüğü değiştirilmişti. Keza daha ciddi biçimde 2014-2015 yıllarında sürdürülen ‘Çözüm Süreci’nin devlet tarafından bir komplayla nasıl bir kaç gün içinde yok sayılıp, tekrar şiddetli bir savaşa dönüştürüldüğünü hep beraber gördük.”

O komplonun sonucudur ki, HDP’nin eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, Gezi mahkumları Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden, Çiğdem Mater Utku ve daha binlerce insan hakları savunucusu, gazeteci, yazar, muhalif parti yöneticisi zindanlardadır… 

Bir sayısal anımsatma…AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’deki hükümlü sayısı 34 bin 808, tutuklu sayısı 24 bin 621 iken, 1 Temmuz 2024 verilerine göre 295 bin 64’ü hükümlü, 47 bin 462’si tutuklu olmak üzere toplam 342 bin 526 kişi cezaevlerindedir.

Türkiye’nin nüfusunun 2002’de 65 Milyon iken 2024’te 85 Milyon’a ulaştığı göz önünde tutulursa, 22 yılda nüfusun 1,3 misli artmasına karşılık, aynı sürede demir parmaklıklar arkasındaki yurttaşların sayısı tam 5,4 misli artmış bulunuyor.

Üstelik cezaevlerinin mevcut kapasitesi sadece 295 bin 328 olduğu için, toplam nüfusu 342 bin 526 olan hükümlü ya da tutukluların önemli bir bölümü mevcut zindanlarda gayri insani koşullarda gün sayıyor.

Birgün Gazetesi, zindan yetersizliğini gidermek için 2025 yılında, aralarında Uşak, Bartın, Siirt ve Niğde olmak üzere 11 kentte yeni cezaevlerinin inşasına başlanacağını bildiriyor. 

Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve NATO’nun asli üyesi, Avrupa Birliği’nin de aday üyesi Türkiye 784 Bin Kilometrekare’lik bir hapishaneye dönüştürüldüğü gibi, Kürt direnişini önleme bahanesiyle güney doğu ve doğu sınırlarında 1160 kilometre uzunluğunda beton duvar çekilip 1234 kilometre uzunluğunda devriye yolu döşenmiş durumda.

Bunlar yetmezmiş gibi, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde kurulan askeri üslerle, Türkiye’den havalandırılan drone’lar ve savaş uçaklarıyla ve de ırkçı-dinci takımından derlenmiş kiralık silahşörlerle bu iki ülkedeki Kürt varlığına karşı saldırılarının ardı arkası kesilmiyor.

Bundan tam 10 yıl önce, 26 Ocak 2015’te, Suriye Kürtlerinin başını çektiği Halk Savunma Birlikleri (YPG), yıllarca sadece Suriye halkına değil, Avrupa, Amerika ve Asya halklarına korku dolu günler yaşatan, kelle uçurucu IŞİD çetelerine karşı Kobanê’de 133 gün süren direnişini zaferle sonuçlandırmış, bu kara belanın tüm Suriye’ye egemen olmasını, giderek de komşu ülkelere sızmasını da önlemişti.

Üzerinden 10 yıl geçtikten sonra, bu gerçeğin hiçe sayılıp, daha düne kadar Türkiye dahil tüm Batı ülkelerinin kara listelerinde yer almışken Esat’ı devirip iktidar olunca “el bebek gül bebek” sayılan islamcı iktidarı da yedeğe alarak Kürt özerk yönetimini yok etmek için her türlü kirli manevraya baş vurulması, Erdoğan-Bahçeli iktidarı ve destekçileri için yüz karasıdır.

Eğer Türkiye’de gerçekten bir barış ve kardeşlik ortamı yaratılmak isteniyorsa, öncelikle yıllardır tecritte tutulan Öcalan ile birlikte, zindanlardaki Kürt liderleri, Gezi direnişi mahkumları ve siyasal tercihleri nedeniyle Türkiye’nin dört köşesindeki zindanlarda özgürlüklerinden yoksun kılınanlar derhal serbest bırakılmalıdır.

İkinci koşul ise, Türk silahlı kuvvetlerinin 1160 Kilometre uzunluğundaki sınır duvarının güneyindeki Irak ve Suriye topraklarından geri çekilmesi, askeri uçaklarla ve drone’larla yapılan imha saldırılarına son verilmesi, Suriye’nin kuzey doğusundaki Kürt özerk varlığının dönüş olmayacak şekilde tanınması, yeni oluşan Suriye yönetiminde eşit haklarla yer almasına engel olunmamasıdır.

Dahası, dünyanın tüm kıtalarına dağılmış Kürt diyasporası ile 1915 soykırımından beri oluşmuş Ermeni, Asuri ve Grek diyasporalarını temsil eden kurumların “düşman” unsurlar olarak nitelenmesinden vaz geçilmesi, Türkiye’nin bir barış ve kardeşlik ülkesine dönüşmesi için onların da görüşleri ve önerilerinin mutlaka dikkate alınmasıdır.


Seçtiklerimiz: Doğan Özgüden – Sürgün Dergisi – Mart 2025

Tags: ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑