Makaleler

Published on Temmuz 24th, 2025

0

Emine Ocak Anne’ye veda ederken cezasızlık tarihimiz | Ayşe Hür


Cumartesi Anneleri’nin sembolü Emine Ocak, gözaltında kaybedilen oğlu Hasan için 30 yıl boyunca adalet aradı. Türkiye’nin karanlık tarihine ışık tutan bu direnişin ardında, cezasızlıkla örülmüş bir devlet geleneği duruyor…

Cumartesi Anneleri’nin sembollerinden Emine Ocak, 1995’te gözaltında katledilen oğlu Hasan Ocak ve nice “kaybedilen” evlatların adalet mücadelesinde tünelin ucundaki ışığı dahi göremeden 87 yaşında hayata veda etti. Çok üzgünüm.

Onu en doğru anma şekli mücadelesini devam ettirmek bence. Bilmeyenler için neydi o mücadele, nasıl başlamıştı, kısaca özetlemek istiyorum izninizle.

Siz evladınızı kaç yıl beklerdiniz?

Cemil Kırbayır, 13 Eylül 1980’de Kars Sıkıyönetim Gözetimevi’ne götürüldü. Kardeşi Mikail 26 gün sonra o meşum cevabı aldı: “Burada öyle biri yok!” Berfo Ana 105 yaşında, evladının kemiklere hasret göçtü bu dünyadan.

Hüseyin Morsümbül, 18 Eylül 1980 günü Bingöl’deki evinden jandarma ve bir grup sivil tarafından alındı. Ardından babası da götürüldü karakola. İkisi ağır işkencelerden geçtiler. Baba şanslıydı, salıverildi. Bir gün görevlilerden biri babaya “oğlun kaçmış” dedi. Baba, “Orası öyle bir yer ki, değil bir insanın bir kuşun kaçması bile mümkün değil” dedi ama kimseleri inandıramadı. Hüseyin 27 yıldır yok. Fatma Ana 2016’da öldü. Yengesi Ayten Morsümbül, “kemiklerini bulacağım!” diyor hala.

Ailesi Hayrettin Eren’in 21 Kasım 1980’de İstanbul’da güvenlik güçlerince gözaltına alındığını arkadaşlarından duydu. Telaşla Gayrettepe’deki Emniyet Müdürlüğü’ne gittiler. Ama yetkililerden tek bir laf duydular: “Bizde yok!” 40 yıldır Hayrettin’den haber yok.

Kenan Bilgin, 12 Eylül 1994’te Ankara’da otobüs durağında gözaltına alındı. Bunu polis söylemedi, onu Terörle Mücadele Şubesi’nde görenler söyledi. Hücresinde “22 gündür buradayım, beni kaybedecekler” diye haykırmıştı. Aileye her zamanki malum cevap verildi: “Bizde yok!” Hala yok.

61 yaşındaki Nazım Gülmez, 14 Ekim 1994 Tunceli Hozat Taşıtlı Köyü’nde jandarmalar tarafından sorguya götürüldü. Yanındaki üç kişi serbest bırakıldı ama Gülmez’den bir daha haber alınamadı. Muhtar ve tüm köylülerin şahadeti işe yaramadı, devletin cevabı belliydi: “Bizde yok!”

44 yaşındaki Mehmet Özdemir, 29 Aralık 1997’de Diyarbakır hayvan pazarında telsizli kişilerce gözaltına alındı. Karakola giden aileye, “sorgulandıktan sonra çıkar” dediler. Ailenin içi rahatladı. Ancak ertesi gün tekrar gittiklerinde o meşum cümleyi duydular: “Bizde yok!”

Fehmi Tosun, 1998’de güpegündüz onlarca kişinin arasında, kafasına silah dayanarak, telsizli kişiler tarafından bir arabaya sokuldu. Olayı pencereden gören eşi Hanım Tosun, deli gibi merdivenleri indi ama kapının önüne geldiğinde kocası ortada yoktu. Onu bir daha da göremedi. Fehmi Tosun hala yok!

Bu da mutlu son(!) çünkü anacığı yavrusuna kavuştu. Ama nasıl? Hasan Ocak, 20 Mart 1995’te annesini arayıp, “Akşama yemek yapma, ben balık alacağım” dedi. Kız kardeşi Aysel’in yaş günüydü. Ancak o gece balık da gelmedi, Hasan da. Annesi Emine Ocak, günlerce 28 yaşındaki kuzusunu aradı. Sonradan öğrenilecekti ki Hasan, Newroz gösterileri sırasında gözaltına alınmıştı. Bir mahkemede kalkıp hâkime “Oğlumu kimden sorayım” deyince görevli komiser, “Gel ben seni oğluna götüreyim” dedi. “Sağ mı? İnanayım mı?” derken içerde buldu kendini. “Mahkemenin huzurunu bozmak” suçundan 60 yaşında, 19 gün hapis yattı. 55. günün sonunda gelen meçhul bir telefon, oğlunun gerçek adresini fısıldadı: Hasan’ın telle boğulmuş bedeni, Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’nda yatıyordu. Mezarı açtılar. Emine Ana, oğluyla kucaklaştı.

Bu olaydan sonra kayıp yakınları, Cumartesi Anneleri/Cumartesi İnsanları adı altında 27 Mayıs 1995 gününden başlayarak İstanbul’da, İstiklal Caddesi’nde Galatasaray Lisesi önünde her Cumartesi saat 12:00’de,”Kayıplar akıbeti açıklansın, sorumlular ortaya çıkarılarak yargılansın ve Kayıplar son bulsun!” talebiyle basın açıklaması yaptılar, daha doğrusu yapmaya çalıştılar çünkü, 170. haftada başlayan engellemelerin 30 hafta sürmesi üzerine eylemlerine 13 Mart 1999’daki 200. hafta buluşmasından sonra ara vermek zorunda kaldılar.

“Faili devlet” olan suçların yargılanması umudunun belirdiği 31 Ocak 2009’da yeniden toplanmaya başladılar. 2011’de CB Erdoğan TBMM kürsüsünde Berfo Ana’nın ızdırabını anlatırken, milletvekilleri gözyaşlarına boğulunca(!) iyice umutlandılar.

Ancak “devlette süreklilik” esastı. Failler tek tek aklanırken(!) 25 Ağustos 2018’deki 700. hafta anması, anaların acısını “kandırmaca” diye niteleyen İçişleri Bakanı SS’nin talimatı ile yasaklandı. Ardından gelsin gazlı, coplu, gözaltılı haftalar, yasaklı yıllar…

1.000. hafta, devletlülerimiz lütfettiler, Galatasaray Meydanı’nda anma yapılmasına izin verdiler. Öyle ya arada kazandaki buharı birazcık serbest bırakmak adettendi.

Evet, başa dönüp soralım: Siz evladınızı kaç yıl beklerdiniz? CUMARTESİ ANNELERİ 45 yıldır bekliyor. Anneler babalar öldü, evlatlar hatta torunlar bekliyor… Evlatlarının dirisinden vazgeçti çoğu, bir kemiğine, saçının bir teline bile razı. “Bir mezar yeri olsun yeter!” diyorlar. Ama devletin analara cevabı hala aynı: “BİZDE YOK!”

Cezasızlık tarihimizden başlıklar

“Gözaltında kaybetmek” diye yumuşatarak tarif ettiğimiz bu suç tipinin faillerini bırakın cezalandırmayı, adlarını dahi öğrenememiş olmamızdan hareketle adeta bir devlet politikası haline gelmiş olan “cezasızlık” tarihimize de gözatalım.

Milli Mücadele’ye katılım afları

Falih Rıfkı Atay’a göre, “Yenibahçeli” Şükrü, “Deli” Halit Paşa, “Küçük” Kazım, “Filibeli” Hilmi, “Yenibahçeli” Nail gibi Teşkilat-ı Mahsusacıların, “İpsiz” Recep, “Dayı” Mesut, “Kara Aslan”, “Kel Oğlan” gibi çetecilerin, “Giritli” Şevki, “Çerkes” Ethem ve Reşat Kardeşler, “Serezli” Parti Pehlivan, “Topal” Osman, Yahya Kâhya gibi kabadayıların Ermenilere yönelik pek çok katliama karıştıkları biliniyordu. Bu suçlular ordusu, af karşılığı katıldıkları Millî Mücadele sürecinde de suç işlemeye devam etmişler ancak bunların ezici çoğunluğu Milli Mücadele’nin şanına halel getirmemek için hukuk yoluyla cezalandırılmak yerine sessizce tasfiye edilerek saf dışı edileceklerdi.

Lozan affı

Cezasızlığın miladı bu ülkenin kurucu metni. Kasım 1922-Temmuz 1923 arasındaki Lozan Barış Görüşmeleri boyunca, 1915 Ermeni Tehciri’nin “uygarlığa karşı bir meydan okuma” olduğu söylenmiş, Ermenilerin çektiği “acılara”, başına gelen büyük “felaketlere” değinilmiş ancak sonunda 1 Ağustos 1914 ile 20 Kasım 1922 arasında işlenmiş bütün “suçlar” af kapsamına alınarak “Ermeni tabusu”nun ilk ilmeği atılmıştı. Böylece daha önce yerel nitelikteki suç ortaklığı, uluslararası müttefiklerle pozisyonunu güçlendirmiş oluyordu.

Malta Sürgünleri’nin taltifi

Bir de 1915 Ermeni Soykırımı’nda çeşitli görevler aldıkları bilinen, bu yüzden İngilizler tarafından Malta’ya götürülen, ancak esas olarak siyasi nedenlerle peyderpey salınan, takas edilen veya kaçan Malta Sürgünleri Anadolu’ya döndükten sonra cezalandırılmak bir yana, taltif edilmiş, terfi etmiş, özetle Cumhuriyet’in harcına katılmıştı.

1931 Ağrı muafiyeti

20 Temmuz 1931 tarihli 1850 sayılı özel kanunda “20 Haziran 1930’dan-1 Aralık 1930 tarihine kadar askeri kuvvetler ve Devlet memurları ve bunlarla birlikte hareket eden bekçi, korucu, milis ve ahali tarafından isyanın ve bu isyanla alakadar vak’aların tenkili emrinde gerek müstakilen ve gerek müştereken işlenmiş ef’al ve harekat suç sayılmaz” deniyordu.

1938 Dersim’de zehirli gazın hesabının sorulmaması

Dönemin tanıklarından İhsan Sabri Çağlayangil, 1987’de Kemal Kılıçdaroğlu’na “[1938’de Dersimli asiler] mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Dersim davası da bitti” diye itirafta bulunduğunda, CHP’li bazı milletvekilleri bile “başka çare yoktu” mealinde konuşurken, fail muhalif “CeHaPe” dönemi olduğu için dönemin Başbakanı AKP lideri Erdoğan yarım ağızla da olsa “özür diliyorum” dedi. O kadar!

6/7 Eylül 1955 muafiyeti

Orgeneral rütbesinden emekli olmuş, tuğgenerallik rütbesinde Özel Harp Dairesi (ÖHD) başkanlığı yapmış, bu konuda eserleri olan, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu’nda üst düzey görevlerde bulunmuş Sabri Yirmibeşoğlu daha sonra inkȃr etmekle birlikte, gazeteci Fatih Güllapoğlu’na “6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?” dedi ama kimse paşadan ve teşkilatından hesap sormadı.

12 Eylül darbecilerinin muafiyeti

1982 Anayasası’na konulan geçici 15’inci madde ile, darbe yöneticileri ve kamu görevlilerine sınırlı süreli sorumsuzluk getirildi, böylece yüzbinlerce gözaltı, işkence, cinayet, hukuksuz yargılama ve infazın hesabı sorulamadı.

Susurlukçuların kutsiyeti

3 Kasım 1996 Susurluk Kazası’ndan sonra MİT tarafından hazırlanan ilk rapor yüzeysel bulundu, Kutlu Savaş tarafından hazırlanan 120 sayfalık ikinci rapor 1998’de tamamlandı. Raporun 11 sayfası devlet sırrı gerekçesiyle açıklanmadı. Ama daha önemlisi kimse yargılanmadı.

Devletin “rutin dışı işleri”ni görmezden gelme

2007 yılında resmi terminolojiyle söylersek “terörle mücadelede özel yöntemlerin kullanıldığı” Tansu Çiller’in Başbakanlığı ve Doğan Güreş’in Genelkurmay Başkanlığı dönemine ilişkin bir kitap yayımlamıştı. Kitabın adı Süleyman Demirel’in “Devlet gerektiğinde rutin dışına çıkar” sözüne atıfta bulunarak “Rutin Dışı” idi. Ama o günlerde basın “rutin dışı” teriminden hiç rahatsız değildi. Cezalandırmayı bırakın, Tansu Çiller için devlet için ölen de öldüren de kutsaldı.

JİTEM’in dokunulmazlığı

PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan 2009 Ocak ayında Star gazetesine verdiği röportajda “Görev yeri: JİTEM” yazan resmi maaş bordrosunu gösterdi ve görev yaptığı yerde JİTEM yazılı tabela bulunduğunu söyledi. O güne dek devlet JİTEM’i inkâr ediyordu. Aygan, Ülkede Özgür Gündem gazetesine verdiği röportajda ise JİTEM’in eski Diyarbakır Grup Komutanı olduğu iddia edilen emekli Albay Abdülkerim Kırca’nın emriyle gerçekleştiğini söylediği pek çok cinayeti tek tek sıraladı. Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı, JİTEM üyesi oldukları, 1992-1994 arasında sekiz cinayete katıldıkları iddia edilen beş itirafçı, bir emekli subay ve bir muvazzaf astsubay hakkında kamuoyu baskısıyla tam 12 yıl sonra dava açtı. Savcı sonunda “JİTEM adlı oluşumun, İçişleri Bakanlığının onayı olmadan ve Genelkurmay Başkanlığının görüşü alınmadan, Jandarma Genel Komutanlığının kendi inisiyatifiyle kurulduğu tespit edildi” dedi ve oluşumla ilgili asker şahıslar yüzünden “yetkisizlik” kararı verdi. Böylece bu konu da rafa kaldırıldı.

Temizöz Davası’nın buharlaşması

 Eski Cizre Jandarma Alay Komutanı Cemal Temizöz, 23 Mart 2009 günü Cizre’de görev yaptığı sırada yaşanan faili meçhul cinayetler nedeniyle gözaltına alındı. 2009 Temmuz ayında açıklanan 104 sayfalık iddianamede Cizre’deki 20 cinayetten sorumlu tutulan Temizöz’ün 9 kez ağırlaştırılmış müebbet hapsi istendi. 5 Kasım 2015 günü görülen davada, Temizöz ve eski Cizre Belediye Başkanı Kâmil Atağ’ın da aralarında bulunduğu 8 sanık beraat etti.

Özel Harekat’ın dokunulmazlığı

Aradan üç yıl geçti. Daha önce de çeşitli televizyon kanallarında itiraflarda bulunan Özel Harekatçı Ayhan Çarkın’ın yeni itirafları üzerine “Faili meçhuller” hakkında açılan zoraki davada, Çarkın’la birlikte Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu ve 13 kişi daha yargılanıyordu. Ne oldu dersiniz? Bildiniz: Önce Ayhan Çarkın tahliye edildi. Diğer sanıklar da birer birer “beraat” edip aramıza katıldılar…

15 Temmuz muafiyeti

24 Aralık 2017 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 696 sayılı KHK’nin 121. maddesinde resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin hiçbir idari, mali ve cezai sorumluluğunun olmayacağı belirtildi!

Bakalım bu “rutin” ne zaman bozulacak?


Ayşe Hür – 24.07.2025

Tags: , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑