Bolşevik Partizan: Emperyalist savaşa ve faşizme karşı mücadele
Ya devrimler savaşı önleyecek ya da savaş devrimleri beraberinde getirecektir
EMPERYALİST DÜNYADA GELİŞMELER, EMPERYALİST SAVAŞA VE FAŞİZME KARŞI MÜCADELE
Bolşevik Partizan
Emperyalist Dünya Sistemi Krizde…
Ne anlamda kriz?
Devrim tehdidi nedeniyle değil… Devrimci ve komünist hareket kapitalizmin/emperyalizmin egemenliğini hem küresel alanda hem de tek tek ülkelerde gerçek anlamda tehdit eder durumda değil. Evet, her ülkede işçi mücadeleleri, sömürülenlerin, ezilenlerin ekonomik ve demokratik talepler temelinde mücadeleleri var. İklim değişikliğine karşı doğayı koruma mücadeleleri, kimlik mücadeleleri, kadın hakları mücadeleleri, despotik yönetimlere karşı demokrasi mücadeleleri, faşizmin gelişmesine karşı mücadeleler var. Bunlar kimi zaman büyük kitlesel boyutlara da ulaşıyor, egemenler belli tavizler vermek zorunda kalıyor. Fakat bütün bu mücadeleler işçi sınıfı önderliğinde kapitalizmi sistem olarak karşısına alan mücadeleler değil. Devrimci örgütlerin ve komünistlerin bu mücadeleler içinde etkisi gerçekte “dikkate alınmaya değmez” boyutlarda. Yürüyen bazen büyük kitleselliğe de kavuşan, kazanım elde eden mücadeleler daha çok savunma, kazanılmış hakların ve mevzilerin burjuvazinin saldırılarına karşı savunma mücadeleleri. Kapitalist emperyalist sistem, kural dışı olarak sisteme karşı yönelen mücadeleleri de bastıracak ya da sistem içine çekecek durumda.
Bugün emperyalist sistemin krizinden söz ettiğimizde kast ettiğimiz, bu sistemin devrimci bir alternatif tarafından tehdit edildiği, kitlelerin demokratik ve sosyalist bir sistem alternatifi için ayaklanma hâlinde olduğu, egemenlerin yönetemez durumda oldukları, ezilenlerin artık eskisi gibi yaşamaya hayır deyip ayaklandıkları devrimci kriz değil.
Global ekonomide derin bir ekonomik kriz yok
Aynı şekilde, emperyalist kapitalist sistemin anda içinden çıkmakta çok zorlandığı derin bir ekonomik kriz içinde bulunduğu anlamında bir krizden de söz etmiyoruz. Bu bağlamda dünya ekonomisi, İkinci Dünya Savaşı sonu, 2000’li yıllar başı arasındaki yıllık ortalama %3,5’luk büyüme hızının gerisinde bir büyüme hızıyla büyüyor.
Kapitalizmin devrevî krizleri açısından durum şöyle:
Dünya ekonomisi bir bütün olarak ele alındığında 2019’un üçüncü çeyreğinde başlayan, Korona döneminde derinleşip depresyon aşamasında dibe vuran yeni bir kriz devresi içinde bulunuyor.
2020’de İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en yüksek küçülmesini yaşayan dünya ekonomisi, 2021 sonlarından itibaren toparlanmaya başladı.
Bu toparlanma döneminde 2022 Şubat’ında Rusya’nın Ukrayna’ya doğrudan saldırısı toparlanma hızını yavaşlattı.
2022’de %3,2, 2023’de %2,8 olan küresel büyüme 2024’te %3,2 büyüdü. 2025 için de öngörüler değişik kaynaklara göre %3,0 ve %3,2 arasında değişiyor.
Yani durağan ve İkinci Dünya Savaşı ertesinden 2008 arası dönemdeki yıllık ortalama %3,5’un altında bir büyüme. Fakat buna rağmen büyüme. Ve 2025’deki %3’lük bir ekonomik büyüme değer olarak 2000 yılının %5’lik büyümesinden büyüktür.
Devrevî krizler açısından toparlanma süreci normal gelişmede canlanma evresine geçişi beraberinde getirir. Ancak gelişmeler “normal” değil. ABD’nin Trump’la başlattığı ve hızla uygulamaya koyduğu “Amerika’yı Yeniden Muhteşem Yapalım”, “Önce ABD” siyaseti anda verili düzeni hem ABD içinde hem dünya çapında yarını öngörülemeyen bir kaos içine sürüklüyor. ABD’nin şimdi kendi Batılı müttefiklerine karşı da yürüttüğü ticaret savaşı global ekonomik gelişmeyi yavaşlatıcı rol oynayacaktır. Kuşkusuz bu ticaret savaşından kârlı çıkan ülkeler de olacaktır. Dış ticaret dengesi negatif olan ülkeler, bu arada ABD buradan kârlı, daha doğrusu dış ticaret dengesi pozitif olan ülkelere göre daha az zararlı çıkabilir. Fakat ticaret savaşlarından genel olarak dünya ekonomisinin zarar göreceği kesindir. Bu yüzden 2025’de, öngörülen büyüme hızının yakalanamaması büyük ihtimaldir.
Bu olası gelişmeye rağmen anda dünya çapında sistemi sarsan güncel bir ekonomik çöküntü vb. yaşanmıyor. Devrevî krizde dip noktasına varılmış, ondan çıkılmış durumda.
Almanya örneği
Ancak tek tek ülkeler açısından durum bir ve aynı değildir.
Örneğin dünyanın dördüncü büyük ekonomisine sahip Almanya’da anda ekonomi büyümüyor. Almanya’da ekonomi 2023 ve 2024’te iki yıl üst üste küçüldü. 2025 yılı içinde güncel gelişmeler göz önüne alındığında güçlü bir büyüme mümkün görünmüyor. Öngörülen %0 civarında dolaşacak bir büyüme Almanya’da ekonomik krizin süreceğini gösteriyor.
Alman burjuvazisi içinde bulunduğu ekonomik krizden tarihinin en yüksek devlet borçlanması ile çıkmak istiyor. 500 milyar avroluk bir “özel fon” borçlanması aslında 23 Şubat 2025 seçimlerinde yeni seçilen parlamento kurucu toplantısını yapmadan önce, 19 Mart’ta alelacele toplanan, aslında demokratik meşruiyeti olmayan eski parlamento tarafından onaylandı. Aynı parlamento toplantısında Almanya Anayasası’nda var olan “Borçlanma Freni” de, yapılan değişiklikle “Savunma harcamaları açısından” bütünüyle kaldırıldı. Yani savaş hazırlıkları, silahlanma vb. için Alman burjuvazisi sınırsız ölçüde yeni borç alabilecektir. Bu muazzam yeni borçlanma ile bir yandan başta savaş sanayi büyük tekellerin desteklenmesi, diğer yandan önemli ölçüde eskimiş, yer yer çökmüş altyapının yenilenme çalışmaları için büyük devlet yatırımları öngörülüyor. Hesap, bu devlet, destek ve yatırımları ile ekonomide canlanmayı sağlamak. Mümkün mü? Evet. Ne pahasına? Aslında emekçilerin sırtına yıkılacak devlet borcunun şişmesi pahasına. Bu 500 milyarlık “özel fon” –yani yeni devlet borçlanması– öncesinde Almanya’da her vatandaşa düşen devlet borcu payı 30.000 avro civarındaydı. 500 milyar yeni borç kişi başına 6.000 avro civarında yeni borç anlamına geliyor. Yani bugün Almanya’da yeni doğan her çocuk 36.000 avro borçla başlıyor hayata. Burjuva ekonomisi böyle yürüyor.
Kapitalist ekonomilerde büyüme konusunda şunların bilinmesi önemlidir
Başta “gelişmiş ekonomi”ler kategorisinde yer alan ülkelerde olmak üzere, hemen tüm kapitalist ülkelerde “ekonomik büyüme” genelde büyük borç balonlarına dayanan bir büyümedir. Dünyanın yeniden paylaşılması dalaşında için hızla silahlanma yarışı bu borç balonlarını daha da şişiriyor, şişirecektir.
Devlet borçları bağlamında, örneğin 2024’de %2,8 civarında büyüyen, ABD dolar bazında mutlak rakam olarak dünyanın aynı zamanda en borçlu ülkesi konumundadır. Mart 2025 itibarıyla ABD’nin devlet borcu 36 trilyon 219 milyar 812 milyon dolardı. Kişi başına düşen borç miktarı 110 bin doların üzerindeydi!
İkincisi: Bir ülkenin ekonomisinin büyümesi, eşittir halkın emekçilerin refahının artması anlamına gelmez. Kapitalizmde ekonomik büyüme burjuvazinin zenginliğinin artması anlamına gelir. Bu, genellikle işçilerin, emekçi halkın refahının daralması ile el ele gider.
Üçüncüsü: Global ekonomide büyümenin motoru 21 yüzyılın başından bu yana çok net olarak yerleşik emperyalist güçler değil, “gelişmekte” olan ekonomiler; en başta Çin ve Hindistan gibi ülkelerdir.
Dengeler değişti, değişiyor
Evet, emperyalist dünya ekonomisi bir bütün olarak ele alındığında bugün sistemin varlığını sarsan, tehdit eder derin bir ekonomik kriz içinde değil. Devrevî krizler bağlamında içinde bulunduğu kriz devresinde, canlanma aşamasına geçiş de durağan bir görüntü sergiliyor.
Ekonomik kriz içinde olan ülkeler var. Bunlarda da bugün güncel olarak devrimci bir krizden, devrimci durumun varlığından söz edilemez.
Buna rağmen emperyalist dünya kriz içinde. Eski düzen dağılıyor. Yenisi yapılanma içinde. Bunun nedeni şu: 2000’li yıllardan itibaren Çin’in emperyalist bir büyük güç hâline gelişmesi ve dünya pazarında ağırlığını hissettirmesi ile birlikte uluslararası alanda emperyalist dünyada güç dengeleri radikal bir biçimde değişmeye başladı. Dünya ekonomisi yeni bir döneme girdi. Yerleşik Batılı emperyalist güçlerin ekonomik gelişmelerinin hızının kesildiği; başta Çin ve Hindistan olmak üzere bir dizi “gelişmekte olan ülkeler” kategorisi içinde yer alan güçlerin hızla kalkınıp, geliştiği; bu arada 1990-2000 yılları arasında çöküntü yaşayan Rusya’nın emperyalist büyük güç olarak yeniden devreye girdiği bir yeni dönem. Bu yeni dönemin belirleyici özelliklerinden biri de kapitalist üretim sisteminin yarattığı ekolojik krizin derinleşmesi, dünyada bütün yaşamı tehdit eder yönde gelişmesidir.
İki kamp
Ekonomik alanda yeniden paylaşımı gündeme getiren bu köklü denge değişiklikleri, siyasi alanda 2010’lu yıllarda dünyanın giderek net bir şekilde iki kampa bölünmesi yönünde gelişmelere yol açtı.
Bir yanda başta ABD emperyalizmi, Batılı emperyalist büyük güçler; öbür yanda en büyük ekonomik güç olarak Çin emperyalizmi, en büyük ikinci askeri güç olarak Rus emperyalizmi ve müttefikleri var. Kabaca Batı/Doğu arasında bir bölünme. Doğu “gelişmekte olan ülkeler” kategorisi içinde bulunan “global güney”i örneğin “BRICS+” gibi işbirliği örgütleri üzerinden kendine eklemlemeye çalıştı, çalışıyor. Bunda epeyi mesafe de kat etti.
Ve bu iki kamp dünyanın her yerinde kapışma hâlinde.
Kapışmalar daha çok hâlâ temsilci savaşları olanak yürüyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yürüyen savaşların hiçbirinde emperyalist büyük güçlerin orduları karşı karşıya gelip birbirlerine karşı savaş yürütmediler. Burada Üçüncü Dünya Savaşı olacak böyle bir gelişmenin kıyısında dolaşıldı. Bu durum hâlâ sürüyor. Fakat dünya adım adım böyle bir savaşa doğru sürükleniyor. Güç dengelerindeki köklü değişiklik dünyanın yeniden paylaşılmasında genel çatışmayı zorluyor. Gelişmeler bütün emperyalist büyük güçleri ve müttefiklerini Üçüncü Dünya Savaşı’na hazırlanmaya götürüyor. Korkunç derecede silahlanma yarışı, içte militarizmin ve faşizmin geliştirilmesi bu hazırlıkların parçaları.
Trump’la gelen değişiklik
Batı/Doğu şeklindeki bölünmede, Trump ikinci kez başkan seçilip iktidara gelene kadar, Avrupa’daki emperyalist güçler esasta ABD’nin arkasında dizilmişlerdi. Özellikle 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ertesinde Trump’ın birinci başkanlık döneminde yaşanan AB’nin, ABD’den bağımsız bir güç hâline getirilme iddiası ve çabaları kesintiye uğramıştı. Avrupa’daki emperyalist güçler açık biçimde yeniden “Atlantik İttifakı” adına Biden ABD’sine yedeklenmişti. ABD, AB ve NATO’da askeri örgütünü bulan sağlam bir ittifak görünümünde idiler. Trump, ABD’nin Rusya, dolayısıyla da AB siyasetinde değişikliğe yöneldi.
Ukrayna’da trumpist barış çabası
Trump ve ekibi Ukrayna’ya askeri yardımı durdurma şantajı ve edimi ile Ukrayna’yı toprak kaybını kabullenerek ateşkese ve Rusya ile anlaşmaya zorluyor. Trump, Ukrayna ve AB’yi işin içine katmadan, Ukrayna’daki savaşın durdurulması için Rusya ile doğrudan pazarlık yürütüyor. Bu, tam ve açık bir emperyalist terbiyesizlik. Fakat Ukrayna ABD’nin askeri yardımı olmaksızın bu savaşı uzun süre yürütecek güce sahip değil. Trump bu kadar rahat hareket edebiliyor. Bütün Batı dünyasının “süper kahramanı” Ukrayna başkanı Zelensky’i Beyaz Saray’da canlı yayında kabahat işlemiş bir çocuk gibi azarlayıp, rezil edebiliyor. Verili şartlarda aslında Ukrayna’daki savaşın, Ukrayna’nın toprak kaybını kabullenmediği şartlarda sonlanması mümkün görünmüyor. Ukrayna’nın bu savaşta askeri zaferinin, yani Rusya’nın savaşta işgal ettiği topraklarını, savaşla geri almasının mümkün olmadığını ve olmayacağını üç yılı aşkın süredir yürüyen savaş gösterdi. Bu emperyalist savaş, eğer proleter devrime yol açmazsa, eninde sonunda emperyalist bir barışla sonlanacak. Gelecek emperyalist barış, esas hattı ile bugünkü cephe çizgisini temel alan bir barış olacaktır. Rusya’nın savaşta işgal ettiği alanlar ve daha 2014’te Rusya Federasyonu’nun parçası hâline getirdiği Kırım, Ukrayna sınırları içinde Rus etnik nüfusun çoğunlukta olduğu alanlardır. Şimdi Rusya 2022’den bu yana işgal ettiği alanlarda da Rusya Federasyonu vatandaşlığını kabule yanaşmayan Ukraynalıları bu alanlardan sürüyor. Alanları “etnik temiz” Rus bölgeleri hâline getiriyor. Bu alanlar da savaş içinde yapılan oldubitti “referandum”larla, Rusya Federasyonu’na bağlandılar. Yapılacak emperyalist barışta bu alanlar Rusya’nın parçası hâline gelecek. Rusya, Ukrayna’nın NATO üyesi olmasına kökten karşı. Bu konuda kararlı. Bu durumda savaşın bitmesi hâlinde Ukrayna’nın NATO üyesi olmasının da yolu kapalı. AB üyeliği bağlamında ise Rusya, Ukrayna’nın bakiyesinin AB üyeliğine karşı olmadığını daha önce açıkladı. Ukrayna’nın “barış” için pazarlık marjı aslında AB üyeliğinin engellenmeyeceği sözü ve kendisi için “Güvenlik Garantisi” verilmesi ile sınırlı. Güvenlik garantisi bağlamında, Trump ABD’nin askeri gücüyle ya da NATO adına garanti verilmesine karşı. Zelensky’e dalga geçer gibi, “Ukrayna’nın toprak altı zenginliklerini, en başta nadir elementleri ABD’li tekellere sat!”, “enerji tesislerini bize ver, atom santrallerinin sahipliğini bize devret!”, “Rusya’nın saldırısını önlemenin en iyi yolu, en iyi garanti budur” önerisi getiriyor! Fakat yaptığı şaka değil. Bunu gerçek bir “çözüm önerisi” olarak getiriyor!
Rusya’yı baş düşman olarak gören, sürekli olarak Rusya’nın Ukrayna’nın yenilmesi hâlinde diğer Avrupa ülkelerine saldıracağı propagandasını yapan, Ukrayna’ya yardımı ve militarist silahlanmayı bununla gerekçelendiren AB ülkeleri için Trump ABD’sinin Rusya’yla arayı düzeltme siyaseti felaket olarak görülüyor.
Kanada/Grönland/Panama/Meksika/Filistin ve diğerleri
Fakat Trump’ın işbaşına gelmesi ertesinde uluslararası siyaset bağlamında değişen yalnızca ABD’nin Ukrayna, Rusya, dolayısıyla AB siyaseti olmadı. Trump aynı zamanda yerleşik, alışılmış diplomasi dili, kuralları ve tavırlarını da yok sayan çıkışlarla başka talepler de ileri sürdü. ABD’nin emperyalist genişleme siyasetinin önümüzdeki dönem hedeflerini açık bir dille, diplomasiye, uluslararası anlaşmalara vb. kulak asmaksızın ortaya koydu. Kanada için aslında Kanada’nın devlet olarak varlığının anlamsız olduğu, onun ABD’nin bir eyaleti olarak ABD’ye katılmasının doğru olacağı anlamına gelen açıklamalar yaptı. Kuzey Kutbu’nun (Arktis) bir parçası olan ve Danimarka’nın özerk bir bölgesi konumunda olan 57.000 nüfuslu Grönland konusunda, bu ülkenin de ABD’nin parçası hâline gelmesinin doğru olacağını açıkladı. ABD’nin ister satın alma ister başka yollarla Grönland’ı ABD’nin parçası hâline getirme niyetini açıkça dillendirdi.
Trump, Panama konusunda açık işgal tehdidiyle Panama Kanalı’nın ABD’ye geri verilmesi talebini getirdi. Geri planında Panama kanalının genişletilmesi ve işletilmesinde Çin şirketlerinin devrede olması var. Panama devletine Çinli şirketlerin bütün anlaşmalarının iptali dayatılıyor. Bunun yapılmadığı şartlarda ABD’nin Panama’yı işgal etmesi askerî açıdan zor bir iş değil. Bunu daha önce 1990’lı yıllarda yaptılar.
Trump yönetimi, Meksika konusunda yalnızca ABD’ye Meksika’dan gelecek yeni göçmenleri sıfırlama direktifi vermekle kalmıyor, hayır, aynı zamanda ABD’ye geçmiş dönemde Meksika sınırından girmiş bütün “izinsiz” göçmenleri, bunlar hangi ülke vatandaşı olurlarsa olsunlar, geri almayı dayatıyor.
Latin Amerika’yı bir bütün olarak yeniden ABD’nin arka bahçesi hâline getirmek, burada öncelikle son dönemde ekonomik sızma yöntemiyle epey mesafe kat etmiş olan Çin’i geriletmek Trump’ın Latin Amerika siyasetinin hedefi. Bu hedefe varmak için askeri müdahale, darbeler vs. her türlü melanet mubahtır.
Ortadoğu
Emperyalist yeniden paylaşımın en şiddetli yaşandığı alanlardan biri Ortadoğu.
Burada Irak uzun süredir düşürülmüş devlet durumunda. Birden fazla iktidar odağı var. Faşist T.C. sürekli olarak PKK’nin bulunduğu alanlarda, KDP’nin desteğinde savaş yürütüyor.
İran’da başta ABD, Batılı emperyalist güçler Molla iktidarını yıkmak için ellerinden geleni yapıyor. Trump’ın Ortadoğu siyasetinin merkezinde İsrail’e kayıtsız koşulsuz destek vardır. İsrail’in çıkarları ABD’nin çıkarları olarak görülmektedir. Devlet düzeyinde İsrail açısından Ortadoğu’daki baş düşman anda İran’dır. İran’ın başında İsrail’in bölgedeki devletsel varlığını kökten reddeden Yahudi düşmanı Molla rejimi vardır. İsrail, İran’ın diğer ülkelerdeki vekil güçlerine Filistin’e karşı yürüttüğü soykırım savaşı içinde çok büyük zarar verdi. İran’ı da havadan birkaç kez vurdu. Fakat şimdiye kadar İran’a karşı doğrudan savaş yürütmekten kaçındı. ABD’yi İran’a saldırma konusunda kışkırttı, kışkırtıyor. Trump açısından Ortadoğu’daki savaşlar “ABD’nin savaşları değil.” Fakat öncelikle İsrail için ve tabii Çin’in Ortadoğu’da yayılmasını engellemek için Ortadoğu’da da bulunması gerekiyor. İran bağlamındaki siyaseti şimdilik Yemen’de hâlâ İsrail’i vurma ve Kızıldeniz’de ticaret filolarına zarar verme yeteneğin sahip olan ve İran tarafından desteklenen Husi rejimini bombalamak ve İran’ı tehdit etmek biçiminde bir siyaset. Fakat büyük bir askeri saldırının Molla rejiminin yıkılmasını beraberinde getireceği değerlendirmesini yaptığında, İsrail ile birlikte İran’a doğrudan saldırması da önümüzdeki dönemde ihtimal dâhilinde. Aslında Amerika’da kurulmuş bir “İran hükümeti” böyle bir hareketi dört gözle bekliyor. Fakat görünen odur ki, Molla rejimi hâlâ ülkede önemli desteğe sahip ve burjuva muhalefetin örgütlü gücü yetersiz. İran’a bir İsrail Amerikan saldırısı Molla rejimine desteği arttırma riskine sahip bir edim. İran askerî açıdan İsrail’e zarar verebilecek bir güç. Daha önceki darbe girişimlerinin başarısız olması da doğrudan saldırı konusunda çekinceli davranışın nedenlerinden biri.
Suriye’de 2011’den itibaren başlayan iç savaşla Esad rejiminin ülke çapındaki iktidarı zaten önemli ölçüde sınırlanmıştı. Suriye’de birden fazla iktidar odağı vardı. İç savaşın ve dıştan müdahalelerin sürdüğü düşürülmüş bir devlet hâline gelmişti.
2024 yılı sonunda Esad’ın elindeki iktidar alanında da Esad rejimi 2014’de İdlib bölgesinde bulunan diğer cihatçı gruplarla çatışma ve uzlaşma, T.C.’nin doğrudan desteklediği güçlerle de saldırmazlık ve karşılıklı destek anlaşmaları temelinde egemenliğini kuran, İslamcı HTŞ önderliğindeki halk ayaklanması ile çökertildi. HTŞ selefist, cihatçı kökenden gelmesine rağmen, gelişmesi içinde cihatçı gruplar içinde Batı’yla işbirliğine en yakın olan, selefist gruplara göre “ılımlı” İslamcı profiline sahip bir örgüt. Şimdi Suriye’de kendi önderliğinde yeni bir merkezi yapı oluşturmaya çalışıyor. Suriye’de yeniden bir merkezi devletin kurulup kurulamayacağı bir dizi faktöre bağlı. Bu faktörlerin başında HTŞ’nin ülkedeki bütün etnik, dinsel, mezhepsel, siyasal grupları –ki bunların çoğu silahlı gruplara sahip– kurulacak devlette pay sahibi yapmaya hazır olup olmaması, iktidarı paylaşmaya hazır olup olmaması geliyor. Alandaki ikinci büyük askeri güç konumunda olan YPG’nin silahlı gücünü merkezi bir ordu içinde çözmeye hazır olup olmaması; T.C.’nin YPG’yi bütünüyle yok etme siyasetinden vaz geçip geçmeyeceği, ABD’nin YPG bağlamında ne tavır takınacağı, bu arada çok kısa süre içinde fazla direnmeden yıkılan Esad rejimi kalıntılarının gücü vb. de, Suriye’nin hangi yönde gelişeceğini belirleyecek.
İsrail, Suriye’yi sürekli bombalıyor ve Esad ordusundan kalan silah ve mühimmatı yok ederek yeni kurulmaya çalışılan rejimin askeri gücünü yok etmeye çalışıyor. Aynı zamanda Suriye’deki işgal bölgelerini de genişletiyor. İsrail’in planı Suriye’nin merkezi bir devlet hâline gelmemesi. Bütün etnik grupların kendi küçük iktidar alanlarına sahip olduğu devletçiklerin kurulması. İsrail’in Suriye’ye yönelik planları içinde Rojava’daki iktidarın devletleşmesi de var. Andaki Netanyahu hükümetinden bakanlar buna destek vereceğini açıkça ilan ettiler. Bu bağlamda Öcalan’ın yaptığı silah bırakma, örgütü tasfiye etme çağrısının, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de karşılık bulması hâlinde, bunun Rojava’ya nasıl ve ne ölçüde yansıyacağı, önemli ölçüde ABD ile T.C. arasında yürütülecek pazarlıklarda ABD’nin tavrına bağlı olacak. ABD’nin Rojava’daki oluşumun devletleşmesine destek vermesi hâlinde Suriye’ye T.C.’nin yeni müdahaleleri ve Suriye’deki gelişmenin yeni bir iç savaş yönünde olması muhtemeldir.
Lübnan da aslında düşürülmüş devlet konumunda, İsrail Hizbullah’a karşı mücadele adına istediği zaman ülkeye saldırıyor.
Filistin’de, siyonist İsrail, Hamas’ın, 7 Ekim 2023’teki terörist, anti-semit eylemini bahane ederek Filistin halkına karşı soykırım saldırısını başlattı. Bütün dünyanın gözü önünde Gazze taş üstünde taş kalmayacak biçimde bombalandı, işgal edildi. Gazze’deki Filistin halkı oradan sürülmeye çalışıldı. Tam bir soykırım yaşandı, yaşanıyor. Bizzat Uluslararası Ceza Mahkemesi, İsrail Başbakanı ve Savunma Bakanı hakkında “savaş ve insanlık suçu” suçlamasıyla tutuklama kararı çıkardı. Yalnızca Gazze’de değil, Batı Şeria’da da Filistin halkı saldırı altında. Toprakları işgal ediliyor. ABD başta olmak üzere bütün güya demokrat, insan hakkı savunucusu vb. Batılı emperyalistler İsrail’i destekliyor.
Buna karşı “Küresel Güney”, bunun için de Türkiye’deki bugünkü yönetim de var, İsrail’in yürüttüğü savaşı soykırım olarak mahkûm ediyor.
Filistin Arap ulusunun bağımsızlığını, kendi devletini kurma hakkını savunanlar, İsrail’in soykırımcı politikasını mahkûm edenler içinde ideolojik olarak Yahudi düşmanlığı, bütün Yahudilere düşman gören ve şeytanlaştıran yaklaşımlar, anti-semitizm küçümsenmeyecek boyutlarda.
Filistin’deki savaşta gerçek çözüm kapitalizmin egemenliği şartlarında yok. İki devletli çözüm kapitalizm şartlarında geçici bir çözüm olarak bugünkü savaştan emperyalist bir barışla çıkılması için bir yoldur. Ancak güncel olarak ABD’nin tavrıyla ve İsrail’in soykırımcı savaşıyla iki devletli çözüm güncel olarak ortadan kalkmış durumdadır. Gerçek çözüm Filistin’de yaşayan tüm milliyetlerden halkların ortak devletindedir. Bu ancak bu alanda işçi sınıfının ve emekçilerin devrimci demokratik iktidarları ve sosyalizm ile mümkün olabilir.
Trump’ın Filistin konusundaki “çözüm”ü İsrail’deki en azgın siyonistlerin “Filistin’i Filistinlilerden temizleme, Filistinlileri Filistin’den sürme, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’yı, tüm Filistin’i, Büyük İsrail’in (Erez İsrael) parçası olarak İsrail’e ekleme şeklinde bir çözüm. Trump İsrail’in yakıp yıkmış olduğu ve “artık kimsenin yaşayamayacağı Gazze Şeridi”nin, burayı “çok daha güzel bir biçimde yeniden inşa etmek, bütün insanlar için lüks bir tatil cenneti hâline getirmek, Ortadoğu’nun Riviera’sı hâline getirmek için ABD’ye verilmesi”ni öneriyor! Ve alay eder gibi kendisini ve Netanyahu’yu böyle bir tatil cenneti Gazze’de şezlongda güneşlenip, içkisini yudumlarken, gösteren bir video yayınlıyor. Nasıl alçakça bir emperyalist sinizm. Nasıl bir görgüsüz terbiyesizlik. Halkların acılarıyla nasıl bir alay ediş!
Trump şimdi bütün kanallar üzerinden başta Lübnan, Mısır, Ürdün gibi “komşu Arap ülkeleri“ne ekonomik baskıyla Filistinlilerin bu ülkelere gönüllü! “göçü”nü gerçekleştirmeye çalışıyor. Fakat başka ülkelerde –öncelikle Afrika ülkelerinde– de Filistinlilere yer aranıyor. Fakat daha önce bir büyük sürgün yaşamış olan Filistin halkı bu zorlamayı kabul etmedi, etmiyor, ilk fırsatta yeniden aslında harap olmuş, yıkılmış evlerinin bulunduğu alanlara geri dönüyor. Arap ülkeleri de şimdiye dek bu ABD planlarını ret etti. Gelişmelerin ne yönde olacağı, Filistin halkının direniş gücüne bağlı. Her halükârda Trump ABD’sinin Ortadoğu siyaseti ABD dışındaki Batılı emperyalistlerin geldikleri yerde savundukları “iki devletli çözüm” siyasetinden bütünüyle ayrıştı.
Trump’ın dış siyasetteki üç değişmezi
Bütün gelişmeler trumpist dünya siyasetinin üç temel üzerinde yükseldiğini gösteriyor:
- Siyasetin temeli ABD’nin çıkarlarıdır. Bu bağlamda NATO içindeki “müttefikler” yalnızca müttefik değil, aynı zamanda rakiptirler.
- ABD’nin esas rakibi, baş düşmanı Çin’dir. Esas çatışma alanı Atlantik/Avrupa değil, İndopasifik’tir.
- İsrail’in çıkarları ile ABD’nin çıkarları birdir. İsrail dünyada kayıtsız koşulsuz desteklenecek tek güçtür.
Trumpist dış siyasette bunun dışında her şey pazarlık konusudur!
Avrupa Birliği şokta, yeni arayışlarda
Trump’ın Ukrayna’ya askeri yardımı durdurması, Rusya ile AB’yi ve Ukrayna’yı atlayarak doğrudan yürüttüğü pazarlıklar, Trump’ın dış siyasette attığı, yukarıda saydığımız diğer adımlar, vb. Avrupa’daki emperyalist “müttefikler”ini şoke etti. Avrupa’daki emperyalistler büyük panik içinde toplantı üzerine toplantı yapıp, Ukrayna ile tam dayanışma içinde olduklarını, bu dayanışmayı sürdüreceklerini söylediler. Ukrayna’ya silah sevkiyatını arttıracaklarını, “Rusya’nın kazanacağı bir ateşkes ve dikte ettiği bir barışa” karşı olduklarını açıkladılar. Ukrayna’yı ve AB’yi dışlayarak yapılan görüşmeleri protesto ettiler. vs. Fakat AB ülkelerindeki birçok askeri uzman –bunlar artık TV’lerde her gün boy gösteriyor, savaşa hazırlanan AB ülkelerinin de normali hâline geldi general eskilerinin TV’de boy gösterip ahkam kesmeleri– şunları açıklıyor: “ABD’nin Ukrayna’ya verdiği desteği kesmesi, askeri sevkiyatı durdurması hâlinde, AB üyelerinin bundan doğacak boşluğu doldurmaları kısa sürede imkânsızdır. Ukrayna bu durumda AB yardımları devam etse bile savaşı en fazla altı ay daha sürdürebilir.” Şimdi, kendileri açısından Çin’i değil, Rusya’yı baş düşman olarak değerlendiren Fransa, Almanya ve diğer AB üyesi devletler (Macaristan hariç) kendi askeri güçlerini kısa sürede nasıl “savaşa hazır” hâle getirebileceklerinin derdine düştüler. Her biri Ukrayna’nın daha fazla silah ve mühimmat taleplerine “bizim öncelikle kendi ordumuzu güçlendirmemiz lazım” demeye başladılar.
Trump yönetiminin Avrupa’daki müttefiklerini şoke eden ve yeni arayışlara zorlayan tavrının geri planında Trump’ın Rusya’yı Çin ile olan sıkı ittifaktan ayırmak isteği yatıyor. Bunun için Ukrayna’nın toprak kaybı göze alınabilir bir bedeldir. Trump, ABD için fazla kârlı olmayan ve Rusya ile ABD’yi karşı karşıya getiren, Çin/Rusya ittifakını sıkılaştıran Ukrayna savaşını durdurmak istiyor. ABD için dünyanın yeniden paylaşılmasında en önde gelen rakip, baş düşman Çin’dir. Rusya ile Çin’in sıkı ittifakının zayıflatılmasında, mümkünse bozulmasında ABD’nin çıkarı vardır.
Ukrayna konusunda yapılan bu siyaset değişikliği yanında, Trump, ABD’nin AB ile ve AB üyesi büyük emperyalist güçlerle, öncelikle Almanya/Fransa, olan ilişkiler konusunda da yeni ayarlamalara yöneldi. “Bugüne kadar hep ABD’nin koruyuculuğu altında yaşadınız. Biz kendi kaynaklarımızın önemli bir bölümünü Avrupa’nın korunması için harcadık. Gelinen yerde bu tek taraflı ilişkiyi bitiriyoruz. AB’nin bütün üyeleri kendi savunmasını kendisi üzerlenmelidir” tavrı, ABD’nin yeni siyasetinde AB’yi yalnızca müttefik değil, aynı zamanda emperyalist rakip gördüğünü açıkça ortaya koyması anlamına geliyor.
Trump’ın bu siyaseti Batı ittifakında bir sarsıntıya yol açtı. Avrupa’daki emperyalist güçler, en başta Almanya ve Fransa, ABD ile bağları koparmaksızın AB’nin ABD’ye bağımlı olduğu alanlarda, “bağımsızlaşmak” için AB’yi güçlendirme siyasetine geçtiler. AB’nin NATO dışında kendi askeri ittifakını oluşturma, AB ordusu kurma siyasetleri ciddi olarak yeniden gündeme getirildi. Bu, AB’nin kendi içinde de var olan ayrışmaları derinleştirdi, derinleştirecek.
ABD’de iktidar dalaşında durum, perspektif
Özetle: Batı/Doğu bölünmesi sürüyor fakat özellikle Batı kampı içinde çelişmeler derinleşti, derinleşiyor. Bu bağlamda gelişme tabii ABD’de trumpist siyasetin egemenliğinin ne kadar süreceğine bağlı. Trump, ABD devletini bütünüyle ele geçirmiş durumda değil fakat buna niyetli ve bu yönde ciddi tasfiyelere girişmiş durumda. Tasfiye işi yüksek teknoloji/djital milyarderlerinden Musk’a emanet. Kurulan “Devlet yönetimini verimli hâle getirme Kurulu”nun başına Musk’ı atama kararnamesi, Trump’ın imzaladığı ilk kararnamelerden biri idi. Ve Musk hızla tasfiye işine başladı. Fakat Trump’ın ve ekibinin önümüzdeki dört yıllık iktidar döneminde devleti demokratlardan ve trumpist olmayan cumhuriyetçilerden bütünüyle temizlemesi çok zordur. ABD’de yerleşik düzen iki ana partinin –Cumhuriyetçi Parti ve Demokratik Parti’nin– devlet erkinin tüm kurumları içinde, devlet dışında kurumlarda da güçleri oranında temsil edildiği bir düzendir. Ve bu iki ana partinin toplumsal temeli, oy desteği birbirine yakındır. İki partinin sonuçta birbirini “denetlediği ve dengelediği” (Check And Balance) bir sistemdir ABD’deki kurulu “yerleşik düzen.” Trump, Cumhuriyetçi Parti içindeki dengeleri başkanlığı döneminde ve sonraki dört yıl içinde kendi lehine değiştirmeyi ve Cumhuriyetçi Parti’yi esasta –bütünüyle değil, hâlâ direnen eski yerleşik düzeni savunanlar var– trumpist bir parti hâline getirmeyi başardı. Fakat devletin trumpist bir devlet hâline getirilmesi bundan çok daha zordur. Devletin trumpist olmayan kesimi tasfiyeye karşı direniyor, direnecektir. Bu iktidar dalaşında her türlü yol ve yöntem –suikastlar da buna dâhil– kullanılıyor, kullanılacaktır. Bu mücadelenin nasıl sonuçlanacağı bugün belli değildir. Ucu açıktır. Eğer Trump 4 yıllık iktidar dönemini tamamlarsa ve trumpistler 2029’da da başkanlığı ve iktidarı kazanırlarsa ABD devletini bütünüyle trumpist bir devlete dönüştürebilirler. Bu, Avrupa’da ve dünyanın bütün ülkelerinde faşist partilere güç veren bir gelişme olur. Avrupa’da faşistlerin ortak olduğu ya da doğrudan iktidarda olduğu ülkelerin sayısı artabilir.
Bugün yürüyen yerel savaşlar büyük kapışmaya hazırlık savaşlarıdır
Bu gün dünyada, Ukrayna ve Ortadoğu’da yürüyen savaşlar öne çıksa da, gerçekte 30’a yakın alanda yerel savaş yürüyor. Yürüyen savaşların biraz daha uzama ve yayılma tehlikesi ve potansiyeli her zaman vardır. Ancak değerlendirmemize göre dünya savaşının iki esas aktörü ABD ve Çin; esas savaş alanı da Indo-Pasifik olacaktır. Anda yürüyen savaşların emperyalist geçici ateşkes ve barış anlaşmaları ile sonlanma veya şimdiki biçimde sürme ihtimali bunların dünya savaşına gelişmesi ihtimalinden fazla görünmektedir.
Yürüyen savaşlar ve bütün ülkelerdeki savaşa hazırlıklar adım adım bir genel savaşa yürüdüğünü gösteriyor. Çin anda ABD ile savaşa askerî açıdan hazır değildir. Önüne koyduğu hedef 2050 yılında “Dünyanın en büyük, en modern askeri gücü” hâline gelmektir. ABD’nin Çin’le hesaplaşmayı Çin’in bu hedefine varmadan önce gündeme getirmesi muhtemeldir. Eğer önü devrimle kesilmez veya güçlü bir barış hareketi ile engellenemezse, bir üçüncü dünya savaşı kaçınılamazdır.
Hâl böyle olduğu için bütün dünyada burjuvazi içte iktidarını tahkim etmeye çalışıyor.
Bu bağlamda:
Faşizm gelişiyor. Faşist partiler bugün birçok burjuva demokratik ülkede iktidarda veya iktidar ortağı, İktidarda olmadıkları yerde de önemli bir kitle desteğine sahip.
Burjuva demokrasisini öykünülecek, örnek ülkesi olarak övülen, batı dünyasının amiral gemisi ABD, en az önümüzdeki dört yıl bir faşist iktidar tarafından yönetilecek. Dünyadaki pek çok gelişme dengesiz, narsist, bir milyarder tüccarın ve narsizm konusunda ondan aşağı kalmayan yüksek teknoloji-dijital ekonomi milyarderlerinin takınacağı tavra göre de şekillenecek.
Burada tabii nasıl oluyor da Trump gibi bir tip, ABD gibi bir ülkede oy kullananların çoğunluğu tarafından başkan seçilebiliyor sorusu geliyor gündeme: Cevabımız şu: Ekonomi belirleyici, başka şeyler değil. Bu, hep böyle idi. Buna bir de yeni tekniklerin gelişmesi ile modern kapitalist toplumda yeni bir şey eklendi: ALGI belirleyici, olgu değil. Propaganda gücünü elinde bulunduran, bu konuda önde olan, erişim alanı daha geniş olan “gerçek” olanın ne olduğunu belirliyor.
Bütün ülkelerde faşizm burjuvazi tarafından savaşta devreye sokulacak bir iktidar alternatifi olarak, opsiyon olarak elde tutuluyor…
Faşist partilerin güçlenmesi burjuvaziye iki türlü yarıyor:
Bir yandan yerleşik burjuva düzen partilerine demokrat görünme imkânı sağlıyor. Bunlar şu ya da bu faşist partiye karşı yapılan eylemlerde demokrasi savunucusu pozlarda boy gösterebiliyorlar.
Diğer yandan faşizmin gelişmesi bizzat iç faşistleşmeyi geliştirmenin gerekçesi yapılıyor. Faşistlerin programları –öncelikle göçmenler ve güvenlik konusundaki programları– bu partileri geriletme adına da diğer burjuva partiler tarafından üzerleniliyor ve uygulanıyor.
Faşizmin gelişmesi, geliştirilmesi bütün ülkelerde doğrudan dünya savaşına hazırlıkla da bağıntılıdır. Olası bir genel savaşta bütün ülkelerin burjuvaları için “ulusun-devletin yüksek çıkarları” için “İç Cepheyi” sağlam tutmak ve kitleleri şoven milliyetçilik, bazen açık ırkçılık temelinde kendi kuyruğuna takmak belirleyici önemdedir. Faşizmin iktidarı, yani bir ülkede terörün esas yönetim metodu, aracı hâline gelmesi, burjuva demokratik hak ve hürriyetlerin rafa kaldırılması burjuvaziye öncelikle ve esas olarak savaş günlerinde gereklidir.
Faşizme ve emperyalist/gerici savaşlara karşı tavır
Faşizme ve emperyalist savaşlara karşı ilkeli mücadele enternasyonal alanda komünistlerin devrimcilerin önünde duran acil görevdir.
Faşizme ve savaşa karşı evet, en geniş cephe gereklidir.
Fakat faşizme ve emperyalist savaşa karşı mücadele, devrimci bir mücadele, faşizmin ve emperyalist savaşın yaratıcısı kapitalizme karşı mücadelenin bir parçası olarak yürütülmelidir. Faşizmin kaynağına yönelmeyen, anti-kapitalist mücadeleyi bir parçası olarak yürütülmeyen, onun parçası hâline getirilmeyen bir anti-faşist mücadele en iyi hâlde birbirine karşı iktidar dalaşı içinde bulunan egemen sınıf kesimlerinin biri bölümüne karşı, öteki bölümünün kuyruğuna takılmaktır.
Bu bağlamda komünistler ve devrimciler için cephe siyasetinin ilk adımı ve bugün esası, komünistlerin, devrimcilerin eylemde birliğinin sağlanması olmak zorundadır. Bu olmaksızın yürütülen bir cephe siyaseti, bugünkü güç dengesinde, devrimci güçlerin anti-faşist ve savaş karşıtı gören burjuva siyasetinin kuyrukçusu olmaya mahkûmdur.
Bizim emperyalist ve gerici savaşlar konusunda tavrımız bellidir.
YA DEVRİMLER SAVAŞI ÖNLEYECEK YA DA SAVAŞ DEVRİMLERİ BERABERİNDE GETİRECEKTİR
Tabii bu alternatifler için işçilerin, emekçilerin hazırlıklı ve örgütlü olması gerekir.
Bunun ön şartı güçlü Bolşevik partilerin varlığıdır.
O hâlde savaşa karşı mücadelenin güncel talebi, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de Bolşevik partilerimizde örgütlenmek, Bolşevik partilerimizin inşasını ilerletmek, partilerimizi güçlendirmektir.
Bütün ülkelerde de görev Bolşevik güçlerin kendi ülkelerinde parti inşasına dört elle sarılmasıdır.
Yeni, sömürüsüz bir dünya yaratmanın ön şartı budur.
24. 05. 2025

























































