Baskılara, kayıtsızlığa, kuşatmaya rağmen: Tiyatro vardı, var, var olacak | Temel Demirer
“Zor zamanlar geliyor bana kalırsa.
Özgürlüğü hatırlayabilen yazarlara
ihtiyacımız olacak. Şairlere, hayalperestlere,
daha büyük bir gerçekliğin gerçekçilerine.”[2]
Tam 18 yıl olmuş; kolay değil, müthiş bir şey bu; hele ki coğrafyamızda.
Heyecanlanmamak mümkün mü? Elbette değil ve ben Orçun, Medine, Yunus, Nazlı, Serkan, Mehmet’li ‘Yeni Kapı’yla başlayan[3] ‘Tiyatrolar Buluşması’ serüveninin 16’sında yer aldım.
18 yılı özetlercesine, “Tiyatro, hayattır, itirazdır, başkaldırıdır.
Ya da Ahmet Telli’nin, ‘Bir fısıltıyla çoğalıyor rüzgâr/ İtiraz işte orda, kalbimiz diye/ Bildiğimiz delilikte başlıyor,” dizelerindeki tutkuyla her şeye rağmen dik durup, diklenmektir.
Biz; Sibel ile Temel…
Sizleri hayata, itiraza, başkaldırıya ya da ‘Her şeye rağmen’ ısrarının 18. Türkiye Tiyatrolar Buluşması’na çağırıyoruz,” demiş olmaktan onur duyuyorum ve sizinle olduğum, sizlerle buluştuğum için eskimeyen heyecanla, “Ne mutlu bana” diyorum.
Hayır, kimseye iltifat ettiğim falan yok. Kaldı ki, her şeye rağmen sürdürülürken; Anton Çehov’un, “Fevkâlâde zaferlerim olmayabilir, fakat içinden sağ çıkmayı başardığım yenilgilerimle sizi şaşırtabilirim,” betimlemesini sonuna dek hak eden bu serüveni hayranlıkla ayakta alkışlamak da bir “abartı” falan değil…
Kolay mı? Yokluğa, yoksunluğa, ilgisizliklere ve katmerli baskılara karşın ısrarla sürdürülen buluşma hâlâ “Vardım, varım, var olacağım” diye haykırıyor sınırsız rağmenlere inat…
Yaşama dokunan tiyatro bağlamında “rağmen” deyip geçmeyin!
16 Ağustos 2022’de Foça’daki 15. Türkiye Tiyatro Buluşması’nda “… ‘Theatrum Mundi’ ya da İnsan(lık) Dekadansında, ‘Nasılsınız’?” başlıklı söyleşide değindiğim[4] bir çürümenin, boşvermişliğin, vazgeçişin devreye soktuğu bir direniş hattı olarak “rağmen”, tiyatroyu ayakta tutan dinamik, yani insan olmak ve kalmak fiilinin siperi olup çıktı.
Ezilenlerin tiyatrosu büyük gerçekliğin gerçekçisidir! Çünkü bir meydan okumadır o; sanatların en büyüğü yaşam sanatının hizmetinde ve en ön saftadır. İnsan(lık), dünyayı hayal gücü olmadan algılayamazken; ezilenlerin hayallerinin gerçekleşebilmesi için o hayallere sahip çıkmasının araçlarındandır. Hem insan(lık)ı, hem de toplumu dönüştürmeye hizmet eder.
Kolay mı? Kapitalist ücretli köleliğin, esaretin, yani özgür olamayışın orta yerinde özgürlüğü dile getirir. Kapitalist vahşet karşısında ayakta durabilmek ve direnmek için ona muhtacız; rahatsızı (ezilenleri) yüreklendirerek rahatlatıp, rahatı yerindeki ezen(ler)i rahatsız ederek; sömürü düzen(sizliğin)e kaos getirmek, insan(lık)ı özgürleştirmek için…
Bilmiyor değilim: Tiyatro dünyayı değiştiremez. Ancak önemli bir uyumsuzluğu, itirazı, eleştiriyi canlı tutabilir. Çünkü, gerçek toplumsal ilişkileri, bu ilişkiler hakkındaki geleneksel fikirleri yıkmak, burjuva iyimserliğini baltalamak ve halkı yerleşik düzenin ilkelerinden şüphe ettirmek amacıyla müsemma bir özgürleşme eyleminin önünü açar ki bu, müthiş bir praksistir.[5]
“RAĞMEN”!
Metin Demirtaş’ın, “Ayaktasın/ ölümcül yaraların rağmına”; Mehmed Uzun’un, “Hayat… Hayat her şeye rağmen yine güzelsin”;[6] Reşat Nuri Güntekin’in, “Kapalı bir mahzende sızan bir ışık parçası, yıkık bir duvarın taşları arasında açmış sıska bir çiçek, her şeye rağmen bir varlık, bir tesellidir”;[7] Johann Wolfgang Von Goethe’nin, “Her şeye rağmen, anlaşılmamak, bizim gibilerin yazgısı”;[8] Virginia Woolf’un, “Her şeye rağmen güneş parlıyordu. Her şeye rağmen insan yaşadıklarının üstesinden geliyordu. Her şeye rağmen hayat, günü güne eklemenin bir yolunu buluyordu”;[9] José Martí’nin, “Tüm engel ve engellere rağmen adil fikirler amaçlarına ulaşır. Hızlandırmak veya engellemek mümkün olabilir, ancak durdurulması imkânsızdır”; George Santayana’nın, “Zor olan, hemen yapılabilecek olandır; imkânsız biraz daha uzun süren şeydir,” vurgularındaki üzere, “rağmen”e sarılarak yaşamak, bir iz bırakıp, “Ben de yaşadım,” diyebilmektir yeryüzünde.
Çünkü çıkmazda iken, “rağmen” insan(lık)a yeni imkânlar sunarken; “Bir şeye karşın, bir şey yapıldığı hâlde,” anlamındaki “rağmen” öncesinde geleni görmezden gelme, ondan kaçınma eğilimini yansıtan bir vurgudur…
“Rağmen” yapılanlar, genel kanı ve alışkanlıklar ne kadar yanlış olursa olsun vazgeçmez. Çünkü başka çaresi yok, ısrarıdır o.
Kolaya kaçıp, başka bir “yol(cuk)” aramadan, acı çekmek pahasına her şey göze alan ısrar seçimi ya da cesaret, cüret örneğidir.
Marcel Proust’un, “… ‘Rağmen’ler içindeki gizli ‘çünkü’lerden oluşur,” notunu düştüğü onun için başka bir yol yoktur; önünüzde acılarla dolu bir güzergâh olsa da.
Evet hayata dokunmak ısrarının düşünce ve davranışıdır rağmen.
Kolay mı? Var olmak, tastamam bir “rağmen”ler alanıdır.
Bir an “rağmen”lerimizle ayakta kalış(larımız)ın, nefes alışımızın dik durup, diklenmesini düşünün: Ölüme “rağmen” yaşamı savunmak değil midir o?
Emil Cioran’ın, “İnsan bütün bildiklerine rağmen, bütün bildiklerine karşı her gün yeniden başlar…” uyarısındaki gibi, Nevzat Çelik’in, “Kurşunların rağmına yaşamak ne güzel şey” dizelerini terennüm ederek yeniden, yeniden, yeniden başlamak içindir rağmen…
Tamamlanmamış bir vurgudur rağmen; her şeye rağmen yaşamak, yaşatmaktır. Yani her şeye rağmen insan(lık) yaşadıklarının üstesinden gelmektir
Kuşku yok: Her şeyin başı ‘rağmen’in ısrarlı umududur; tiyatroda da elbet.
Bu umut her zaman her yerde her şeye rağmen tiyatro eyleminin hakikatiyle, yani “Her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik,” duruşuyla doğrudan ilişkilidir.
Bilmem bilir misiniz?
Coğrafyamız tiyatrosunun ilk Müslüman kadın oyuncusu Afife Jale, Osmanlı’nın son dönemlerinde çektiği sıkıntılara, tutuklamalara karşın tiyatroda ısrar etti, oyunculukta inat etti. Çekmediği kalmadı. Yaşamı Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde son buldu. Ve bugün tiyatromuzun en önemli ödülleri onun adını taşıyor… Bu çarpıcı bir “rağmen” örneğidir!
Dün olanlar bugünde de sürmektedir. Sadece kültür alanını domine edenlerin değiştiğini görüyoruz.
Bir yanda büyük sermayenin kurumları, öte yanda dinci bir ideolojiyi topluma giydirmeye çalışan siyasi iktidarın elindeki devlet kurumları ve onların dümen suyuna girerek sanatlarını icra etmeye çalışan Mefisto’lar…
Bu ortamda bağımsız sanat kurumlarının ve bireylerin ayakta durması kolay mı? Bu çarpık düzene karşı çıkanların kamu kaynaklarından yararlanma şansı yok gibi bir şey. Fakat tek neden bu değil; sanatın alıcısı/ tüketicisinin ihtiyaçları, beklentileri de değişmiş, toplumsal değişimi belirleyen güçler amaçlarına ulaşmış görünüyor. Toplumculuk aranan bir vasıf değil artık sanat ürünlerinde. Kamu çıkarı değil, bireysel çıkarlar önemseniyor. En iyi yazar, en çok satan kitabı yazan, en iyi yönetmen en çok gişe yapan filmi çeken yönetmen artık… Nitelikli ve sorumlu sanat yapanların alıcısı giderek azalıyor.
Ve sanat ortamı hızla çölleşiyor, tüm ülke hızla taşra kültürüne teslim oluyor…
Bu düzende sanatçı ne yapabilir? ‘Mefisto’laşma yolunu seçenler hızla yükselirken, kendi yollarında ilerlemek isteyenler yaşam savaşı veriyor. Ev kirasını nasıl ödeyecek; sanatını icra etmek için ihtiyaç duyduğu donanıma nasıl sahip olacak? Kâğıt ücretlerindeki artış, yayıncıların sırtındaki yükü her gün biraz daha ağırlaştırıyor. Özel tiyatrolara verilen devlet desteğini siyaset kurumu belirlerken, nasıl bağımsız tiyatro ya da film yapılabilecek? Okur ve izleyici açısından baktığımızda da durum farklı değil. Çağ dışı bir eğitim politikası ile yetiştirilen, televizyon dizileri ile uyuşturulan kitlelerin hâli ortada… Bu ortamda, sanata ilişkin beklentilerini henüz yitirmemiş kesimler de var elbette. Ama yoksulluk sınırında yaşayan bu toplum kesimlerinin kitap alacak, sinemaya, tiyatroya gidecek gücü kalmadı. Sonuçta, cehalet her gün biraz daha topluma egemen olup, beğeni düzeyi aşağılara doğru çekilirken, nitelikli işler yapmak isteyen sanatçının karşısına konulan seçenek bu yoz ortama ayak uydurmak… Ve her beğeniye -tabii ki en alt seviye ölçü alınarak- hitap etmek amacıyla üretilmiş, suya sabuna dokunmayan işlerle piyasaya girmek…[10]
Evet coğrafyamızın büyük bir bölümü sanattan yoksun yaşıyorken; Arthur Schopenhauer’in, “Öyle günlerden geçiyoruz ki, bütün olumsuz şartlara rağmen ne yapıp edip akıl sağlığımızı korumalıyız”; Ayn Rand’ın (Alissa Zinovievna), “Bir gün, hiçbir şey üretmeyenlerden izin almadan bir şey yaratamayacağını fark ettiğinde; para akışının mal veya hizmet üretenlere değil, sadece ayrıcalıklarını kullananlara yöneldiğini gördüğünde; birçok kişinin çalışarak değil, yolsuzluk ve etkilerle zenginleştiğini anladığında; yasaların seni onlardan korumak yerine, onları senden koruduğunu fark ettiğinde; yolsuzluğun ödüllendirildiğini ve dürüstlüğün bir fedakârlık hâline geldiğini keşfettiğinde, işte o zaman, toplumunun mahkûm olduğunu tereddütsüz bir şekilde söyleyebilirsin,” vurgularıyla müsemma şimdilerde daha güçlü rağmenlerin fedakârlığına muhtacız…[11]
COĞRAFYAMIZ “TÜRKİYE”
Tiyatro hakikâttir; egemenler ise hakikâtten nefret ettikleri için tiyatronun düşmanıdırlar. Bunun binlerce verisi vardır; bir kaçını sıralayalım!
i) Hüda-Par üyeleri, Hırvat yazar Miro Gavran’ın kaleme aldığı ‘Karımın Kocası’ adlı oyunun sahnelendiği Diyarbakır Devlet Tiyatrosu önünde toplanarak tekbir getirdi. ‘Ahlâk dışı’ olduğu gerekçesiyle oyunun iptal edilmesini isteyen Hüda-Par Diyarbakır İl Başkanlığı, bir gün öncesinde yayınladığı sosyal medya mesajıyla yetkilileri göreve çağırmış ve toplumsal aile yapısını bozduğunu, ahlâki değerleri zedelediğini iddia ettikleri bu tür etkinliklerin her zaman karşısında duracaklarını ilan etmişlerdi. Oyunun ismi ‘Evlilik Komedisi’ olarak değiştirildi. Buna kimin karar verdiği bilinmiyor çünkü olayla ilgili, başta Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü olmak üzere, muhataplarından henüz bir açıklama gelmedi.
Oyuncu Tamer Karadağlı, vaktiyle Gezi’den yükselen sese kulak verilmesi gerektiğini söylemiş ve eylemlere destek vermişti. Sonrasında onu, film festivallerini sanatla alakası olmayan, politik konuşmaların yapıldığı etkinliklere dönüştüğü için eleştirirken gördük. Çok geçmeden de DT genel müdürlüğüne atandı. Bugün, başında bulunduğu kurum ve sanatçıların karşı karşıya kaldığı tehdit ve saldırı karşısında sessiz. Kimsenin bir diğerine, doğru saydığı inanç, ahlâk ve düşünceyi dayatamayacağını, her şeyden önce sanatın görev ve amacının insanları özgürleştirmek olduğunu söyleyemedi. Onun yerine, Hüda-Par’ı hoş tutmak için oyunun adının değiştirilmesine seyirci kaldı. Oyuncular Sendikası, isim ve fotoğraflarıyla hedef gösterilen oyuncuların can ve iş güvenliğinden endişe ettiğini açıklayan bir bildiri yayınladı. Amed Şehir Tiyatrosu, bunun ‘protesto’ değil saldırganlık olduğunu söyleyerek meslektaşlarına sahip çıktı. Bağımsız Tiyatro Birliği, saldırganlığı ve Devlet Tiyatroları’nın olayı karşılama biçimini kınadı. Konuşmayan bir tek, savunulan kurumun kendisi kaldı.
Günün sonunda devlet tiyatroları, çerçevesini siyasi iktidarın çizdiği bir tüzükle yönetiliyor. Repertuar, iktidar tarafından atanan bir müdürün süzgecinden geçiyor. Sansür her zaman gündemde. Üstelik 657 sayılı yasaya göre devlet memuru olan sanatçıların devlet aleyhine görüş beyan etmeleri de yasak. Nasıl? Oluyor mu böyle, kendini savunamayan devletin tiyatrosu? E olmuyor işte![12]
ii) 2024’de Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin iptaliyle sonuçlanan sansür vakasının merkezindeki belgesel film “Kanun Hükmü”nün bu yıl bir kez daha Antalya Valiliği tarafından “provokatif” olduğu gerekçesiyle yasaklanması, kimseyi şaşırtmadı.
iii) Bundan kısa bir süre önce Kadıköy Kaymakamlığı’nın ‘Queer’ adlı filmin gösterimini yasaklamasıyla (yine şu meşhur LGBT paranoyası) meydana çıkan kriz sonrası filmin izleyiciyle buluşacağı MUBI Fest iptal edilmiş ve iktidarın yasaklar listesine yeni bir madde eklenmişti.
iv) 2025’in Şubat’ında sırf Kürtçe olduğu için oynanması yasaklanan (ve bir gün sonra yasak kararı kaldırılan) “Qral û Travîs” (“Kral ve Travis”) adlı tiyatro oyunu da bir başka yasak vakasıydı.
v) Açık Radyo’nun lisansının iptal edilmesi de bu maddelerden biriydi.[13]
vi) Tarsus’da yıllardır varlığını sürdüren ve başarılı ürünler ortaya koyan Tarsus Belediye Tiyatrosu’nun elemanlarını belediyenin çeşitli birimlerine tayin ederek, tiyatroyu fiilen kapatan yeni Belediye Başkanının tavrının CHP yönetimince hoş karşılanmayacağı bekleniyordu. Ama kaç günler geçti, CHP’den ses yok.
vii) İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, ‘İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nin 2024’de yapılmaması/ ertelenmesi yönünde bir karar verdi.[14]
viii) Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ankara’da 7. Din Şûrası’nda İslâm dünyasına saldırıların son yıllarda zirve noktasına ulaştığını, her zamankinden daha planlı ve sinsi bir saldırı olduğunu belirterek özetle şöyle devam etti: “Son yıllarda filmlerin, dizilerin, televizyon programlarının aile ile birlikte dini değerlerimizi, dindarları hedef aldığını müşahade ediyoruz.” Erdoğan devamla şu uyarılarda bulundu: “Tek tük ve istisnai olumsuz örnekler üzerinden bütün dindarlara hakaret edilmekte, vakıflar, dernekler, tarikatlar, dini müesseseler linç edilmekte, dindarlar ve dini değerler yıpratılmaktadır. Sarıklı, sakallı, başörtülü, çarşaflı, cüppeli vatandaşlarımıza ahlâksızca saldırılmakta, itibar suikastleri düzenlenmektedir.”[15]
ix) Aralarında Bilal Erdoğan’ın yönetiminde olduğu TÜGVA’nın da bulunduğu İlim Yayma Cemiyeti, ÖNDER, İHH, AGD ve MÜSİAD gibi gerici yapılanmalar, festivallerin yasaklanmasını talep eden bir bildiri yayınladı. Festivallerde gençlerin “gayri ahlâki haram ilişkilere” ve içkiye yönlendirildiği savunularak bunun “Türkiye Yüzyılı”na zarar verdiği ifade edildi. Dinci yapılar, kadınlar ve erkeklerin ayrı ayrı yer alacağı etkinliklerin düzenlenmesi istedi.[16]
x) Hükümet, tiyatrolara verdiği desteklerde muhaliflerin üzerini çizdi. Ödenekler yolu imam hatiplerden geçenlere gitti. En çok payı alan 1001 Sanat’ın sahibi Kerem Yılmaz’ın ise Fatih İmam Hatip Lisesi mezunu olduğu belirtildi. Özel tiyatrolara verilen devlet desteği yıllardır tartışılıyor. Bilhassa 2013 Gezi Direnişi’nin ardından devletin muhalif tiyatro topluluklarının üstünü çizmesi, bu tartışmaları alevlendirdi. Kürt tiyatro toplulukları da yıllardır bu destekten faydalanamıyor.[17]
xi) Tiyatro salonları sezonu borçla açıyor. Kapalı gişe oynansa dahi giderlerin karşılanamayacağını ifade eden tiyatro işletmecileri, tiyatro desteğinin “kayırmacılık”tan uzak, adil bir şekilde verilmesi gerektiğini söylüyor.[18]
xii) Özel tiyatroların sorunları büyüyor. Çözülemeyen kronik sorunların yanı sıra hayat pahalılığı, gelen zamlar, ulaşım, konaklama masrafları ve sahne kiraları yüzünden tiyatrolar neredeyse turne yapamaz duruma geldi.[19]
xiii) Özel tiyatrolar bilet fiyatlarındaki KDV’nin artırılması nedeniyle yeni sezondan endişeli. “Borç batağındayız” diyen Gizem Duman Şeşen, “Kültür Bakanlığı acilen vergi muafiyeti sağlamalı,” dedi.[20]
Evet, coğrafyamız Türkiye, bir “rağmen”ler coğrafyasıdır!
Ve orada ezilenlerden yana “rağmen”siz bir tiyatro mümkün değildir…
VİCDAN + SORUMLULUK = TİYATRO
Dünyaya bakış açımızı politikleştiren ezilenlerin tiyatrosu, ötekilerindir. Yani yalan söylemeyen, direnen o, özgürleşme sınırsızlığının başkaldırısıdır.
Evet tiyatro, görülmeyene bakmak, duyulmayanı duymak, unutulanı hatırlamak içindir. Bu özelliğiyle o, bir isyan çağrısıdır. Çünkü tiyatro sahnesi sadece bir alan değil, dünyanın yeniden yaratıldığı mekândır. Bir hayatı yeniden kurmak için onu yerle bir etmek cesareti, karşı koyuşudur.
Özetle o, Moissaye Olgin’in, ‘Bir İşçi Tiyatrosu İçin’de, “Tiyatro, hayatın güçlü renkli çehresinden başka dünyalardır. Tiyatro bir hayaletin gölgesidir, duyguların ya da maceranın… Bir işçi tiyatrosu yaşadığımız dünyanın, inşa ettiğimiz ülkenin, geçtiğimiz tarihi çağın dolu ve derin kalp atışlarıyla atmalıdır,”[21] diye tarif ettiği şeydir.
Özetin özeti: Thomas Fasulyeciyan’ın tiradındaki, “Oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır” diye tanımladığı, “rağmen”lerin tiyatrosu, nihai kertede vicdan ve sorumluluk ile Behçet Aysan’ın, “Çiçek ol, rüzgârla rüzgârla gel bitsin bu umutsuz şarkı./ Yıldız ol, geceyle geceyle gel bitsin bu mutsuz şarkı”; Nâzım Hikmet Ran’ın, “Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne,/ kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu/ ve taşı yonttuğumuzdan beri/ yıkan da, yaratan da biziz,/ yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada,” dizelerini haykırabilmektir.
Evet, evet Henry David Thoreau’nun, “Vicdanlar yaralandığında dökülen de bir tür kan değil midir? Açılan bu yaradan insanın gerçek insanlığı ve ölümsüzlüğü kanar, ebedi bir ölüme doğru. Ben şu an bu kanın aktığını görüyorum,”[22] notunu düştüğü tabloda “rağmen” diyebilerek gereğini yerine getiren vicdanın kendisidir!
TDK’nın, “Kişinin kendi ahlâk değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılamasını sağlayan duygu” diye betimlediği vicdan, insan(lık)ın kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlâki değerlerini temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir özelliktir.
Kapitalist yıkım ve yabancılaşma koşullarında vicdanı yitirmeden “rağmen” diyebilmektir aslolan; ezilenlerin tiyatrosu da bunun vazgeçilemez enstrümanlarındandır.
Malum: “Var olmak, bir umudun sözcüsü olmaktır aynı zamanda…” ifadesiyle Edip Cansever’in…
11 Ağustos 2025 23:15:23, İstanbul.
N O T L A R
[1] 17 Ağustos 2025’de Seferihisar’daki XVIII. Tiyatro Buluşması’ndaki “Baskılara, Kayıtsızlığa, Kuşatmaya Rağmen Tiyatro Vardı, Var, Var Olacak” başlıklı konuşma… Güney Dergisi, No:114, Ekim-Kasım-Aralık 2025…
[2] Ursula K. Le Guin.
[3] Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Sahneyi Sokağa, Sokağı Sahneye Taşıyan Estetiğin Etiği ya da ‘Yeni(lmeyen) Kapı”nın Menşeği veya Onlara Dair”, Kaldıraç Dergisi, No:223, Şubat 2020…
[4] Temel Demirer, “… ‘Theatrum Mundi’ ya da İnsan(lık) Dekadansında, ‘Nasılsınız’?”, Güney Dergisi, No:102, Ekim-Kasım-Aralık 2022…
[5] Bkz: i) Temel Demirer, “… ‘Ehlileştirilemeyen’ Tiyatro(cu)nun Gerekliliği”, Rojnameya Newroz, Mart 2021… https://temeldemirer.blogspot.com/2021/07/ehlilestirilemeyen-tiyatrocunun.html ii) Temel Demirer, “Başkaldıran Tiyatro(cular)”, Güney Dergisi, No:105, Temmuz-Ağustos-Eylül 2023… iii) Temel Demirer, “Muktedire Meydan Okuyan Sanat (Tiyatro)”, Kaldıraç Dergisi, No:278, Eylül 2024… iv) Temel Demirer, “Ezilenlerin Tiyatrosu (Pandemiye de) Diz Çökmez”, Kaldıraç Dergisi, No: 242, Eylül 2021… v) Temel Demirer, “Tiyatro Hayata, Yani Aşka ve İsyana Mündemiçtir!”, İnsancıl Dergisi, No:261, Nisan 2012… vi) Temel Demirer, “Ezilenlerin Devrimci-Politik Tiyatrosu”, Güney Dergisi, No:70, Ekim/ Kasım/ Aralık 2014… vii) Temel Demirer, “Tiyatro-Elbette!-Politiktir…”, Güney Dergisi, No:55, Ocak-Şubat-Mart 2011… viii) Temel Demirer, “Sanat ve Tiyatro ya da Aşk ve Hayat”, İnsancıl Dergisi, Yıl:33, No: 397, Ağustos 2023… ix) Temel Demirer, “Hayatı Örgütleyen Aşkınlıktır Sanat (ile Tiyatro)”, Kaldıraç Dergisi, No:178, Mayıs 2016… x) Temel Demirer, “Sanat (ve Tiyatro) ile Hayat”, Kaldıraç Dergisi, No:207, Ekim 2018… xi) Temel Demirer, “Bir Sevdadır Tiyatro”, Rojnameya Newroz, Nisan 2020… https://temeldemirer.blogspot.com/2020/06/bir-sevdadir-tiyatro.html xii)Temel Demirer, “Tiyatro; Sanatçının, Seyircinin Yani Halkındır!”, Kaldıraç, No:140, Şubat 2013… xiii) Temel Demirer, “Sahne (Duruşu) Performansının Politikası”, Güney Dergisi, No:90, Ekim-Kasım-Aralık 2019… xiv) Temel Demirer, “Devrimci Bir Gelenek: AST”, Ümüş Eylül Kültür-Sanat Dergisi, No:49, Ekim-Kasım-Aralık 2023… xv) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Hakkı Verildiğinde Tiyatro, Felsefedir…”, Avrupa Demokrat, Ekim 2023…
HAKKI VERİLDİĞİNDE TİYATRO, FELSEFEDİR…[*]xvi)Temel Demirer, “Direnen Tiyatro”, Güney Dergisi, No: 38… Kültür ve Sanatta Yeni Kapı Gazetesi, No:1… https://tiyatrodergisi.com.tr/temel-demirer-yazdi-direnen-tiyatro/
[6] Mehmed Uzun, Yitik Bir Aşkın Gölgesinde, çev: Muhsin Kızılkaya, Belge Yay., 1995.
[7] Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu, İnkılap Yay., 1970.
[8] Johann Wolfgang Von Goethe, Genç Werther’in Acıları, çev: Nihat Ünler, Can Yay., 2007.
[9] Virginia Woolf, Mrs. Dalloway, çev: Tomris Uyar, İletişim Yay., 2004.
[10] Vecdi Sayar, “Umut Fakirin Ekmeği”, Birgün, 29 Aralık 2024, s.19.
[11] “Sanat dünyası acımasızdır, vefasızdır. Yalnızca bizde değil dünyanın başka köşelerinde de böyle… Belki de sanat değil, hayatın kendisidir acımasız olan. Tiyatronun ve sinemanın nice büyük yıldızı hayatlarının son yıllarını yalnızlık -ve çoğu kez yoksulluk- içinde geçirdi. Bu yıldızları hayata bağlayan en önemli şey, ortak tutkuları sanatlarıydı. Pek çoğu -kimi zaman toplumsal, siyasal koşullar ama genellikle ilerleyen yaşları nedeniyle- sanatlarını icra edemediklerinde yaşama sevinçlerini yitirip, toplumdan uzaklaştılar.” (Vecdi Sayar, “Zor Zamanlarda Sanata Tutunmak”, Birgün, 20 Ağustos 2023, s.19.)
[12] Gözde Bedeloğlu, “Hüda-Par 1, Devlet Tiyatrosu 0”, Birgün, 29 Aralık 2024, s.2.
[13] Emrah Kolukısa, “İktidarın Kültür Politikası: Yasak! Yasak! Yasak!”, 2 Ocak 2025… https://www.birgun.net/haber/iktidarin-kultur-politikasi-yasak-yasak-yasak-587972
[14] Vecdi Sayar, “CHP’nin Kültür Politikası Var mı?”, Birgün, 26 Mayıs 2024, s.19.
[15] Özdemir İnce, “Hayat ve Sanat”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2024, s.3.
[16] “TÜGVA ve Birçok Gerici Yapıdan Ortak Bildiri: Festivaller Yasaklansın!”, Birgün, 8 Temmuz 2023, s.3.
[17] Sercan Meriç, “Tiyatroda İmam Hatip Kayırmacılığı”, Birgün, 21 Ağustos 2023, s.8.
[18] Işıl Çalışkan, “Gizem Duman Şeşen: Yandaş Kayrılmasın, Tiyatrolar Yaşasın”, Birgün, 5 Eylül 2023, s.13.
[19] Burhan Şeşen, “Özel Tiyatrolar Zor Durumda”, Birgün, 1 Mart 2024, s.15.
[20] Işıl Çalışkan, “Perdeler KDV’nin Yükünü Taşıyamaz”, Birgün, 20 Temmuz 2023, s.13.
[21] ‘For a Workers’ Theatre’ by Moissaye Olgin from the Daily Worker Saturday Supplement. Vol. 4 No. 68 & 74. April 2 & 9, 1927… https://revolutionsnewsstand.com/2024/06/07/for-a-workers-theatre-by-moissaye-olgin-from-the-daily-worker-saturday-supplement-vol-4-no-68-74-april-2-9-1927/
[22] Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik, çev: Caner Turan, Say Yay., 2016.

























































