Söyleşiler

Published on Temmuz 9th, 2025

0

Bakırhan ile söyleşi: Silah bırakma töreniyle ‘demokratik siyaset başlasın’ mesajı verilecek

DEM PARTİ EŞ GENEL BAŞKANI TUNCER BAKIRHAN İLE SÖYLEŞİ – DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ile Kürt sorununda çözüm tartışmalarını, CHP’ye yönelik operasyonları, sosyalistlerin ve toplumun diğer kesimlerinin süreçteki rolünü konuştuk.


Söyleşi: Tuğçe Yılmaz – bianet

Türkiye’de uzun süredir bastırılan barış talebi, yeniden siyasal gündemin merkezinde.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın bu hafta, örgütüne yeni bir çağrı yapması ve söz konusu çağrı doğrultusunda bir grup PKK’linin Süleymaniye’de silah bırakması bekleniyor.

bianet’e konuşan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, barışın yalnızca çatışmasızlıkla sınırlı olmadığını; onurlu ve eşit bir yaşam için gerekli zeminin inşasını şart koştuğunu vurguladı:

“Bu, bir son değil, onurlu bir barış için atılmış kritik bir başlangıç adımıdır. Bizim açımızdan bu gelişme, ‘yeni aşama’ olarak tarif ettiğimiz sürecin ete kemiğe bürünmesidir.”

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’la Kürt sorununda çözüm tartışmalarını, CHP’ye yönelik operasyonların anlamını, yeni dönemde sosyalist hareketin sorumluluklarını ve işçilerin, kadınların, LGBTİ+’ların süreçteki rolünü konuştuk.

Meclis komisyonu

Meclis’te kurulacak olan yeni komisyonun “toplumsal barış” hedefiyle yola çıktığı ifade ediliyor. DEM Parti olarak bu komisyonun gerçekten çözüm üretici ve güven tesis edici olabilmesi için hangi ilkelerin gözetilmesini talep ediyorsunuz? Komisyonun sınırları ve hedefleri nasıl tanımlanmalı? Somut beklentileriniz neler?

Öncelikle şunu belirtmek iyi olur: Meclis’te kurulması beklenen komisyonun “toplumsal barış” hedefine ulaşması, sadece bir temenni değil, Türkiye’nin geleceği için ertelenemez bir zorunluluk.

Temel çerçevemiz şöyle formülize edilebilir: Eşit ve kapsayıcı bir temsil, düzenlemelerde sonuç alıcı şekilde çalışma, hakikat ile adalet zeminini gözeten bir yaklaşım ve elbette takvimi kısmen belli olan bir çizelge.

Komisyonun hedefi sorunu yönetmek değil, çözmek olmalıdır. Bu, “Kürt Sorunu”nun adını net bir şekilde koymayı ve çözümün demokratik ve barışçıl yöntemlerle olacağını baştan kabul etmeyi gerektirir. En genel manada bağlayıcı sonuçları olan, evrensel hakların tartışmaya açılmadığı ve bunların hukuki güvenceye bağlandığı, barışın önündeki engellerin acil bir şekilde kaldırıldığı ve tüm bunların da siyasi irade ile yürütüldüğü somut bir çerçeve beklentimiz var. Herkesi kapsayan, demokratik uzlaşı kanallarını açan ve atacağı adımları yasal güvenceye kavuşturan bir mekanizma istiyoruz.

DEM Parti olarak onurlu bir barış ve demokratik bir gelecek için üzerimize düşen her türlü sorumluluğu almaya hazırız, bu konuda geniş hazırlıklarımız da mevcut.

Dört adım

“Silah bırakma” süreci, hakiki bir demokratikleşme süreciyle birlikte değerlendirilmeli diyenler çoğunlukta. Sizce bu aşamada hangi yapısal adımların atılması şart? Burada tesis edilmesi gereken yasal güvenceler neler?

1 Ekim’den bu yana yüz binlerce kişi ile yüz yüze görüştük. Binlerce toplantı aldık. Her kesim ile buluştuk. Tüm bunlardan yola çıkarak silah bırakmayı sahici kılacak yapısal birkaç durumu ifade edebilirim.

İlki elbette demokratik bir anayasanın varlığıdır. Herkes bunu dile getiriyor. Anadili, kimlik, inanç ve örgütlenme özgürlüğünü tartışmasız güvenceye alan, yerel demokrasiyi tanıyan yeni bir anayasa. Biz de haklar pazarlık değil, zemin olmalı diyoruz.
İkincisi, toplumsal beklentileri de gözeterek, hakikat ve adaletin tesisini en iyi şekilde dengeleyecek mekanizmalar ve düzenlemelerdir.
Üçüncüsü, siyasal bir çözüm güvencesi olmalı. Silah bırakma ve dönüş sürecini düzenleyen, siyasal faaliyette bulunma hakkını koruyan bağlayıcı yasadan bahsediyorum.
Dördüncüsü, yargı bağlamında, TMK ve TCK’nin yeniden gözden geçirilmesi, ifade-toplanma özgürlüğü üzerindeki keyfi yasakların kaldırılması; yargının çözüme destek olması…

Özetle, biz köklü bir demokratikleşme talep ediyoruz. Hukuk ve özgür siyaset için yasal çerçeve, demokratikleşme, anayasal güvence elzemdir.

Bu süreçte Kürt halkının temel talepleri olan anadili hakkı, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, siyasal temsil ve kolektif haklar, siyasi mahpuslar ve nihayetinde yeni anayasa tartışmaları ile ilgili partiniz nasıl bir mücadele yürütecek?

Bu saydığınız başlıklar, bizim için pazarlık konusu değil, onurlu bir yaşamın ve gerçek bir demokrasinin vazgeçilmez temel taşlarıdır. Mücadelemiz, bu hakların  hayata geçirilmesi ve anayasal güvence altına alınması mücadelesidir.  Bu anlamda meşru ve siyasal zeminde ısrarımız sürecek. Bizim mücadele alanımız Meclis’tir, meydanlardır, sokaklardır, diplomasidir. Buralardaki mücadeleyi Türkiye siyasetinin merkezine taşıyacağız.

Bu taleplerin sadece Kürt halkının değil; Türkiye’de adalet, eşitlik ve özgürlük isteyen herkesin ortak talebi olduğunu biliyoruz. Mücadelemizi, Türkiye’nin tüm demokrasi güçleriyle, emekçileriyle, kadınlarıyla ve gençleriyle omuz omuza büyüteceğiz. Çözüm sadece Kürt meselesinin çözümü değil, Türkiye’nin çözümüdür.

Yine yerel demokrasi bizim temel mücadele alanımızdır. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, halk iradesine vurulan kayyım kelepçesinin kırılması demektir. Partimiz bu süreçte yalnızca mücadele eden değil, aynı zamanda inşa eden bir politika yürütecektir.

Uluslararası temaslar

DEM Parti geçtiğimiz günlerde bazı enternasyonal heyetlerle bir araya geldi. Bu temaslarda yeni sürece dair hangi mesajlar iletildi? Uluslararası kamuoyundan ve diğer ülkelerden beklentileriniz nelerdir?

Yoğun temaslarımızda şunu net şekilde gördük: Uluslararası kamuoyu, “Türkiye’de barış, Kürt sorununun demokratik çözümüne bağlıdır” diyor. Uluslararası kamuoyuna, Kürt sorununun çözümünde kilit rolün ve demokratik müzakerenin adresinin İmralı olduğunu, haliyle buradan dünyaya açılabilecek iletişim kanallarının olması gerektiğini önemle belirttik.

İkincisi bu meselenin sadece Türkiye’nin bir iç sorunu olmadığını; Suriye’den Irak’a tüm Ortadoğu’yu etkileyen bölgesel bir denklem olduğunu ifade ettik. Türkiye’de atılacak demokratik adımların, tüm bölgeye barış ve istikrar getireceğinin altını çizdik. DEM Parti, barış siyasetinin garantisidir, dedik.

“Tüm dünyanın bu tarihi adımın yanında yer alması, desteklemesi gerektiğini ifade ettik. Türkiye’nin kendine has bir deneyim yaşadığını, bunun doğru anlaşılması gerektiğini ve bu saiklerle yaklaşmak gerektiğini her seferinde belirtiyoruz zaten.”

Bu görüşmelerde Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarına ve sesini kamuoyuna ulaştırma kanallarının açılmasına dair özel bir vurgu yapıldığı ifade edildi. DEM Parti bu konuda hangi somut adımları talep ediyor?

Bu çok kritik bir mesele, çünkü konu doğrudan barışın ve çözümün geleceği ile ilgili. Aile ve avukat görüşleri engelsiz sağlanabilmelidir. Toplumun farklı kesimleri kendisi ile görüşebilmeli, tartışabilmelidir. Bu durum birçok sorunu kendiliğinden çözecektir.

“Sosyalistler sürecin tam merkezinde olmalı”

Türkiye sosyalist hareketinden bazı kesimler, bir önceki barış sürecinde zaman zaman destekleyici; ancak mesafeli bir rol oynadı. Bugün yeniden barış ve müzakere zeminlerinin konuşulduğu bir dönemde, sosyalistlerin bu sürecin neresinde durması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Türkiye sosyalist hareketi, bu ülkenin devrimci birikimi ve onurlu mücadelesidir. Kürt özgürlük mücadelesi ile Türkiye sosyalist hareketinin kaderi, tarihsel olarak birbirine bağlıdır. Bu bağ, faşizme, kapitalizme ve emperyalizme karşı ortak siperlerde atılmıştır. Bu nedenle, yeni bir çözüm sürecinde sosyalistlerin duracağı yer, sürecin kenarında veya dışında değil, tam merkezinde ve öncü gücünde olmalıdır. Çünkü bu süreç onların mücadelesidir, alın teridir. Barış süreci sol-sosyalist yapılar için demokratikleşme, toplumsal adalet, anti-militarizm ve örgütlenme kapasitesini büyütme açısından benzersiz bir zemindir.

Bu bakımdan sol-sosyalist dünyanın görevi, bence süreci dışarıdan destekle yetinmeyip “kurucu özne” olarak katılmak, barışı teminat altına almak ve stratejik büyümesini hızlandırmaktır. Sol ve sosyalist yapılar, barış ve çözüm sürecini bir yük değil; bir fırsat olarak görmelidir. Bu, hem kendi varlıklarını güçlendirecek hem de halkların özgürlük ve adalet mücadelesine öncülük etmelerini sağlayacaktır. Sol-sosyalist yapılar olarak bizler Türkiye’de gelişen bu yeni süreci doğru okumakla, iktidarın hamlelerini doğru çözümleyerek buna göre adımlar belirlemek zorundayız.

CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar

Son dönemde CHP’li siyasetçilere yönelik gözaltı ve tutuklamalar, muhalefeti baskı altına alma politikalarının yeni bir aşaması olarak değerlendiriliyor. Bu konuda artık “Devletin size dokunmadığı” benzeri eleştirileri de düşündüğümüzde DEM Parti bu gelişmeleri nasıl okuyor?

Öncelikle şu yanılgıyı düzeltelim: CHP’ye yönelik bu operasyonları, bize yöneltilen “Devlet size dokunmuyor” eleştirisinin gölgesinde okumak, devlet aklını ve onun baskı mekanizmalarını hiç tanımamaktır. Binlerce yoldaşımız zindanlarda, belediyelerimiz gasbedilmiş, partimizin hangi davalarının gölgesinde buralara geldiği ortada iken, bu eleştiriler en hafif tabirle safsatadır.

Birimizin özgürlüğü diğerinin kalkanı olmalı, olabilmeli. Çünkü biz “yalnızca kendime değil, kolektif kurtuluşa özgürlük” diyoruz. Dolayısıyla baskı ortaksa, mücadele de ortak olmalıdır. Demokrasi bir bütündür. Normalleşme bir bütündür. Parçalı, dönemsel, anlık iyileşme olmaz. İstanbul’un ihtiyaç duyduğunu Van da ihtiyaç duyuyor.

“Aracılığınız ile ifade edeyim, yargının silah bırakmanın altyapısı ile, geri dönüşlerin hukuki zemini ile uğraşması gerekirken daha depremin enkazlarını kaldırmamış Adıyaman Belediyesi ile uğraşmasını kimseye anlatamazlar.”

Ortadoğu’da süren savaşlar, devlet dışı aktörlerin yükselişi ve bölgesel müdahaleler, Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı dört ülkede de etkiler yaratıyor. Partiniz bu tabloda nasıl bir bölgesel barış perspektifi geliştiriyor?

Ortadoğu’daki tablo, 100 yıldır dayatılan ulus-devlet modelinin ve emperyalist müdahalelerin topyekûn iflasıdır. Bölgedeki savaş, kapitalist modernitenin bir krizidir.

Savaş üzerinden yeni bir düzen inşa ediliyor. Çözüm, iflas etmiş bu sistemin içinde değil, ona karşı geliştirilecek radikal bir alternatifte yatıyor. Biz, halkları birbirine düşman eden ulus-devlet anlayışını reddediyoruz. Çözüm, halkların ve inançların (Kürt, Arap, Fars, Türk, Süryani, Ezidi, Alevi) kendi kimliklerini özgürce yaşayabilecekleri ve geliştirebilecekleri demokratik ulus modelindedir, diyoruz.

“Ne bölgeyi kan gölüne çeviren diktatör rejimlerin ne de kaosu derinleştiren emperyalist güçlerin yanında duruyoruz. Bizim yolumuz, halkların kendi öz gücüne dayanan Üçüncü Yol’dur. Bu yol demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü bir paradigmadır. Partimiz, tüm bölge için kalıcı barışın anahtarı olarak “Demokratik Konfederalizm” modelini önermektedir. Bu model, merkeziyetçi devlet yapıları yerine, yerelden başlayarak inşa edilen, doğrudan demokrasiye dayalı, çok dilli, çok kültürlü bir ortak yaşam projesidir.”

“Savaşanlar barışı yapar”

Öcalan’ın “Perspektif” metni, kamuoyunda çok sayıda tartışmayı tetikledi. Bu metinde yer alan temel stratejik yönelimleri siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sayın Öcalan’ın sunduğu “Perspektif” metni, bir durum tespiti veya temenni listesi değil, Ortadoğu ve Türkiye’de gordion düğümüne dönüşmüş sorunlar yumağını çözecek çığır açan bir siyasi manifestodur. Biz bu metni, partimizin ve tüm demokrasi güçlerinin önünü aydınlatan bir yol haritası olarak okuyoruz. Metin, 100 yıldır bölge halklarına kan ve gözyaşından başka bir şey getirmeyen “ulus-devletçi” paradigma eksenindeki zihniyetin aşılması gerektiğini söylüyor.

Perspektif metni, PKK’nin 12. Kongre’de aldığı fesih kararının ideolojik zemini “Savaşanlar barışı yapar” diyerek mücadeleyi silah yerine meşru parlamenter-toplumsal alana taşıyor. Bu, devletle doğrudan müzakereye kapı aralayan en kritik eşiktir. Halk meclisleri, kadın özgürlüğü ve ekolojik ekonomi eksenli “Demokratik Modernite” modeli ifade ediliyor. Bu model, bu teorik arka plan, önümüzdeki dönemde daha çok konuşulacak, anlatılacak olan yegâne arka plandır. Bu model bizlere önemli sorumluluklar yüklüyor.

“Öcalan’ın LGBTİ+’larla ilgili değerlendirmeleri büyük önemde”

Alevi toplumu, kadınların ve işçilerin mücadelesiyle ilişkiniz yeni süreçte nasıl şekillenecek? 

Öncelikle şunu belirteyim. Bizler geçmişte olduğu gibi bundan sonra da Alevi toplumu, kadınlar, işçiler, özcesi tüm ezilenlerin yanında olmaya; onlarla birlikte direnmeye devam edeceğiz. Barış süreci, bu topluluklarla aramıza mesafe girmesine neden olmaz. Aksine, daha güçlü ortaklıklar kurmamızı sağlar. Neticede barış sürecinin menzili bizim açımızdan herkesin eşit, adil, demokratik bir yaşama kavuşmasıdır. Ki söz konusu toplulukların temel derdi de bu menzile ulaşmaktır. Dert aynı, hedef aynı, yürüyüş omuz omuza…

“Perspektif” metninde Öcalan’ın LGBTİ+’larla ilgili ifadeleri de gündeme geldi. Bazı kesimler bu tutumu son derece kapsayıcı buldu. Ancak DEM Parti’nin LGBTİ+’larla ilgili politikası son zamanlarda hayli eleştirildi de. Siz bu konuda nasıl bir tutum içindesiniz?

Sayın Öcalan’ın Perspektif Metninde LGBTİ+’larla ilgili felsefik ve politik değerlendirmeleri büyük önemdedir. Güçlü pencereler açıyor. DEM Parti’ye dönük bu hususta eleştirileri her zaman dikkatle takip ettik. Politikalarımızı ve söylemlerimizi yenilemeye çalıştık.

Bizim yürüdüğümüz yol, herkesin kendi kimliğiyle, onuruyla ve özgürce yaşayacağı bir geleceğin yoludur. Her yurttaşın eşit, özgür ve onurlu yaşam mücadelesinin yanında olmaya devam edeceğiz.

Sürecin yeni aşaması

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile olan görüşmede “süreç yeni bir aşamaya evrildi” vurgusu yaptınız. Nedir bu aşama, neleri kapsıyor? 

Sayın Erdoğan ile İmralı Heyetimizin yaptığı görüşme oldukça verimli geçti. Silahsızlanma süreciyle ilgili konular, Meclis komisyonu ve bundan sonra atılacak adımlar ele alındı. Silahsızlanmayla ilgili adımlar ve komisyonun kurulmasıyla birlikte, sürecin yeni bir aşamaya evrileceği açıktır. Bir yandan silahlar susarken, diğer yandan Meclis’te sonuç alıcı bir komisyonun çalışması tarihi önemde, eş dönemli iki olaydır. Daha sonraki aşamalarda zaten Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini esas alan siyasi, hukuki, toplumsal, iktisadi çalışmalar yapılması mücadelemiz devam edecektir.

Tüm bunlardan yola çıkarak, yeni aşamadan kastın; herkesin sorumluluk alarak, barış için daha fazla çalışarak, süreci karşılıklı irade ekseninde götürme çabasıdır diyebilirim.

Kürt halkının iktidardan beklediği “somut adımlar” bu görüşmeden sonra atılacak mı?

Barış sürecinin rotasına tam olarak oturması, süreci enfekte edecek risklerden uzak durulması gibi nedenlerden ötürü, artık iktidarın somut adımlar atma zamanı geldi. Görüşmelere büyük önem biçiyoruz. Bu görüşmelerin doğrudan iletişimi sağladığı ve dolayısıyla sürecin hızlanmasına yarayacağı konusunda iyimseriz.

Bu hafta tarihi bir an yaşanacak ve bir grup PKK’li silah bırakacak. Bu sizin açınızdan nasıl bir gelişme ve devletin buna nasıl bir adımla karşılık vermesini bekliyorsunuz?

Evet, dediğiniz üzere çok tarihi bir ana tanıklık etmeyi bekliyoruz. Silahsızlanma, Öcalan’ın barış çağrısının sahadaki ilk somut karşılığıdır da denilebilir; “savaş bitti, demokratik siyaset başlasın” mesajı veriyor. Bu, bir son değil, onurlu bir barış için atılmış kritik bir başlangıç adımıdır. Bizim açımızdan bu gelişme, “yeni aşama” olarak tarif ettiğimiz sürecin ete kemiğe bürünmesidir. Bu kapı aralanmıştır.

Devletten beklentimiz elbette toplumsal bir barış yasası ile dönüş ve güvence, olası provokasyonları önleme ve Meclis’te kurulması beklenen komisyonunun ivedi çalıştırılması. Hasta tutsaklara, infaz yakmalara dönük adaletli bir yaklaşım, toplumsal gerilimin azaltılması için atılacak somut adımlar ve siyasi sürece tam destek göstermek, barışı kalıcı kılmanın yolu olacaktır. (TY)

Foto: Arşiv


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑