Makaleler

Published on Ekim 22nd, 2025

0

Bahçeli ve Uçum’dan demokrasi dersleri | Yusuf Karadaş


Kürt sorununda başlatılan ve artık bir yılını geride bırakan ‘süreç’ ile ilgili gidişatı anlamak bakımından iktidar blokundan iki ismin açıklamaları öne çıkıyor.

Bunlardan ilki kuşkusuz Öcalan’a yaptığı çağrıyla bu süreci iktidar bloku adına başlatan MHP Lideri Devlet Bahçeli idi.

Erdoğan ise, ‘meşruiyet’ tartışmasının sürdüğü bir dönemde Meclisin yeni yasama yılında oluşturulmaya çalışılan ‘birlik’ fotoğrafı örneğinde olduğu gibi süreç tartışmasına sadece işine geldiği zaman ve yerde girdi. Onun yerine Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, süreç konusunda her hafta düzenli açıklamalar yapmaya devam ediyor.

Bahçeli’nin bu sürecin sözcülüğüne soyunması üzerinden en çok yapılan değerlendirmelerden biri de “Bahçeli ve MHP’nin çok değiştiği” biçimindeydi.

Peki, gerçekten öyle miydi?

Bahçeli, Öcalan’a çağrı yaparken bölgede yaşanan gelişmelere ve bağlı olarak da devletin karşı karşıya olduğu tehditlere dikkat çekmişti. Bugün siyasi pozisyonu kısmen değişmiş olsa da tehdit algısının ortaya çıktığı yerde tekelci burjuva devletin hizmetine koşmak MHP’nin ‘siyasi genleri’nde her zaman vardı.

Bahçeli, Öcalan’a yaptığı çağrı ile İsrail’in bölgedeki (Ortadoğu) güç dengelerini değiştiren müdahaleleri karşısında Kürtlerle çatışma halinin yaratması muhtemel risklerini ortadan kaldırmak istiyordu. Bu çağrının karşılık bulması için de Öcalan’ın ‘umut hakkı’ndan yararlandırılması vaadinde bulunuyordu.

Aradan bir yıl geçti; Öcalan, PKK’ye silah bırakma ve kendini feshetme çağrısını yaptı ve PKK de bu çağrıya uygun adımları attı. Ancak devlet ve iktidar cephesinden süreç konusunda beklentiyi canlı tutmak amacıyla Mecliste bir komisyonun oluşturulmasının ötesinde hiçbir somut adım atılmadı.

Bir yıl önce “Öcalan’ın Meclise gelip çağrı yapmasından ve ardından umut hakkından yararlandırılmasından” söz eden Bahçeli, bir yıl sonra Dem Parti Meclis Grubundan Öcalan için atılan sloganlardan sonra şu açıklamayı yaptı: “TBMM çatısı altında taşkın sloganlara asla yer ve gerek yoktur. Herkes ve hepimiz “terörsüz Türkiye” hedefinin sekteye uğramamasına özenle dikkat etmeliyiz. Maksimalist taleplerin gündeme gelmesinden kaçınmalıyız.”

Bahçeli’nin bu açıklamasından birkaç gün sonra bu kez Diyarbakır’da Öcalan için yapılan eylemde polis aralarında milletvekillerinin de bulunduğu grubun önüne barikat kurarak biber gazlı bir müdahale gerçekleştirdi. Bahçeli, söz konusu açıklamasında “Kurucu önderin 27 Şubat açıklaması bize göre esastır” diyordu. Öcalan için eylem yapanlar da Bahçeli’nin “Öcalan’ın umut hakkından yararlandırılması” açıklamasının gereğinin yapılmasını istiyorlardı.

Öncesi bir tarafa süreç devam ederken AİHM’nin Demirtaş’ın serbest bırakılması yönünde aldığı karar dahi uygulanmazken acaba Bahçeli hangi “maksimalist talepler”den söz ediyordu?

Açıktır ki, iktidarın “terörsüz Türkiye” hedefi, Kürt sorununun çözümü yerine silahlı güçleri tasfiyesiyle sınırlı bir çerçeveyi dayatıyor. Ancak bu süreçte yaratılmaya çalışılan beklenti ile hiçbir somut adımın atılmaması arasındaki gerilim, son Diyarbakır örneğinde olduğu gibi önümüzdeki süreçte Kürtlerin her türlü demokratik talebinin “Süreci sekteye uğratma girişimi” olarak kodlanacağı ve bu taleplerin karşısına polis barikatlarının dikileceğini gösteriyor.

“Değişti” diyenlere yanıtı Kuzey Kıbrıs seçimleri konusunda yaptığı açıklamalarla yine Bahçeli’nin kendisi veriyor. Bahçeli, Kuzey Kıbrıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini destekledikleri Ersin Tatar yerine CTP (Cumhuriyetçi Türk Partisi) Llideri Tufan Erhürman’ın kazanmasından sonra Kuzey Kıbrıs meclisinin toplanıp “Seçim sonuçlarının kabul edilmeyeceğini” açıklamasını istedi. Bahçeli daha sonra partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamada “Meselenin demokratik haklarla ve sandığa saygıyla alakası hiç yoktur. Zira mesele vatan meselesidir” diyerek seçim sonuçlarını tanımama tutumunu sürdürüyordu.

Aslında bu açıklamalara Kürtler de yabancı değildi: Bahçeli geçtiğimiz dönemlerde kayyım atanan Kürt belediyelerinde de yerel seçimlerin yapılmasına gerek olmadığını söylemişti.

Demek ki, Saray rejimi ve kader birliği yaptığı tekelci burjuva gericilik kendi çıkarları bakımından bir tehdit gördükleri yerde “vatan”, “beka”, “milli güvenlik” örtüsü altında seçimler dahil her türlü demokratik hak askıya alınabilir!

Bahçeli’nin bu açıklamaları “değişti” diyenleri ve kendisinden demokrasi bekleyenleri şaşırtmış olabilir ama Türk-İslamcı faşist hareketin 1960’ların sonlarından bugüne kadar ülke siyasetinde oynadığı rolü bilenleri hiç de yanıltmıyor.

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un da süreçle ilgili açıklamaları, Bahçeli’nin açıklamalarıyla paralellik gösteriyor. Daha önceki açıklamalarında “Öönce terör örgütünün silah bırakması” sonra “demokratikleşme” biçiminde sürecin aşamalarından söz eden Uçum, son açıklamasında bu aşamalar arasındaki ilişkiye de açıklık getiriyor!

Uçum, “Geçiş sürecinin konusu terörün kesin ve devamlı surette sona ermesidir” diyor. Devamında “demokrasiyi geliştirme sürecini” şöyle açıklıyor: “Terörün sonucu olan birçok tedbire artık ihtiyaç kalmayacaktır. Bunun doğal sonucu zaten demokratik alanın genişlemesidir.”

Uçum’un demokrasi anlayışı, Eski Maarif Nazırı (Eğitim Bakanı) Emrullah Efendi’nin “Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim” sözünü hatırlatıyor. Ama Uçum eksik söylemiş: Mesela işçilerin daha iyi ücret ve sendikalaşma mücadelesi, kadınların şiddetin önlenmesi ve toplumsal yaşamın her alanında cinsiyet eşitliğinin sağlanması, öğrencilerin laik-parasız-bilimsel-demokratik-ana dilinde eğitim talebi, üretici köylülüğün ve halkın doğa-tarım alanlarının yağmalanmasına karşı mücadelesi gibi mücadele ve talepler olmasa demokrasimiz tam süper olacak!

Bahçeli, “Tehdit varsa demokrasi askıya alınabilir” diyor. Uçum ise, “Tehdit yoksa demokratik haklar genişler” diyor. İktidar blokunun bu iki temsilcisi farklı biçimlerde de olsa Saray rejimi için demokrasinin ancak kendi çıkarlarına hizmet ettiği zaman ve yerde mümkün olduğunu/olacağını açıkça ortaya koyuyorlar.

Saray rejimi muhalefetin bölünmüşlüğünü “kendi demokrasisini” inşa etmenin bir dayanağı olarak kullanmaya çalıştığına göre buna karşı yapılması gereken de bellidir.


Seçtiklerimiz: Yusuf Karadaş – Evrensel – 22.10.2025

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑