Makaleler

Published on Ekim 27th, 2025

0

Anadilde eğitim hakkı üniter devlet kıskacına hapsedilemez | Halil Gündoğan


“Resmi dil”, “anadilde eğitim” ve “anadil eğitimi”

Bu sorun, özellikle de çok uluslu devletlerin öteden beri yaşaya geldiği başlıca sorunlardan biridir. Ve ama bu sorun özellikle de kendi hükümranlığını diğer ulusal toplulukların inkârı üzerinden inşa etmek isteyen üniter ulus devlet modellerinde çok daha keskin bir hal alır. Çünkü ırkçı-faşizan bir hâkim ulus şovenizmiyle, diğer ulusal toplulukların başta dilleri olmak üzere tüm temel ulusal değerlerini baskılayıp yok sayarak, zora dayalı bir asimilasyon stratejisi marifetiyle, kendine eklemlemeye çalışır. Tabii bu hem çok ağır temel insan hakları ihlali ve hem de kaçınılmaz olarak ulusal çekişme ve çatışmaların yaşanması sonucunu doğurur. Yani bu anlamda tek millet, tek dil ve katı merkeziyetçi yönetim desturuyla şekillendirilen üniter devlet, aslında hiç de istenen o iç barış, huzur ve istikrarın sağlayanı ve teminatı olamıyor. Yırtınsa da olamayacağının en yakın somut örneğini TC. Devletinin yüzyıllık pratiği zaten fazlasıyla kanıtlamıyor mu?

Ama böyleyken kafasını kuma gömüp, hamaset söylemleri ve maksatlı çarpıtmalarla hâlâ gerçekleri ters yüz etme gayretindeler. Örneğin; “Batılı ülkelerde anadilde eğitim hakkı ve Türkiye” başlıklı makalenin yazarı bir gazeteci, adeta tüm egemen ulus şovenist cenahının ortak tutumlarına tercüman olmak istercesine, aynen şunları söyleyebiliyor:

“Terör örgütü PKK’nin (…), her 10-15 yılda bir kamuoyunun gündemine adına Kürt sorunu denilen konu getirilir.” “Söz konusu mesele kapsamında, resmi dil ve anadilde eğitim konuları da tartışmaya açılır.” “Ama bu tartışmayı yapanlar, sorunu sadece Türkiye özelinde ele alarak, diğer ülkelerde resmi dil ve eğitim dili konularında durum nedir diye pek merak etmezler” (*) diyerek İtalya, Fransa, Polonya, Almanya, Romanya, Macaristan, Brezilya, Slovakya, Meksika, İsveç, Norveç, Yunanistan, Avusturya, Hollanda, Ukrayna, Arjantin, Bulgaristan, Danimarka, Hindistan ve Filipinler’i emsal göstererek, bunların her birinde eğitimin o ülkenin resmi dilince yapıldığını ileri sürerek; kendince, “aslında normali bu” kabulüyle, sorunu sorun olmaktan çıkarılabileceğini empoze etmeye çalışıyor:

“Özellikle Türkiye’ye anadilde eğitim konusunda baskı yapan Almanya, Fransa ve İsveç’teki resmi dil ve eğitim dili uygulamasına bakıldığında, kendilerinde olmayanı bizden istemelerinin nasıl bir çifte standart oluşturduğunu görebiliriz.”

“Sıklıkla birbirine karıştırılan ‘anadilde eğitim’ ile ‘anadil eğitimi’ kavramlarını değerlendirerek bitirelim. Türkiye’de anadilde eğitimde ısrar edenler, bu talebin üniter devlet yapısına nasıl bir zarar vereceğini mutlaka biliyorlardır. Türkiye’nin üniter devlet yapısının korunması için ‘anadil eğitimi’ en iyi seçenektir ve bu zenginleştirilebilir.” (*)

Bu konunun şu son günlerde tekrardan daha bir heyecan ve hararetle tartışılmasına ise DEM Partiden Tuncer Bakırhan’ın (Öcalan’ın “talepsiz entegrasyon” tutumunun üzerinden atlarcasına) Kürtlerin talepleri arasında anadilde eğitim hakkı maddesinin de olmasıydı. Bahçeli bu taleplere; “maksimalist talepler ileri sürerek süreci zehirleme” uyarısıyla ayar çekerek karşı çıkarken; Mansur Yavaş’ından tutun da diğer pek çok ırkçı-faşist ve şoven Kemalist Ulusalcılar hep bir ağızdan veryansın ederek, adeta “ateş püskürdü.”

Şizofrenik bölünme korkusu

İtirazın temelinde ise, yukarıdaki alıntıda da altı çizildiği üzere; “Birden çok resmi dil ve anadilde eğitim talebi, üniter devlet yapısının temeline dinamit koyma talebiyle eşdeğerdir” şeklindeki şizofrenik hâkim ulus şovenizmi yatmaktadır.

Bu hastalıklı yaklaşım elbette ki sorunu, bin yıldır kardeş olduğunu söylediği bir halkla kardeşliğini, kendisine neyi hak görüyorsa aynını kardeşine de hak görme, yani bir başka ifadeyle eşit kardeşlik hakları üzerinden ele almak yerine; kendisinin sahip olduğu haklara kardeşinin de sahip olması halinde, “kutsal” olduğunu varsaydığı devletinin bölünüp parçalanacağı uydurmasyon korku masalıyla ele almayı tercih ediyor. Oysa samimi ve adil kardeşlik duyguları taşınıyor olsa, burada öncelikle gözetilmesi gerekenin, devletin akıbetinden önce, kardeşini de kendisinin sahip olduğu temel ulusal haklarına kavuşmasını sağlamak olurdu. Kardeş ulus şayet kendi bağımsız devletini kurmayı değil de gönüllü birliktelik esası üzerinden birlikte yaşamaktan yana irade beyan ediyorsa, bu durumda da ya üniter ya federatif veya konfederatif vs. şeklinde, uygun bir devlet modeliyle bu birliktelik pekâlâ oluşturulabilir.  Bu, teorik olarak da pratik olarak da mümkün. Nitekim örneğin, tarihte “uluslar hapishanesi” olarak bilinen Rusya İmparatorluğunu deviren Bolşeviklerin ilk elden yaptıklarının başında, İmparatorluğu oluşturan tüm ulusları, Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Etme ilkesi gereğince özgürleştirerek; toplamda 15 farklı cumhuriyetin gönüllü birliğiyle, yeni bir merkezi devlet modeli inşa etmişlerdir. Yani burada önemli olan bir yönetim aygıtı olarak devletin modeli değil, ulusların devredilemez temel haklarının kardeşlik hukuku içinde eşitçe gözetilmesidir. Devlet modelinin burada sadece bir teferruat olduğu, yaşanan pratik örneklerle sabittir. Yani üniterliğin tek başına toprak bütünlüğünün sağlanmasının ve keza iç barış ve istikrarın sağlanıp korunmasının teminatı olmadığı, yıkılıp tarihe karışan veya iç savaş ve çatışmalarla boğuşan bir yığın örneğiyle sabittir. Ya da federatif veya konfederatif devlet modellerinin toprak bütünlüğünün ve iç istikrar ve barışın teminatı olamayacağı fikrinin ne kadar yanlış ve saçma sapan bir fikir olduğunun da bir dünya kadar örneği bir çırpıda sayılıp dökülebilir.

Çok uluslu toplumlar ve üniter devlet modeli

Normalde, yapısal özelliği gereği üniter devlet, çok uluslu devletler için esasında uygun bir model örneği değildir. Çünkü üniter devletin mayasını; “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü temelinde, katı merkezi bir yönetim” esası oluşturur. Dolayısıyla da bir ulusun, başka ulusları ve topraklarını bir şekilde işgal ve ilhakla kendisine katarak oluşturduğu vatan, asla tek başına onun vatanı olmaz. Keza o uluslar da öyle kolayca asimile olup tek bir millete dönüşmeyeceklerine göre; siz, egemen ulus olma zorbalığıyla onları tek millet yapamazsınız. Doğallığıyla, kendi topraklarını ve diğer ulusal haklarını talep etmekten vazgeçmeyeceklerinden; dolayısıyla bu, sürekli bir çatışma ve ayrışma potansiyelini bağrında taşıyor olacaktır. Bu yüzden de dikkat edilirse iç ulusal sorun yaşamayan ve bu anlamda da iç istikrar ve barışa sahip üniter devletlerin ezici çoğunluğu tek uluslu devletlerdir. (Azınlık milliyetler, kültürel haklarının sağlanması halinde toprak ve daha başka ulusal haklar talep etmeyeceklerinden; bu tür devletlerde bunlar bir huzursuzluk kaynağı olmuyor.) Çok uluslu olup da üniter devlet modelini seçenler ise; Türkiye ve daha birçok örneğinde görüldüğü üzere, ulusal çelişkilerden kaynaklı olarak sürekli bir şekilde iç çatışma ve sürtüşmeler girdabındadırlar. Anayasanıza, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” diye bir madde koymanızla Kürdü, Ermeni, Rum, Arap, Çerkez ve daha başka etnik kökenlileri Türk yapamadığınızı, yapamayacağınızı anlamanız için daha kaç yüz yıl gerekiyor acaba? Keza Kuzey Kürdistanlı bir Kürt bireyin Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu savı da bir başka pişkin zorbalık örneğidir. Çünkü o senin “vatanım” dediğin coğrafyanın önemlice bir bölümü, senin ilhak ettiğin onun öz vatanıdır zaten.

Üniter devlet modelini özellikle de toprak bütünlüğünün teminatı sayıp, federal ve benzeri ademi merkeziyetçi modelleri bölücü veya bölücülüğe güçlü zemin sunan modeller olarak empoze eden egemen ulus mensubu ultra şoven kesimler, otomatikman federal veya konfederal devlet modellerinin toprak bütünlüğünü sağlayamayacaklarını ileri sürmüş oluyorlar. Oysa bunun esasen uydurmasyon bir “şehir masalı” olduğu, başta İsviçre, Almanya, ABD, Kanada, Güney Afrika Birliği, Hindistan, Belçika, Avusturalya, Avusturya, Brezilya vb. olmak üzere daha pek çok ülke örneğinden de rahatlıkla görülebilir.

Anadilde eğitim hakkı tartışma konusu dahi yapılamaz

Keza hiçbir şekilde tartışma konusu dahi yapılmaması gereken anadilde eğitim hakkı, bir ulusun, ulus olmaktan kaynaklı, başta gelen en temel ve vazgeçilmez hakkıdır. Bu hakkın kullanılmasının üniter devlet modeli altında olamayacağı savının bilimsel bir değeri bulunuyorsa şayet, o halde bu hakkın kullanımını mümkün kılan bir devlet modeline geçersiniz olur biter. Yok öyle “anadilde eğitim üniter devlet yapısına zarar verir” zorba zırvaları ardına sığınarak, baskın çıkmaya çalışmalar. Kaldı ki dünyada anadilde eğitim hakkının kullanıldığı örneğin Çin, Birleşik Krallık, Finlandiya, Hollanda ve İsveç gibi üniter devletler de mevcut. Varsayalım ki hiçbir uygulama emsalinin bulunmuyor olması halinde bile bu, bu hakkı tanımamanın “haklı-makul” gerekçesi olamaz. Tanıyarak, tarihe geçen “ilk örnek” olma şerefi kazanarak, sonrakilere olumlu emsal oluşturursun, değil mi?

Türkçeyi tek resmi dil olarak dayatma zorbalığı

Öte yandan madem bölünüp parçalanmak istemiyor ve çok uluslu bir devlet olarak var olmak istiyorsunuz, o halde bunun bir takım zorunlu gereklerini yerine getirmeniz gerekmez mi? Mesela niye sadece Türkler olarak sizin diliniz resmi dil olacakmış ki? Şayet size özel olarak inmiş bir “tanrı buyruğu” olduğunu iddia etmeyecekseniz; bunu tek başına belirleme ve diğerlerine dayatma hakkını nereden aldığınızın makul bir yanıtını vermeniz gerekmez mi?

Doğallığıyla anlaşılacağı üzere bu, diğer ulusal toplulukların ortak kararıyla belirlenebilecek bir konudur. Çünkü bunu ne kadar kendinize hak görüyorsanız, aynı şekilde diğerlerinin de hakkı olduğunu bilmeniz gerek. Hele ki “Bin yıllık Kürt-Türk kardeşliğini yeniden teşhis edip, Kürt-Türk ittifakıyla güçlü devlet olalım. Bu devlet ve vatan ne kadar Türkünse, bir o kadarda Kürtündür” demeye tekrardan başladığınız şu süreçte bari iki yüzlü sahtekarlığı bırakıp, kardeşlik hukuku temelinde, birlikte yaşamak istediğiniz kardeşinize de bu hakkı tanıyarak, gönüllü birlikteliğin zeminini örmeye gayret edin.

Bunun yapılmasıyla kıyametin kopmadığı, vatanın bölünmediği, tam aksine daha sağlam bağlarla pekiştiğinin birçok örneği de mevcut aslında.  Örneğin dört resmi dilli İsviçre bunun en çarpıcı emsalidir. Keza üç resmi dilli Belçika, İki resmi dilli Kanada, on bir resmi dilli Güney Afrika, iki resmi dilli Güney Kıbrıs ve benzeri birkaç ülke daha birden çok resmi dile sahip.

Devletin resmi dili ve yüksek öğrenim dili

Ve fakat dillere hiçbir sınırlama getirmeme ve eşit statüde konumlandırma koşuluyla, resmi dil ve yüksek öğrenimin tek dilli olup olmaması konusu, ülkeyi oluşturan ulusal toplulukların ortak iradesiyle belirlenebilir. Sorun nihayetinde o toplumun kendi hür iradesiyle karar vereceği bir sonuç olacağından; bir hak gaspı ve ihlali olmayacaktır. Yani yeter ki zorbalıkla dayatılmasın ve diğerlerinin varlığı ve iradesi yok sayılarak hükümranlık kurulmasın.

“Anadilin öğrenilmesi” seçeneği

Kürtlere ve diğer ulusal azınlıklara “anadilde eğitim hakkı” yerine “anadilin öğrenilmesi” alternatifini sunarak bir haksızlığın ve hak gaspının telafi edilebileceğini ileri sürmek; en hafif deyimle ahlâk ve vicdan yoksunluğunun dik âlâsıdır. İnsanların aklıyla alay etme küstahlığıdır.

 (*) (Gürbüz Evren. Independent Türkçe)


Seçtiklerimiz: Halil Gündoğan – 27.10.2025


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑