Türk sömürgeciliği | Mehmed S. Kaya
• Kürtlerin seçilmiş temsilcilerinin görevden alınması ve mülkiyet haklarının gasbı, Türk sömürgeciliğinin yerli halka karşı yürüttüğü etnokratik tahakkümün en sert tezahürleri arasında yer alıyor…
Bir ulus, gücünü ve denetimini kültürel sınırlarının bittiği yerin ötesine genişlettiğinde, güç kullanarakl denetlediği toprakları kendine mal ettiğinde, kontrolü altında tuttuğu toplumun iradesini hiçe saydığında ve kendi iradesini kontrol ettiği toplululuğa dayattığında, tıpkı seçilmiş Kürt belediye başkanlarının görevden alınmasında olduğu gibi; bu sömürgeciliğin en kötü biçimi olarak algılanır. Yaptığım bu sömürgecilik tanımlaması sadece Türk devletine uyuyor. Bu yazıda bunu irdeliyeceğim.
Çoğu zaman diğer klasik sömürgeciliklerle karşılaştırıldığında Türk sömürgeciliğinin ayırt edici özelliği, Kürt yerel kurumları ve toplumsal yapıları ortadan kaldırılmış, bunların yerine sömürgeci güç kurumları ve ideolojileri inşa edilmiştir. Örneğin Kürt hakları için mücadele eden Kürt dini ve kültürel yapıları, siyasi partilerinin ve örgütlerinin yasaklanması gibi. Bilindiği gibi bir dizi Kürt yanlısı siyasi parti, örgüt ve dernek yasaklandı (HEP, DEHAP, DEP, DTP, DDKO vb). Türk yetkililer, Kürtlere uluslararası hukuk kapsamında tanınan medeni ve siyasi hakları ihlal etmiş, Kürt direnişlerini terörizm olarak nitelendirmiştir. Bunun yerine Türklüğü savunmak ve Kürtlerin haklarına karşı çıkmak amacıyla Türk etnik temelli, daha çok militan milliyetçi partileri ve örgütleri kurulmuş. Son yıllarda, yaklaşık 140 seçilmiş Kürt belediye başkanı görevden alınmış ve yerlerine atanmış valiler ve diğer devlet bürokratları getirilmiş. Çok sınırlı olan bu tür Kürt egemenliğinin bu şekilde ellerinden alınması, Kürtlerin rızası olmadan gerçekleşmiş ve Kürt bölgelerinde Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkının ve yasal örgütlenmesine izin verilmeyeceği anlamına geliyor.
Türk sömürgeciliği ile klasik Batı sömürgeciliği farklıdır
Sömürgecilik ciddi bir suçtur. Bu suç tüm dünyada kabul görmektedir, çünkü birçok açık ırkçılık unsuru içeren bir yönetim biçimi uygulanmaktadır. Ancak Türk sömürgeciliğini Batı sömürgeciliğiyle aynı kefeye koymak yine de yanlıştır.
Türk sömürgeciliğini Batı sömürgeciliğinden çok farklı yorumlamamız gerektiğini düşünüyorum. Batı sömürgeciliği ile Türk sömürgeciliği karşılaştırıldığında, Batı sömürgeciliğinin elbette Türklere kıyasla bazı insani özellikleri içerdiği açıktır. Örneğin Batılı güçler, Türklerden farklı olarak, işgal ettikleri halkın kimliğini, dilini, kültürünü ve tarihini inkar etmemiş veya yasaklanmamışlar.
Türk devletinin hedefi ise, Kürt topraklarının tamamen sömürgeleştirilmesi olmuştur. Mümkün olduğunca çoğu Kürtlerin kendi bölgelerinden sürülmesi ve yerlerine dışarıdan getirilen göçmenlerin yerleştirilmesi. Türk rejimleri, dışarıdan ithal ettiği göçmenlere yer açmak için Kürtleri bölgeden uzaklaştırma yönünde büyük planlar yaptığı biliniyor. Örneğin Şark Islahat Raporu bu amaç için de kullanılmıştır.
Sömürge halklarına ilişkin devlet mülkiyet hakları hâlâ tartışmalıdır. Türklerin, başka halkların topraklarının işgaline ilişkin algısı, Batılı işgalci güçlerin algısından farklıdır. Türkler, işgal ettikleri veya kontrol ettikleri toprakları kendi mülkleri olarak görüyorlar. Devlet Bahçeli’nin son dönemde yaptığı Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’nin bir parçası olması gerektiği yönündeki açıklaması bunun son örneğidir. Ancak Batılı işgalci güçler, işgal ettikleri toprakları anayurda ait topraklar olarak görmüyorlardı.
Bu nedenle, Türk sömürgeciliği altında Kürtlerin çektiği acıları açıklamak için daha kapsamlı bir bakış açısı geliştirmek gerekmektedir. Böyle karşılaştırmalı bir bakış açısıyla, toprak genişlemesi, toprak işgali, kibirli hakimiyet, üstünlük, ırkçı motivasyonlu saldırganlık ve “insanlıktan çıkarma” özellikleri içeren Türk sömürgeciliği, Batılı güçlerin sömürgeciliğinden önemli ölçüde ayırdığı ortaya çıkacaktır.
Türk ve Batı sömürgeciliği arasındaki karşılaştırma, daha derinlemesine çalışmalara yol açacaktır. Ve yeni bilgilere ışık tutacak. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda yapılacak araştırmaların daha açık, kapsayıcı ve karşılaştırmalı bir yaklaşıma kapı aralayacağını söylemek pek de iddialı bir öngörü değil.
Türk işgali neden tüm işgallerin en kötüsüdür?
Bir etnik grubun sistematik olarak diğer grubun aleyhine münhasır haklara ve güç-politik kaynaklara erişime sahip olması ne anlama gelir? Bu durum en iyi Mustafa Kemal’in yarattığı etnokratik devlet yapısıyla açıklanabilir.
Etnokratik devlet yapısı nedir?
Özellikle Batı’daki sol, İsrail’i Hamas’a karşı savaşta etnokratik bir devlet olmakla suçluyor. Oysa Türk devleti, etnokratik bir devletin en iyi örneği olarak karşımıza çıkıyor.
Türk devleti, adından da anlaşılacağı üzere, yalnızca etnik Türklere dayanır. Yani devletin kurumları, yönetimi, milletin kimliği ve aidiyeti yalnızca Türk etnik grubunun kültürüne, diline ve tarihine dayanır. Bu durum etnik Türklere ayrıcalıklar sağlarken, Kürtler ve diğer etnik grupların dışlanmasına veya ayrımcılığa uğramasına yol açtı. Böyle bir devlet yönetim şekline genellikle etnokrasi denir ve klasik anlamda siyasi bir ideoloji olarak “nasyonal sosyalizm”i içerir. Kürtler, etnik temelli bu devlete karşı çıktılar ve bir dizi ayaklanma düzenleyerek Kürtler ile Türkiye arasındaki mevcut çatışmayı başlattılar.
Mustafa Kemal, Anadolu’yu etnik ve kültürel açıdan zengin bir toplumdan etnokratik bir topluma dönüştürdü. Kürtleri ve diğer Türk olmayan halkları inkâr etmesi ve onlara karşı yaygın Türkleştirme politikası, devletin sömürge projesinin tamamlanması olarak yorumlandı. Özellikle Kürt coğrafyasında etnik Türk çıkarlarını, Kürt kültürü, hukuk kavramları ve gelenekleri pahasına meşrulaştıran bir ideolojiyi (Türkçülük merkezli Kemalizm) teşvik etti. Türk etnokrasisi, etnik temelli etnokrasiyi istikrara kavuşturan tutumları üretmiş ve yeniden üretmektedir. Bu şekilde, sömürgeci güç, kontrol ettiği Kürtlerin yaşamları ve geçim kaynakları üzerinde siyasi, kültürel ve ekonomik kontrol kazanır.
Etnokratik sömürgeciliğin tipik bir örneği: Kürt meralarını, çayırlarını, yaylalarını, ormanlarını, dağlarını, su kaynaklarını etnik Türk kökenli devlet mülküne dönüştürmek
Etnokratik sömürgeciliğin bir diğer güç-politikası ise Kürtlerin sahip olduğu meraları (ortak alanlar), çayıları, yaylaları, ormanları, dağları, su ve yeraltı kaynakları vb. devlet mülkü yapmaktı. Ve devlet, anayasada tanımlandığı gibi, etnik Türkçülüğe dayanmaktadır.
Ortak alanlar, tarihsel olarak Kürtlerin ortak malı olarak kabul edilmiştir. Osmanlılar bu mülkiyet hakkına saygı duymuştur. Osmanlılar Kürtlerin kullanım haklarına da saygı duyuyordu. Osmanlı döneminde Kürtler, İslam Şeriatı ve iç yargı sistemine dayalı bir örgütlenme biçimi olan İslam hukukuna göre örgütlenmişlerdi. Buna göre, mera dahil ortak mülkiyet, bölge sakinleri tarafından sahiplenilmeli ve yönetilmeliydi. Bu anlayış mülkiyet haklarını düzenlemekteydi.
Osmanlı yönetiminden Kemalist cumhuriyete geçiş, Kürtler için son derece olumsuz değişikliklere yol açtı. Kürtlerin sahip olduğu ortak meraların, ormanların, dağların ve yaylaların resmi olarak tasfiyesi, Kemalist hükümetler döneminde Kürtlerin elinden alındı. Mustafa Kemal, 1919-1922 yılları arasında Kürtlere özerklik vaadiyle Kürt bölgesini kontrol altına aldı, ancak 1923’te verdiği vaatlerden caydı. Kürtleri aldattı. Kürt bölgesindeki toprak işgalini tamamlamıştı. Kemalist cumhuriyet, Kürt topraklarını devletin malı olarak kabul etti ve kendi idari rejimini kurdu. Bu süreç kademeli olarak gerçekleşti. Ancak Bülent Ecevit hükümeti, 1974 toprak reformu bahanesiyle, toprak ağalarının elinden toprakları alıp yoksullara dağıtma bahanesiyle, bütün ortak arazileri devlet malına çevirdi. Bu, Kürtlerin iradesine aykırı olarak gerçekleşti. Ve Kemal’den sonra Kürtlere vurulan ikinci darbe oldu. Kürtlerin ortak topraklarını devlet malı haline getirme sürecini tamamladı. Bu ikinci bir aldatma ile sömürge projesi tamamlanmış oldu. Ecevit’in stratejik hedefi, Mustafa Kemal gibi, devletçilikti, yani Kürtlere karşı etnik Türk devleti güçlendirmekti.
Kemalist Ecevit aynı zamanda sosyal demokrat olduğunu da iddia etmektende geri çekinmiyordu. Ancak Avrupa’daki sosyal demokratlar Ecevit’in tam tersini yapıyodu. Örneğin, İspanya’da sosyal demokrat başbakan, Felipe González Márquez, İspanya’nın sömürgelerinden çekilmesine katkıda bulundu.
Bu katı sömürgeci politikadan çok sayıda Kürt olumsuz etkilendi ve etkileniyor; Kürtler varoluşsal temellerinden mahrum bırakıldıklarını his etti ve ediyorlar. «Devlet ortaya çıkmadan çok önce bu topraklar bizimdi. Ve atalarımız binlerce yıldır burada yaşadılar ve bu toprakların sahibi idiler» sözleri Kürtlerden sık sık duyulur.
Benzer şekilde, ulus-devletin oluşumundan önce var olan mülkiyet hakkı geleneği, demokratik ülkelerde devletin oluşumundan sonra da sürdürülmüştür. Örneğin Norveç devleti ormanın yaklaşık yüzde 20’sine sahip ve devlet bu yüzde 20’lik ormanları özel sahiplerinden satın almış.
Eşsiz, sınırsız ve temelsiz bir kendini beğenmişlik
Kendi kendini tek taraflı Kürt toprağı üzerinde mülk sahibi ilan eden Türk devleti, Kürt toplumuna tamamen yabancı gelen yeni düzenleyici otoritesini uygulamaya koydu. Kürtlerin haklarının gasbı üzerine kurulan yeni sömürge, artık işgalci cumhuriyetin kontrolüne girmiş ve bu durum hızla ulusal disiplin tedbirlerine yol açmıştı. Devletin mülkiyet hakları mutlak kabul ediliyordu ve Kürt bölgeleri, bilindiği gibi, Ankara’daki merkezi iktidar tarafından kalıcı olarak sömürgeleştirilmiş sayılıyordu. Kürtlerin toprak kullanımının hak yaratmadığı şeklindeki bu hukuki anlayış, yüz yıldan fazla bir süredir Türk hukuk eğitiminin ve mahkeme uygulamalarının temelini oluşturmuştur.
Devlete mal edilen toprakların sadece ekonomik çıkarlar için değil, aynı zamanda devletin Kürt toprakları üzerinde ebedi hakkı olarak algılayışını da yansıtmaktadır. Türkler güç kullanırken genellikle kendilerine sınırsız haklar tanırlar. Düşündükleri ve yaptıkları her şey, kendi görüşlerine göre doğru ve adildir. Kendileri için koydukları kuralların başkaları için geçerli olmadığı izlenimi verirler. Çünkü başkaları böyle bir hakka sahip olamıyor.
Türk sömürgeciliği hangi doktrine dayanıyor?
Kürt coğrafyasının ilhakı, sömürgeciliği meşrulaştıran ve destekleyen bir ideolojiye dayanır; Yani Türk fethi, ırkçılık, üstünlük, egemen halkın yerleşimcilerine yer açmak için geniş toprakların fethi, yerli Kürtlerin sömürülmesi, kültürlerinin, tarihlerinin ve yaşam biçimlerinin yok edilmesi gibi temel görüş, ve doktrine dayanıyor.
Tanık olduğum üst düzey Türk yetkililer sohbetlerinde, Kürt bölgesindeki Türk devlet kontrolünü meşrulaştırmak için şu gerekçeleri öne sürüyordu: «Kürtler arasında çok fazla tartışma yaşanıyor, su ve tarımın paylaşımı konusunda büyük anlaşmazlıklar yaşanıyor ve bu nedenle aralarında sık sık kanlı çatışmalar yaşanıyor». Bu tür abartılı iddiaları, kanaatimce inandırıcı değil. Bu iddiaları sözde resmi Türk tarihi yazan sahtekarlardan da biliyoruz. Bu görüş, “fetihin hakkı”nı meşrulaştırmak için kullanılıyor. Üstelik bu tür anlaşmazlıklar dünyanın her yerinde yaşanıyor. Ancak kimse bu tür çatışmaları sömürgeci baskıyı meşrulaştırmak için kullanmadı.
Türklerin Balkan ülkelerini nasıl yönettiğine dair Avrupa kaynaklarını okursanız, Türklerin Balkanları yönetme biçimleri ile bugün Kürtleri yönetme biçimleri arasında benzerlikler göreceksiniz. Türklerin o kadar baskıcı ve acımasız bir tutum içinde oldukları o kadar açıkça görülüyor ki, bu durum Türklere karşı direnişin sebebi olmuş ve onları Balkanlardan kovma isteği hızla artmıştır. Bu ve benzeri baskılar Türkiye’nin demokrasiyi inşa edememesine yol açan önemli özelliklerdir.
Türk işgali tüm işgallerin en kötüsü mü?
Filistin’in işgali hem güncel tartışmalarda hem siyasi literatürde sıklıkla en kötü işgal olarak sunulur. Peki Kürtlerin Türkiye tarafından işgali daha mı insani?
Türk sömürge sisteminin yerel halkı ırkçı bir şekilde değersizleştirmesi ve “insanlıktan çıkarması” çoğu zaman aşırı biçimler aldı. Batılı güçler sömürgelerini işgal altında tutarken, sömürgeleştirilen halkın topraklarına el koymadılar. Sömürgeleştirilenler, ortak mülk (mera, otlaklar, dağlar, ormanlar vb.) dahil olmak üzere kendi topraklarına sahiptiler. Kürtlere bu hak tanınmamaktadır. Şöyle; Kürt köylerinde insanlar kendi meraları (ortak mülk) üzerine ev inşa edemezler. Ettiklerinde, ilgili kişi bunu devletten arsa olarak satın almak zorunda kalır.
Cumhuriyet Türkleri etnik temizlik konusunda da ustadırlar. Türkiye’nin 2019’da Kürt şehri Afrin’i işgal etmesinin ardından 120.000 Kürt evlerinden sürüldü. Onların yerine Afrin’e 15.000 Filistinli Arap ve Orta-Asya’dan sayıları belli olmaya binlerce cihatçı yerleştirildi. Ancak Filistinli Araplar, İsrail’in Gazze’deki savaşına karşı neredeyse her gün gösteri yapıyor, Afrin’deki Kürtlerin Türk işgaline karşı protesto düzenlemesine izin verilmiyor.
Bir başka örnek; Türkiye’nin 1974’te Kuzey Kıbrıs’ı işgal etmesinin ardından binlerce Kıbrıslı Rum, yerlerinden mülklerinden kovuldu. Anadolu’dan binlerce Türk getirilip onların yerlerine yerleştirildi. Kuzey Kıbrıs artık “küçük vatan” olarak algılandı.
Nelson Mandela’nın şu sözü bu konuyu aydınlatıyor: “Hiçbir toprak işgal edilmemiştir; sadece insanlar işgal edilmiştir.” Tarih göstermiştir ki, işgal altındaki bir halk, kendisini boyunduruk altına almaya asla izin vermez. Direniş mücadelesinin daha derin ve daha gerekli bir yankısı, işgal altındaki topraklardadır.
Türk tarihçiler sömürgeciliği inkâr etmekte ustadırlar
Kaynak eleştirisini ele alan tarih biliminin, Kürt bölgelerinin statüsünün sömürge olarak tanımlanıp tanımlanamayacağı sorusunu ele alması beklenmektedir. Ancak Kürt tarihçilerin bireysel katkıları dışında, Türk tarihçileri Kemalizm’in resmi ideolojisi tarafından yönlendirilmişlerdir. Bu örnek aynı zamanda Türklerin bilimi Kemalist ideolojiyi meşrulaştırmak için bir araç olarak kullandıklarını da göstermektedir.
Türk tarihçilerinin temel görevi, tarihi olayları çarpıtmak ve bunları resmi ideoloji – Kemalizm – ışığında yorumlamaktır. Bu çarpıtmalar hem sahada yaşanan hakikatlerden, hem tarih yazımının genel kurallarından, hemde uluslararası tarih bilimi perspektiflerinin gözardı etmesinden o kadar uzaktır ki, sonuçları ciddiye alınmıyor.
Tarihsel çarpıtmaların doğru olduğu iddia ediliyor. Örneğin, Mustafa Kemal, Şeyh Said isyanı’nın İngilizler tarafından kışkırtıldığını iddia etti. Yıllar sonra İsmet İnönü, anılarında şöyle yazdı: “Şeyh Said isyanı’nı İngilizlerin kışkırttığına dair bir kanıt bulamadık.” Ancak televizyon tartışmalarında bazı Kemalistler hâlâ Seyh Said’i İngiliz ajanı olmakla suçluyorlar.
Mehmed S. Kaya – 28.10.2025
*Mehmed S. Kaya: Bingöl’ün Solhan ilçesinin Keşkon mezrası doğumludur. Norveç Inland Üniversitesi’nde sosyoloji profesörüdür. ‘The Zaza Kurds of Turkey’ kitabının yazarıdır.

























































