Türk Solu ve Kürtler | Ergün Aslan
Çok ilginç süreçlerden geçiyoruz.
Bir yandan barış görüşmeleri, diğer yandan da demokratik toplum tartışmaları.
Bu süreçlerin içerisinde en ilginci de Türk solunun, Apo’nun komünist anlayışıyla girdiği tartışmalar.
Ve biz proletaryalar, komünizm bilgisi; devletlerin, sınırların, sınıfların, bayrağın ortadan kalktığı bir dünya bilgisinden öte olmayan Türk solunun, Apo’nun komünizm anlayışıyla girdiği tartışmaları da zevkle takip ediyoruz.
Tabii ki Türk solunun bu hali nedeniyle Apo’nun tek kale maç yaptığını da söyleyebiliriz.
Ama Apo’nun tek kale maç yapmasının nedeni de sadece Türk solunun bu hali ya da Apo’nun doğruya yakın komünizm hakkında bilgileri sunması değildir.
Sonuçta bilgi neden değil, bir sonuçtur.
Ve Türk solunun da, Apo’nun da ortaya koydukları bilgi bir ihtiyacın sonucudur.
Yani kısacası, Kürtlerin komünist bilgilerinin Türk solunda fazla olmasının nedeni; oturmuş güçlü bir örgütsel yapılarının olması ve bu güçlü örgütsel yapıların ihtiyaç duyduğu komün nedeniyledir.
Türk solunun da örgütsel yapısının böyle bir ihtiyaç hissetmemesi, Türk solunu kitleleşememenin konforlu alanında kalarak hayattan kopuk öneriler, tartışmalar yapmalarına neden olmaktadır.
İşte bu yüzden Apo, Türk solu karşısında tek kale maç yapmaktadır.
Hem de komün ihtiyacı artan toplumlarda Marksizme karşı eleştiriler ve retler çıkacağını düşünerek.
Bu özgüvenle de Apo, bugüne kadar hem öncünün toplumun dönüşümünü sağladığına inandığı halde, yine de öncüsüne (şartsız, koşulsuz) sadakatle inanmayan hem de komünizmin yaşantısının, öncünün proletaryayla kurduğu yaşantı olduğuna da hiç değişmemiş Türk soluna yaptığı tek kale maçlarda ardı ardına goller atmaktadır.
Buraya kadar Apo’nun; komünizm bilgisi sadece devletin, sınırların, sınıfların ortadan kalktığı bilgisinden başka bir şey olmayan Türk soluna karşı yaptığı tek kale maçlarda sürekli goller atması da biz proletaryaları ilgilendirmiyor.
Biz proletaryaları ilgilendiren, gerçekten Apo’nun düşündüğü gibi Komün’ün inşasında devrimcinin rolüne sadakatle inanan insanların ruhunda Marksizm’in eleştirisinin çıkıp çıkmayacağıdır.
İşte asıl devrimcinin rolüne sadakatle inanması gereken biz proletaryaları da bu ilgilendiriyor.
Ve evet, Marks da Komün’ün yenilgisinden sonra inşa ettiği partinin (öncünün) komünizmi inşa edeceğine sadakatle inanırdı.
Devrimcinin kişiliğiyle ve toplumla kurduğu ilişkilerle, örgütlenmenin içerisindeki ayrıcalıkları (devleti) söküp atacağına, kusurlardan kurtulmuş örgütlenme içerisinde öncünün toplumla birlikte komünizmi yaşayacağını da savunurdu.
Nasıl ki biz proletaryalar, bırakın komünizmi, ilk başından itibaren öncülerimizin yarattığı örgütlülük içerisinde dahi komünizmi yaşayabileceğimize inanıyorsak; Marks da öncülerin yarattığı komünler (ve komünizm) içerisinde toplumun komünizmi yaşayabileceği fikrini de reddetmezdi.
Hatta bu düşünce kendisinindir.
Hatta Marks’ın bu düşüncesi de biz proletaryalarındır.
Ama Marks’ın tüm bu gerçekliği kabul etmesine rağmen, dönüp yine de devrimcinin ve toplumun yaşadığı bu komünizme komünizm diyebilmek için bazı çizgiler de belirlediğini de kimse inkar edemez.
Tek ülkeden tutun, kapitalizmin hegemonyasının var olduğu bir dünyada, öncülerin sayesinde toplumların yaşadığı komünizme gerçek anlamda yine de “komünizm” diyememesi gibi.
Ve belirlediği bu çizgilerin de toplumun yaşayışıyla örtüşmediğini, toplumun da dönüşüm hızını frenlediğini; bu frenlemelerin de devrimcileri, var olan statüyü korumaya ve toplumun dönüşüm hızını reddetmeye, böylece de toplumla öncü arasında derin uçurumların doğmasına yol açtığını da kimse inkar edemez.
İşte Apo’nun Marks’a getirdiği eleştiriler de burada başlıyor.
Ve evet, Apo Marks’a inanıyor. Öncünün toplumu değiştirebilme gücüne de inanıyor. Hatta bu yüzden de demokratik toplumun inşasının görevini, bir masa çevresinde bir araya gelmeyi reddetmemiş Kürdün, Arabın, Türk’ün, Lazın… devrimcilerinin omuzlarına vermekte de bir sakınca görmüyor.
Çünkü Marks gibi Apo da devrimciyi sadece bir teorisyen değil, aynı zamanda değişen ve değiştiren bir praksist olarak görüyor.
Ama iş Marks’ın toplumun yaşantısının karşıtı olarak komünizme sınırlar çizmesine gelince de Apo, Marks’ın çizdiği bu çizgileri kabul etmiyor.
Marks’ın toplumun komünal yaşantısını ve dönüşümünü kısıtlayan tüm söylemlerini de reddediyor.
Ve bu düşüncenin aynısının da toplumun zihinlerinde çıkacağını düşünüyor.
Ve bu düşünceyle de toplumun komünal yaşantısını ve dönüşümünü kısıtlayan hale geldiğini düşündüğü anda devrimcinin elinde komünü alarak halka vermeyi uygun görüyor.
Bu da Apo’yu, öncüsüne sadakatle inanmayan Türk soluyla gecikmeli olsa da bir süre sonra yeniden bir araya getiriyor.
Ama Apo burada durmuyor.
Dursa, öncüsüne sadakatle inanmayan Türk soluyla bir noktada olsa da yeniden ortaklaşacak.
Ama Apo bunu yapmıyor.
Apo, tek ülkede ve kapitalist hegemonyanın olduğu bir dünyada toplumun yaşadığı komünizme “komünizm” demeyen Marks’la yollarını tümden ayırarak, Marks’ın sosyalist, komünist anlayışına eleştiriler getiriyor.
“Değerlerimizin her söylediğine katılmak zorunda değiliz.” diyerek değerlerine eleştiriler getirmiş, öncüye sadakatle inanmayan halleriyle de öncüye sadakatle inanan Marks’la da yollarını çoktan ayırmış; ama bu ayrılışlarının da derin bir ideolojik ayrılık olduğunu görme, söyleme cesareti gösteremeyen Türk soluyla da böylece bir kez daha yollarını ayırıyor.
Ve Türk solunu cesaretli olmamakla suçluyor.
Ve tek ülkede, kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada komünizmin yine de yaşayabileceği düşüncesini Marks’a rağmen öne sürüyor.
Tabii ki tek ülkede ve kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada komünizmin yaşayıp yaşayamayacağı tartışması farklı bir şey.
Bu konuya geçmeden önce biz proletaryaların görmesi ve hakkını vermesi gereken bir nokta da Türk solunun iddia ettiği gibi Apo’nun ilk baştan itibaren Marks’ı reddetmediği, tam aksine Apo’nun, Marks’a eleştirileri başlayana kadar da Marksizmin içerisinde kaldığını da görmesi gerekir.
Ve ardından Apo’nun Marksizmle yollarını ayırması konusuna da yeniden gelirsek,
Burada dikkat etmemiz gereken önemli bir nokta da Marks’ın, komünizme yaptığını sadece komünizme yapmadığını, sosyalizme de aynısını yaptığını proletaryalar kadar Apo’nun da hatırlaması gerektiğidir.
Marks sadece komünizme karşı değil, aynı zamanda Avrupa dışında devrimin gerçekleşebileceği fikrinden tutun, tek ülkede ve kapitalist hegemonyasının güçlü olduğu bir dünyada sosyalizmin gerçekleşebileceği fikrine kadar her şeye karşı gelmişti.
Tabii ki bu durumda proletaryaların zihninde Apo’nun komünizm için dediği gibi, sosyalizme karşı da o dönemlerde bir bulanıklık yaratmıştı.
Ve o dönemlerde de şimdi olduğu gibi birileri çıkıp “Değerlerimizin her söylediğine de katılmak zorunda değiliz.” demişlerdi.
Ve böyle de yapmışlardı.
Bu, kabaca Marksizmi eleştiride Lenin’e kadar devam etmişti.
Ancak Lenin’in çıkıp da Avrupa ülkeleri ve kapitalizmin geliştiği, güçlendiği, hegemonyasının arttığı bir dünyada ayakları üstünde duran; lakin gelişmemiş (yarı sömürge, yarı feodal, yarı kapitalist) ülkelerde ve kapitalizmin hegemonyasında zayıf olduğu anlarda ise baş aşağı duran Marks’ın bu teorisini alarak baş aşağı çevirince gelişmemiş ülkeler için çok değişmişti.
Lenin, baş aşağı çevirerek gelişmiş ülkeler için ayakları üzerinde durur hale getirdiği Marksizmin içerisinde sömürgeciliğin, gelişmemiş ülkelerde devrimin öncü müfrezelerini ortaya çıkardığını; bu haliyle de gelişmemiş (feodal, yarı feodal, yarı kapitalist…) ülkelerin de devrime gebe kalabildiğini; kapitalizmin hegemonyasının zayıfladığı anlarda da bu tip ülkelerde devrimin gerçekleşebileceğini, güçlenebileceğini, kapitalizmin hegemonyasının yeniden inşa edildiği dünyada da yaşayabileceği fikrini Marks’ın öne sürdüğü emarelerini de bulup çıkarınca her şey sosyalizm açısından da çok değişmişti.
Ve Marks’ın “tek ülkede ve kapitalizmin hegemonyasının güçlü olduğu dönemlerde devrimin yaşayamayacağı” düşüncesi altında ezilen Marks’ın; sömürgeciliğin, gelişmemiş ülkelerde ve kapitalizmin hegemonyasının zayıf olduğu anlarda gerçekleşebileceği devrim anlayışı özgürlüğüne kavuşmuştu.
Ve böylece sosyalizmin tek ülkede ve kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada devrimin gerçekleşemeyeceği düşünceleri ve zihinlerdeki bulanıklıklar da “Değerlerimizin her şeyine katılmak zorunda değiliz.” diyenlerle birlikte uçup gitmişti.
İşte Apo’nun, komünün örgütlenmesi esnasında proletaryaların zihinlerinde de Marksizme karşı eleştirisinin çıkacağını düşünmesinin göremediği nokta budur.
Şayet kadroların komünü inşa edebileceğine sadakatle inanan Apo, Lenin’in özgür bıraktığı Marks’ın “tek ülkede ve kapitalizmin hegemonyasının güçlü olduğu dönemlerde devrimin yaşayamayacağı” düşüncesi altında ezilen; sömürgeciliğin, gelişmemiş ülkelerde ve kapitalizmin hegemonyasının zayıf olduğu anlarda tek ülkede devrim gerçekleşebileceği anlayışı içerisinde; devrimciyi komünizmin inşasında vazgeçilemez baş aktör haline getirdiğini ve devrimcinin toplumla kurduğu ilişki içerisinde devleti ortadan kaldırdığını ama toplumun örgütlülüğünü, devrimcinin öncülüğünü de ortadan kaldırmadığını; bu haliyle düşünüldüğü gibi komünizmi, kapitalizmin hegemon olduğu dünya karşısında güçsüz bırakmadığını görebilseydi…
Komünün ve komünizmin inşasında, proletaryanın ve öncünün zihninde Marksizme karşı eleştirilerin çıkacağı düşüncesinde ne kadar büyük bir hata olduğunu, toplumun yaşadığı komünizme komünizm diyememiz önündeki birçok engelin ne kadar çok kalktığını kendi de görürdü.
Ve asıl eleştirilmesi gerekenin, Marksizmin içerisinden çıkıp gelen bu komünizmi göremeyen Türk solunun olduğunu da anlardı.
Ama yine de biz proletaryalar Apo’ya ne diyebiliriz ki?
Öncüsüne sadakatle inanmayan ve komünizmin, öncünün toplumla kurduğu yaşantı olduğu hakkında tek bir kelime dahi söylememiş, doğruya ulaşma konusunda da tartışma zemini dahi yaratmamış Türk solunun davranışı karşısında,
Apo’nun hiç yoktan doğruyu ulaşma konusunda olsa dahi bu tartışmayı açan davranışının çok kıymetli olduğunu söylemekten başka ne diyebiliriz ki?
Forum: Ergün Aslan – 31.07.2025