Makaleler

Published on Eylül 28th, 2025

0

Türk-Kürt kardeşliği retoriği aldatmacadır | Mehmed S. Kaya


102 yıllık inkâr ve baskı politikalarının ardından, Türk-Kürt kardeşliği söyleminin gerçekliği sorgulanmalı: Tarih, yaşanmışlık ve mevcut uygulamalar bu retoriği boşa çıkarıyor…

AKP başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdogan başta olmak üzere, bazı Türk siyasetçileri Kürtlere yönelik “Kürt kardeşlerimiz” ifadesini sıkça kullanıyorlar. Erdoğan, son olarak Türk-Kürt kardeşligi şöyle dile getirdi: “Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu süreci, birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi tahkim edecek biçimde ivme kazanmaktadır.”

Buna sevinmeli mi? Yoksa bu tür iddiaları bir blöf olarak mı değerlendirmeliyiz? Bunun pratikte bir karşılığı yaşanmış mı? Bu tür ifadelerin Kürtleri kandırma amaclı olduğu sanırım herkes tarafından bilinmektedir. Sahte kardeşliğe karşı kim kendini savunabilir? Tıpkı sahte bir dost gibi. Bu tür bir sahtekârlığa ve ikiyüzlülüğe nasıl karşı durulabilir? Türkiye’de bu iddiayı sınayabilecek bilim insanı yok mu?

Kardeşliğin temel unsurları

Kardeşliğin temel unsurları nelerdir? Birinci husus kardeşliğin sınırlarıdır. Kimler dahil, kimler hariç? Sadece kendi milletine mensup olanlar mı? Yoksa kardeşlik, kendisini Türk olarak tanımlamayanları da mı kapsıyor?

İkinci husus, kardeşliğin temelinin ne olduğu veya nereden kaynaklandığıdır. Akrabalık bağına mı dayalı? Eşitlik mi? Ortak çıkar mı? Sınıf mı? Din mi? Tanrı’nın insanlığa olan sevgisi mi? Toplumdaki işbölümüyle birbirimize karşılıklı bağımlılıkla mı bağlıyız? Yoksa diğer insanlarla etkileşim mi? Ya da belki de etik, fedakarlık, akıl veya acı çekenlere veya ezilenlere duyulan empati mi?   

Üçüncü husus kardeşliğin amacıdır. Halklar arasındaki bağları güçlendirmek mi? Farklı etnik grupları birleştirmek mi? Uyum sağlamak ve ırkçı çelişkilerin üstesinden gelmek mi? Daha eşit, daha az ayrımcı ve baskıcı bir toplum yaratmak mı?

Dördüncü husus ise Kardeşliğin kolektif yönelimiyle ilgilidir. Bireyin bir grup topluluğu lehine özerkliğinden vazgeçmesi ne anlama gelir? Bireysel özgürlüğe ve kendini gerçekleştirmeye ne ölçüde alan sağlıyor? Yoksa grup aidiyeti ile bireysellik arasında bir dengeye ihtiyaç mı var? İskandinavlar son hususu gerçekleştirmede başarılı olmuşlardır; bireysel alana sahip olmak, aynı zamanda grup aidiyetinin bilincinde olmak.

1923’te kardeşlik ideali derin bir yara aldı

Birinci husus, kardeşlik hayalinin daha 1920’lerde derin bir yara aldı. Mustafa Kemal’in Kürtleri inkâr etmesi, Türkler ve Kürtler arasındaki kardeşlik, birlik ve dayanışma idealine son verdi. Cumhuriyet’in inşası sırasında Mustafa Kemal’in Kürtlere karşı nasıl ihanet ettiğini Mehmet Bayrak, Namık Kemal Dinç, Erdoğan Aydın, Ayşe Hür gibi bağımsız tarihçilerin yazılarını okudum. Kısacası, tarihçiler şu konuda hemfikir:

1921 Anayasası Kürtlere bir tür özerklik tanıdı. Mustafa Kemal, mevcut meclisi bu anayasayı yürürlükten kaldırmaya ikna edemeyince meclisi feshetti. Kemal, Meclisi yenilemek için çeşitli hilelere, manipülasyonlara, entrikalara ve otoriter yöntemlere başvurdu. Muhalefetin secimi protesto ettiği secimi Kemalin belirledigi kişiler Meclise girdi.

Meşruiyeti tartışıldığı yeni Meclisle anayasayı değiştirdi. Kemal,1924 anayasasıyla 1921 anayasasının özyönetim hükümlerini kaldırmayı, Kürtlerin varlığını yasaklamayı, Kürt bölgeleri Türkleştirmeyi, demografik yapıyi değiştirmeyi, Kürt kimligi bastırmayi, Kürterin siyasi karar mekanizmasi dışına itmeyi, Türklerin çoğunlukta olduğu bölgelere ayrıcalık sağlanmayi hedefledi.

Kemal’in Kürtlere karşı yürüttüğü politika çok iyi organize edilmişti ve bu da ırkçı bir damar yarattı. Türk devleti, bundan sonra varlığını Kürtlerin inkârı üzerine kurmuştu. Bunun uzun vadeli sonuçları da amaçlanmıştı. Kürtlere yönelik bu aşırı düşmanlığın tohumları Kemal tarafından ekildi. Bu etnik temelli ayrımcılık Türk-Kürt düşmanlığı tetikledi ve birçok Kürt ayaklanmalarına neden oldu; 1925 Şeyh Said isyanı, 1929 Ağrı isyanı, 1937/38 Dersim isyanı ve 1984 PKK isyanı. On binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın evlerinden edinmesine ve yoğun baskılara yol açan Türk-Kürt çatışmasının müsebbibi Mustafa Kemal’in 1920’lerdeki icraatinin bir sonucudur. Kürt isyanları bastırıldı diye Kürtlere her türlü adaletsizliği yapmayı, onları yok saymak Kemal ve halefleri tarafindan meşru görüldü. Zira Kemal’in birçok icraatı ve uygulaması hâlâ geçerliliğini koruyor; onun sözleri, ilkeleri ve fikirleri hâlâ dayatma yoluyla geçerli sayılıyor. Ve Kürtlere yönelik düşmanlık, terör bahanesiyle hâlâ etkili bir şekilde kullanılıyor. Bu diktatör eleştiriyi hak etmiyor mu?

Türkler ve Kürtlerin kardeşlik yaklaşımları, deneyimleri, duyguları ve hedefleri ne ölçüde örtüşüyor?

Türkiye’de kardeşliğin temeli akrabalık bağına dayanır. 1923’ten itibaren Türk siyasetinin akrabalık bağları üzerine kurulu olduğuna hiç şüphe yok. O günden bu yana tüm toplumsal yapılar bilinçli olarak Türk etnik çıkarları üzerine inşa edilmiştir. “Akrabalık” terimi en az üç farklı ilişkiyi ifade eder: biyoloji, dil, davranış. Biyolojik veya genetik olarak, soy veya cinsel ilişki yoluyla birbirlerine bağlı olan kişiler akraba olarak kabul edilir. Bu biyolojik ilişkiler dile, kültüre, siyasete ve davranışa yansır. Cumhuriyet tarihi boyunca Türkler, yalnızca kendi kültürel yapılarını doğal kabul etmişler, Türklerle biyolojik, kültürel ve dilsel bağı olmayanlar ise anlaşılmaz, anormal veya düşman görünmüşlerdir.

Kardeşçe bir arada yaşama, karşılıklı saygıya ve farklılıkların tanınmasına dayanır. Ancak Kürtler bunu ne Mustafa Kemal’in zamanında ne de şimdiki cumhurbaşkanı döneminde deneyimlemediler. Bu kısaca şöyle izah edilebilir:

Mustafa Kemal, etnik ve kültürel çeşitliliği Türkçülüğe karşı en öldürücü silah olarak görüyordu. Kemal’in acımasızca başa çıkma stratejilerinden biri hakikatleri inkâr etmekti. Kürtleri hor görmek, küçümsemek, değersiz saymak onun gerekçesiydi. Günümüz Türkleri arasında Kürtlere karşı yaygın olan kışkırtılmış nefret ve küçümseme anlayışı Kemal’in mirasıdır. Mustafa Kemal’in saf bir bakış açısı («The naive point of view») yoktu. O, Türk olmayan halkların kültürel sürekliliğini göz ardı eden basmakalıp yapılara dayanan bir bakış açısına sahipti.

Ancak neyse ki bu pek işe yaramadı. Etnik aidiyetin yok edilmesi veya sürdürülmesi Kemal’in karar vereceği bir şey değil. Kendimizi nasıl algıladığımız, kime ait olduğumuz tarihi bilincimize, duygularımıza, deneyimlerimize vb. derinlemesine yerleşmiştir.

Şimdiki durum da çok farklı değil. Erdoğan, Suriyeli Kürtlerin iç özerklik taleplerine karşı Şam’daki HTŞ köktendincileri destekliyor. Üstelik, DSG’yi de sürekli tehdit ediyor. Erdoğan hükümeti, Kürtlerin Suriye’de temel hakları elde etmesini engellemek için her türlü yolu (askeri ve siyasi gücü) kullanmanın meşru olduğuna dile getiriyor. Onun paralı askerleri (SMO) çok sayıda Kürt’ü öldürdü. Kürtlere karşı HST’yi açıkça desteklemek sadece çifte standartı değil, aynı zamanda derin bir düşmanlığı ve nefreti de ortaya koymaktadır.

Kürtlerin varlığıni inkâr etmek ve görmezden gelmek,102 yıldır resmi Türk politikası olmuştur. Demek ki, Kürtler ve Türklerin birbirlerine karşı hissettikleri kardeşçe yaklaşımları, deneyimleri, duyguları ve hedefleri aynı değil. Çünkü 102 yıl, Türk devletinin Kürtleri bir halk olarak tanımadığını, Kürtlerin temsil ettiği değerlere önem vermediğini ve Kürtleri eşit bir halk olarak görmediği gerçeği ortada. Dolayisiyle Türkiye samimi değil. Amacı, PKK’nin Kürtler arasında 43 yıldır kurduğu otoriteyi yıkmaya yöneliktir.    

Birlikte yaşamak için Kemalist modele alternatif bir modele ihtiyaç var

Mustafa Kemal, inkar politikasıyla etnik grupların bir arada yaşama modelini dinamitledi. Eğer Türkler Kürtlerle kardeş oldukları konusunda dürüstlerse, etnik ırkçılığa dayanan Kemalist cumhuriyeti tamamen değiştirmelidirler. Cumhuriyet ve anayasa baştan aşağı yeniden düzenlenmeli, etnik ırkçılığa dayanmayan yeni bir toplumsal sözleşme ve ülke kurulmalıdır. Türkiye’de etnik çeşitliliğin yönetime katılımı olmadan ne uyum ne de birlesik bir ülke olabilir. Bu nedenle Kemalist modeline alternatif bir yönetim modeli oluşturmak şarttır. Islamister bunu beceremedi.  

Kardeşlik yeni gruplara yayılacaksa ve geleneksel muhaliflerle (Kürtler) işbirliği kurulacaksa, kardeşlik kavramına etnik Türklerin çıkarlarından farklı bir temel verilmesi gerekir.

Yapılması gereken ilk adım, Türk ulusunun Türklükten arındırmaktır. Türkiye’deki tüm etnik grupları eşit kabul eden, eşitlik temelli yeni bir çoğulcu ulus tanımı.

-Anayasa, bu ülkenin Türk, Kürt ve burada yaşayan diğer kadim milletlerin ortak devleti olduğunu belirtmelidir.

-Anayasa, Türkçe ve Kürtçe’nin iki eğitim dili olduğu ilkesini belirtmelidir.

– Yürürlükte olan merkeziyetçi, üniter Türk yönetim sistemi, merkeziyetçi olmayan yönetim biçimlerine dönüştürülmelidir.

Mazlumları öldürmek pahasına kahraman olmak

Mustafa Kemal Kürtler, Lazlar ve diğer mazlum halkları öldürmekle, ezmekle, haklarını inkar etmekle kahramanlaştırıldı. Oysa kahramanlık hikayeleri doğru okunmalı. Kahramanlar, Nelson Mandela gibi ezilen ve mazlumun yanında haksızlığa ve zorbalığa karşı yiğitçe mücadele eden insanlara denir. Kemal gibi bir işgalcıya kahraman denilmez. Dünya literaturunde bu tür insanlara katil denir. Çünkü bu insanlar (Kürtler, Lazlar vb) adalet, eşitlik ve kendileri gibi kalmak talep ettiler, ancak vurularak öldürüldüler. Kemal, bu insanların kendi kültürel özelliklerini (fikirlerini ve sembolik ifade biçimlerini) kendi aidiyetlerini nasıl tanımladıklarıyla ilişkilendirmeyi şiddetle reddetti. Etnik köken, kan bağı, din, dil ve gelenekler gibi belirli bir etnik grupla derin duygusal özdeşleşmeyi besleyen, kültürel değerleri besleyen uzun tarihsel köklere sahiptir. Bu, ciddi uluslararası etnik kimlik araştırmalarla doğrulanabilir(1). Dolayısıyla Türk devleti ve Öcalan’ın tezi çürüktür (1).

Kürtlerin Batı’da yaşadığı iddiası onların özyönetim talebini engelleyemez

Türk devleti ile Abdullah Öcalan’ın ortak argümanlarından diğer biri de Kürtlerin federatif sistem talep etmemesi gerektiği, çünkü Türkiye’deki Kürtlerin yarıya yakınının Batı Türkiye’de yaşadığı iddiası ile gerekçelendiriliyor. Ancak bu iddia, Kürtlerin neden Batı’da yaşadığını açıklanmıyor. İddiayı çürüten örnekler de mevcut. Örneğin, İrlanda Cumhuriyeti Büyük Britanya’dan bağımsızlığını kazandığında, İrlandalıların çoğu Londra, İngiltere’nin diğer kentleri ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyordu. Kuzey İrlanda için de durum aynı. Londra ve diğer İngiliz şehirlerinde Kuzey İrlanda’dakinden daha fazla Kuzey İrlandalı Katolik yaşıyor. Ancak bu, İrlandalıların İngiltere’den bağımsızlık talebini azaltmadı.

Sonuç

Özetle; bin yıllık Türk-Kürt kardeşliği iddiası çok asılsız iddia olduğunu hem büyüklerimiz, hem anne ve babalarımız, hem de bizler yaşadık. Kemalist devlet, 102 yıldır Kürtlere akla hayale gelmeyecek her türlü zulmü uyguladı. Ve bunun mimarı Mustafa Kemal ve halefleridir. Kürtler de bu zalim yönetime karşı çıktı. İşte bu yüzden 102 yıldır kardeş değiller ve olması da mümkün görünmüyor. 

Hiçbir Kürt, Türk siyasetçilerin kardeşlik söylemini ciddiye almamalıdır. Kardeşlik kavramı farklı şekilde kullanılmaktadır. Örneğin, dini, ulusal ve kültürel farklılıklara hoşgörüyü ifade eden “insan kardeşliği” gibi. Bu, dünyada daha fazla anlayış ve diyaloğu teşvik etmek için kullanılİyor. Barış ve eşitsizliklere karşı karşılıklı saygı çağrısında bulunuyor. Ancak bu anlayış, Türk siyasetçilerinin kardeşlik anlayışından tamamen farklı.

Başta kemalistler olmak üzere Türk milliyetçilerinin dünyaya bakışı, Türkiye’de çevrelerinde gördüklerini yansıtıyor. Cumhuriyet, asli kimliğini devşirip ateşli bir Türkçü olan, bütün Türkler adına konuşan, Türk olmayan herkesin kendisi gibi Türk olması gerektiğinin bilincinde olan Mustafa Kemal tarafından inşa edildi.

Kemal, yalnızca etnik Türklere dayalı katı bir millet tanımı yapmıştı. Türklük dışında başka etnik aidiyetlere, dillere, kültürlere, tarihe yer yoktu. Katı bir anayasa, istisnalara veya değişikliklere izin vermeyen bir siyasi sistem ve politikalar oluşturdu. Bu tanım, Türkler için hâlâ önemli bir engel teşkil ediyor. Örneğin, ister federasyon, ister özerklik, ister ademi merkeziyetçilik veya kültürel özyönetim olsun, her türlü özyönetim biçimi Türkler tarafından ayrılıkçılık olarak algılanıyor. Bu katı algı, hayatın birçok başka alanını da kapsadığı gibi, terörizm teriminin tanımı için de geçerli. Yetkilileri eleştirirseniz, terörist olarak algılanıyor ve buna göre muamele görüyorsunuz. Türk ulus tanımı kahraman, kibir ve üstünlük taslayarak; «Ne mutlu  Türk’üm diyene” sloganıyla sunuluyor. Dolayısıyla Türkler küresel gelişmelere uyum sağlamada önemli zorluklarla karşılaşıyor. Türkiye ve AB’nin siyasi yönetim konusundaki görüş farklılıklarından bahsetmek yeterli.

Kaynak:
Appadurai, A. (1996). Modernity At Large: Cultural Dimensions of Globalization. Minneapolis: University of Minnesota Press.


*Prof. Mehmed S. Kaya: Bingöl’ün Solhan ilçesinin Keşkon mezrası doğumludur. Norveç Inland Üniversitesi’nde sosyoloji profesörüdür. ‘The Zaza Kurds of Turkey’ kitabının yazarıdır.

Mehmed S. Kaya – 28.09.2025

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑