Açıklama

Published on Eylül 29th, 2025

0

“Süreç”in geldiği yer ve perspektif | Bolşevik Partizan


Devlet/PKK savaşında ilk kez savaşın bir tarafının silahlı örgüt olarak varlığına son vermesi kararını alıp açıklaması tarihi bir karardı/r.

Daha önce yaşanan “çözüm” süreçlerinin hiçbirinde kongre kararı ile örgütün tasfiyesi ve silahlı mücadelenin sonladırılması yönünde alınmış olan bir karar yoktur. Ateşkes kararları vardır, silahlı güçlerin T.C. toprakları dışına çekilmesi vb. kararı vardır, fakat Apo’nun çeşitli kereler yaptığı “silahlı mücadele miyadını doldurmuştur” açıklamalarına rağmen silahlı mücadelenin sonlandırılması yönünde kongre kararı yoktur.

Bu, PKK tarihinde bir ilktir.


Son dönemin Kuzey Kürdistan-Türkiye’deki siyasi gelişmeler açısından en önemli konu kuşkusuz Devlet/PKK arasındaki savaşta Ekim 2024’de başlayan yeni “Süreç”teki gelişmeler, gelinen yer ve gelişme perspektifleri konusu.

Biz, Bolşevik Partizan sayı 194 ve 195’te yayınladığımız uzun makalede sürecin Ekim başı 2024-15 Mart 2025 arasındaki gelişmesinin kronolojisini açık kaynaklara dayanarak mümkün olduğunca eksiksiz bir biçimde belgeledik. Atılan adımları ve bu adımların taraflar açısından ne anlama geldiğini yorumladık. Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025’de PKK’ye yönelik olarak yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”

başlıklı çağrıyı yayınladık.  Kürt Hareketinin “Asrın Çağrısı” olarak değerlendirdiği bu belgeyi biz esas olarak “PKK’nin silahları teslim ve fesih manifestosu” olarak değerlendirdik. Bu çağrıya PKK/KCK’nin değişik örgüt kademelerinin ve DEM’in değişik sözcülerinin verdiği tepkileri belgeledik.

Sayı 195’de yayınlanan yazının sonunda şu değerlendimeyi yaptık:

“Kürt Hareketinin Çağrı konusundaki genel tavrı ona Barış’ın sağlanması açısından büyük önem atfetmek; Çağrı’ya uyacakları, Çağrı’nın kendilerine yüklediği görevleri yerine getireceklerini açıklamak fakat esasında bu Çağrı’yla devletin istediğinin yerine getirildiğini, şimdi adım atma sırasının devlette olduğunu açıklamak şeklinde oldu.

Süreç’in geldiği yer şimdilik bu. Süreç hâlâ kırılgan.

Pazarlıklar önümüzdeki dönemde de sürecek. Özellikle Rojava sorunu’nun, PYD/YPG/SDG bir türlü yeni rejim içine monte edilerek çözülmemesi hâlinde, sürecin akamete uğraması mümkün.

Fakat bu kez sürecin sonunda, devletin vereceği küçük tavizlerle PKK’nin gücünün devlete eklemlenmesi ihtimali bundan önceki süreçlerden daha çok.”

14 Mart tarihini taşıyan bu yazının üzerinden şimdi 5 aya yakın zaman geçti. Bu 5 ayda süreçte çok önemli gelişmeler yaşandı.

Bu gelişmeler içinde en önemli olanı kuşkusuz Öcalan ve devletin ortak talebinin yerine getirilmiş olması, “PKK’nin kongresini toplayıp, kendi kendini feshetme ve silahlı mücadeleye son verme” kararını alıp ilan etmesidir.

Fesih Kongresi

11 Mayıs 2025’te PKK adına yapılan açıklamada PKK kongresinin yapıldığı ve kongrenin PKK’nin örgütsel yapısının feshedilmesi ve ve silahlı mücadelenin sonlandırılması kararlarını aldığı duyuruldu.

Devlet/PKK savaşında ilk kez savaşın bir tarafının silahlı örgüt olarak varlığına son vermesi kararını alıp açıklaması tarihi bir karardı/r.

Daha önce yaşanan “çözüm” süreçlerinin hiçbirinde kongre kararı ile örgütün tasfiyesi ve silahlı mücadelenin sonladırılması yönünde alınmış olan bir karar yoktur. Ateşkes kararları vardır, silahlı güçlerin T.C.

toprakları dışına çekilmesi vb. kararı vardır, fakat Apo’nun çeşitli kereler yaptığı “silahlı mücadele miyadını doldurmuştur” açıklamalarına rağmen silahlı mücadelenin sonlandırılması yönünde kongre kararı yoktur.

Bu, PKK tarihinde bir ilktir.

Tabii bu kararların alınmış olması, bunun hemen uygulanması anlamına gelmiyor. Cevaplanması gereken bir dizi soru vardır. Örneğin PKK’nin silahları bırakması nasıl, hangi süreç içinde gerçekleşecektir.

Silahları bırakan binlerce PKK’linin sisteme entegrasyonu nasıl olacaktır? PKK tutuklularının durumu ne olacaktır? Tutuklanma talebi ile aranan PKK’lilerin durumu ne olacaktır? Güney Kürdistan’da, Batı Kürdistan’daki PKK’lilerin Kuzey Kürdistan-Türkiye’ye dönmesi nasıl olacaktır? vb. vs. Bütün bunlar aslında müzakere konusudur. Devlet yöneticileri istediği kadar “pazarlık yok” dese de bütün bu sorulara cevap için taraflar arasında müzakere, pazarlık kaçınılmazdır ve yürümektedir.

  Bu müzakerenin bir tarafında devlet adına onun görevlendirdiği kişiler “Kamu güvenlik görevlileri” vardır. Diğer tarafında kimin olduğu ise kongre tarafından belirlenmiştir: “Pratikleşme süreci önder Apo tarafından yönetilecek ve yürütülecektir.”

Kongre aldığı “fesih ve silahlı mücadele yönetimini sonlandırma”

kararının uygulanması için bir yol haritası çiziyordu. Süreci önder Apo’nun yürütmesi, demokratik siyaset hakkının tanınması sağlam ve bütünlüklü ve hukuki güvencenin sağlanması, bunun için TBMM’nin üzerine düşeni başta hükümet ve ana muhalefet olmak üzere mecliste grubu bulunan bütün partilerin katılımı ile yapması isteniyordu.

Kongre açıklaması ertesinde kendini feshetmiş olan PKK kanadından gelen bütün açıklamalarda, PKK’nin üzerine düşeni yapmış olduğu, şimdi adım atma sırasının devlette olduğu vurgulandı.

Abdullah Öcalan’ın Kongreye Sunduğu Rapor

Kongre’ye Abdullah Öcalan 21 sayfalık bir yazı göndermişti. Kongre sonrası her bir PKK yöneticisi kongre hakkında, alınan kararlar, bunların nasıl alındığı konusunda vb. tavır takındılar.  Apo kongreye fiziki olarak katılmamış olsa bile, onun gönderdiği 21 sayfalık belge, Kongreye sunulan “Siyasi Rapor” olarak kavranmış, kongrenin aldığı kararların temelini oluşturmuştur.

Perspektif başlığını taşıyan “Giriş”, “1-Doğa ve anlam”,  “2-Toplumsal doğa ve sorunsallık”, “3-Tarihsel toplumda devlet ve komün ikilemi”, “4-Modernite”, “5-Kürt ve Kürdistan gerçekliği”, “6-PKK ve fesih”, “7-Yeni dönem perspektifler” toplam sekiz bölümden oluşan yazının temel derdi PKK’nin neden kendi kendini feshetmesi ve silahlı mücadeleye son vermesi gerektiğini gerekçelendirmek, kongre üyelerini bu konuda ikna etmektir.

İkna işi için iki araç kullanılmaktadır.

Birincisi; Apo dışındaki PKK’li kadroların sonuçta, ‘Apo’suz hiçbir şeysiniz, beni anlamadınız, zaten anlayacak durumda da hâlâ değilsiniz’

tezi temelinde Apo’nun dediklerini sorgulamadan yapmaya itmek. “Giriş”

bölümünün, yer yer de 6 ve 7. bölümlerin fonksiyonu budur.

İkincisi; Apo’nun PKK’yi tasfiye çizgisinin ne kadar büyük bir teorisyenin eseri olduğunu, Apo’nun ne kadar derin bilgili, öngörülü, bugüne kadarki bütün devrimci teorileri aşan bir önder olduğunu göstererek kongre üyelerini bu çizgiyi onaylamaları yönünde baskılamak.

Bunun için felsefeden, kuantum fiziğine, tarihten, astronomiye, ordan Kürt insanının psikolojik çözümlemesine, kadınlık; erkeklik “sorunsalı”na, (bu kavramı çok seviyor Apo) ve akla gelen hemen her soruya, âdeta bütün bunların uzmanı imiş gibi değinen bölümler yer alıyor yazıda. Aslında PKK’nin feshi ve silahlı mücadelenin sonlandırılması kararıyla doğrudan ilişkisi olmayan, 2., 3. ve 4.

bölümler bu amaca hizmet ediyor. Aslında bu bölümler çok bilimsel görünüşlü ve fakat gerçekte yalnızca yazanın yüzeysel ansiklopedik bilgi kırıntıları temelinde devşirmeciliği teori olarak satan biri olduğunu gösterir bölümlerdir. Aslında bu “çok derin teori” bölümlerinde söylenenler biraz sorgulansa, bunların hiç de göründükleri kadar derin bilgilere dayanmadıkları, yüzeysel bilgiler temelinde hemen her konuda uzmanmış gibi çıkarılan sonuçların büyük bölümünün idealist, eklektik sonuçlar oldukları görülebilir. Fakat kongre de bunların sorgulanması yoktur. Kongre Apo’nun söylediklerine iman, Apo’ya biat kongresi olarak yapılmıştır.

Kürtler/Kürdistan, Kürt Ulusal Hareketi Hakkında Abdullah Öcalan raporunda “Kürtler” ve tabii PKK öncesini kapsayan “Kürdistan gerçekliği” konusunda tespitler yapıyor. “Kürdistan gerçekliği” konusunda söylenenler “Kürtlüğü ve Kürdistan’ı yaratan PKK’dir” –aslında PKK değil, bizzat Öcalan’dır–, tezine uygun inkârcı, aşağılayıcı, kendinden öncesini yok sayan, her şeyi kendisi ile başlatan bir yaklaşımın ifadesidir.

“Kürtlük”ün gelişmesini Öcalan üç döneme ayırıyor.

1.            “Geleneksel Kürtlük”: Bu kapitalizm öncesi bütün Kürtlük tarihini

kapsayan ve Şeyh Sait ve Seyit Rıza ayaklanmaları ile kapanan bir dönemdir. Apo’ya göre “Geleneksel Kürtlük” dönemi “Bir ölü gerçekliği ifade ediyor, hasta değil, yaralı da değil, ölü bir gerçeklik.”  Adı var kendi yok! Aynı yazıda “binlerce yıllık Kürt tarihi” üzerine bir sürü laf eden, Türklerin Anadolu’ya geliş anlatısının baş aktörü Alpaslan’ı bile “Kürt emiri“ yapan Öcalan, bu tespitinin Kürtlerin tarihteki yeri üzerine yazdıklarının inkârı olduğunun farkında bile değil!

2.            Kürtlüğün “Ara dönemi.” Öncelikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kürt

devleti kurmaya yönelik girişimler dönemi. “Kadı Muhammed, Mustafa Barzani, Kasımlo, Celal Talabani şahsında yaşanan bir ara dönem”  diyor Apo. Bu dönem Apo’ya göre: “Kürt milliyetçiliği, Kürt sermayesi, biz ilkel komprador burjuvazi diyoruz, bazıları daha gelişmiş olabilirler, Diyarbakır merkezli, Erbil merkezli, Süleymaniye merkezli hatta Mahabat merkezli. Ama bana göre bunlar son derece geçici yapay karşı devrim öğeleri olarak, tasfiye aracı olarak dayatılan aygıtlar oluşumu” dönemi.

Bu ara döneme Apo bir de “aranın arası” bir dönem ekliyor. Şöyle yazıyor:“Aranın arası dönem bize kadar gelecek olan dönemdir. Bunun temsilcileri veya ifade edicileri olarak işte Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Süleyman Mouni kardeşler hatta Siraç’ı da dâhil ettim, edebiyatta Cigerxwîn, müzikte de Aram Tigran. Bunları nasıl anlamlandırmalıyız. Bunlara yurtsever diyoruz. Kimilerine sosyalist de diyoruz. …bunlar proto Apocu bir gerçeklik olarak gözüküyorlar.”

3.            Kürtlüğün “APO DÖNEMİ.” Apo bu dönem hakkında PKK fesih kongresine

sunduğu Rapor da şunları söylüyor:

4.

“20. yüzyılın sonu ile 21. yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vuran kendi gerçekliğimden bahsediyorum. Bir Apo gerçekliği var bu açık ne inkâr edilebilir ne de abartılabilir.

‘APO DÖNEMİ’ Önderliksel karakteri itibariyle çok az anlaşıldı.

Anlaşılmıyor. Önderlik Gerçeği diyorsunuz ama nedir bu gerçeklik, anlamıyorsunuz. Halk dağılmış, felç edilmiş, anlama gücü yok. Kadro donanımsız. Elli yıldır Kürtlerin şaşkınlığı Mesihçiliği bu gerçeklikle bağlıdır. PKK’de Önderliksel gerçekleşme Kürt tarihinde bir dönüm noktasıdır. En az Kürt uyanışı diriliş devrimi kadar önemlidir. Apo gökten inan bir mesih değil; emekle, toplumsal gerçekleşmeyle kendisini yaratan bir Önderliktir. Kürt-Kürdistan tarihinde sosyalist önderliğin inşasıdır. Apo bir önderlik inşası bir kişi kültü inşası değil, kolektif önderlik inşasıdır.

Önderliksel çıkış sürecinde Kürtlük dağılmış, geleneksel önderlikler iflas etmiş, Kürt düşünceden düşürülmüştü.”

Apo’nun burada sözünü ettiği “Kolektif önderlik”in açılımı “Abdullan Öcalan ve Parti Şehitleri”dir. Bu “Kolektif önderlik” içinde Apo dışında yaşayan hiçbir PKK’li yoktur. PKK’nin bütün örgütsel yapısının en üstünde “önderlik”, yani Apo vardır. Apo sonuçta tektir, PKK’nin bütün kurumlarının üzerinde olan tek kişilik “önderlik kurumudur”! PKK bunu 10. Parti Kongresi’nde 2008 Ağustos’unda yenilenen Tüzüğnün 10.

maddesinde karara bağlamıştı.

Apo’nun tüm örgütün üzerinde tek karar verici, tek belirleyici “Önderlik” olması da anlaşılır bir şeydir. Çünkü Apo’nun PKK’nin de kabul ettiği “gerçeklik”inde, diğer PKK’liler onu anlayacak kapasitede değildirler.

Kürtlüğün Apo döneminde, Apo’ya göre bir yanda “dağılmış, felç edilmiş, anlama gücü olmayan halk” ve “donanımsız” “50 yıldır”  bir türlü Apo’yu “anlamayan”,“gerilikte ısrar eden” kendisi “yürüyemeyen” “kendisini dahi taşıyamayan” PKK kadroları; diğer yanda muazzam bir söz ve eylem gücü olan “Önderlik” yani Apo vardır. PKK sonuçta Apo’dur. Apo’suz PKK hiçtir. PKK’nin kazanımları Apo’nun kazanımlarıdır.

PKK’nin mücadelesinin öncelikle Kuzey Kürdistan’da, fakat Kürdistan’ın diğer bölgelerinde de Kürtlük bilincinin gelişmesinde, Kürt sorununda bölge devletlerinin atmak zorunda kaldığı bir dizi adımda, vermek zorunda kaldığı bir dizi tavizde oynadığı rol büyüktür. Bu, bir olgudur.

  PKK içinde de Apo –bir dönem Beşar Esat rejiminin desteğinde, sonra Suriye’den ayrılmak zorunda kaldığı dönemde değişik devletlerin desteğinde, son olarak da faşist T.C.’ nin elinde tutsak olduğu dönemde de– hep belirleyici konumdadır. PKK’nin dışarıdaki yönetici kadroları PKK önderinin T.C.’ye teslim edilmesinden, İmralı’da yaptığı “savunma”ya kadar geçen “önder”in ne dediğini ve diyeceğini tam olarak kestiremedikleri dönemde kendi ayakları üzerinde yürümeyi denemiş, “önder”in mahkemedeki savunması ortaya çıktıktan sonra öndere biat kültürüne geri dönmüştür. Hâl böyle olduğu için aslında “PKK’nin kazanımları” Apo’nun kazanımlarıdır. Bu kazanımlar hiçbir şekilde ret edilemez, küçümsenemez. Fakat bu kazanımların PKK öncesinde “Kürt ve Kürdistan adına bir realite kalmamıştı.” “PKK –yani Apo olmasaydı– “Kürt ve Kürdistan tarihte kalmış bir kültür olurdu.” şeklinde sunulması inkârcılığın ve ölçüsünü yitirmiş bir abartmanın doruğudur.

Apo’nun raporunda anlatılan gerçeklik olarak kabul edilirse, o zaman PKK Apo’nun sözünden çıkmamalı, onun çizgisini sorgulamamalı, onun verdiği direktiflere uymalıdır.  PKK’nin kongresi, Apo’nun devletle yaptığı anlaşma temelinde yaptığı çağrı doğrultusunda karar almaya yönlendirme işlevine sahiptir.

Yeni Dönem ve Fesih Meselesi Hakkında

Apo raporda şimdi artık yeni bir döneme geçmenin zamanının geldiği “bir sıçrama yapmak, bir eşik atlamak” gerektiği tesiptini yapıyor.  Bu yeni dönemde hedef artık ulus devlet, federasyon, özerk bölge vb. değildir. 

Bu, yeni “demokratik” toplum inşası, devletle diyalog ve uzlaşma içinde demokratik mücadeleyle, demokratik yönetemlerle gerçekleştirilecektir:

PKK miadını doldurmuştur. Kendi kendini feshetmeli, silahlı mücadelesini sonlandırmalıdır. Öcalan çağrının kısa süre önceye kadar Apo’nun idamı için her şeyi yapan Devlet Bahçeli’den gelmiş olmasını çok önemsiyor ve çağrıyı “Barış ve demokratik toplum çözümüne açık bir çağrı” …

“demokratik çözüm içeriği olan bir barış çağrısı” olarak değerlendiriyor. Bu değerlendirme “demokratik içerik” konusunda aşırı iyimser, yanlış bir değerlendirme. Devlet açısından çağrısı yapılan süreç en başından itibaren PKK’nin tasfiyesi, PKK’nin T.C.’ye karşı silahlı mücadelesinin sonladırılması süreci idi, sürecidir. Öcalan aslında çok daha önceden, en geç İmralı sürecinde, verili koşullarda PKK’nin çıkış noktasındaki hedeflere ulaşmasının imkânsız olduğu ve emperyalist büyük güçler açısından “Kürt meselesi”nin kullanılabilir ve kullanılan bir araç olduğu değerlendirmesini yapmış, PKK’nin gücünün T.C.’nin gücüne eklenmesi yönünde önerisini getirmiştir. Kendisinin bu konuda muhatap alınmasını istemiş, kendisinin PKK’nin silahlı mücadelesini durduracak güce sahip olduğunu söylemiştir. “Devlet katında” bu çağrılar ya cevapsız kalmış ya da cevap verilmeye kalkıldığında, süreç bir dizi provokasyonlarla kesilmiştir. Şimdi çağrı doğrudan devletten gelmiştir. Bunun geri planında dünyanın yeniden paylaşılma dalaşındaki gelişmeler vardır. T.C. egemen sınıflarının T.C.’yi yalnızca bölgede değil, dünyada önemli aktörlerden biri olan emperyalist bir güce dönüştürme amaç ve çabaları vardır. Bölgede İsrail’in “Erez İsrail” planının T.C.’yi de tehdit eden bir plan olarak değerlendirilmesi vardır. İsrail’in bu planının uygulanmasında onun “Kürt Kartı”nı kendi lehine kullanması tehlikesi vardır. T.C.’nin amaçlarına ulaşabilmek için “iç cephe”nin sağlamlaştırılmasının gerekliliği vardır. İç cephe bağlamında T.C.’nin yumuşak karnının PKK ile savaş olduğu, bu savaşın PKK’nin tasfiyesi ile sonladırılmasının T.C.’yi güçlendireceği vardır. Çağrının “demokratikleşme”, hele hele Apo’nun zihnindeki “demokratik toplum”un yolunu açma vb. ile ilgisi yoktur. Ya da en ileri boyutunda ele alındığında, silahların teslim edilmesine bağlı olacak kimi küçük tavizleri içerecek bir “demokratikleşme” sözüdür Bahçeli/devletin çağrısının içeriği.

Apo’nun Yeni “Sosyalizm”i

Apo lafta sosyalizmden vaz geçmemiştir. Onun rapora ek olarak “PKK FESHİ-SİLAHLI MÜCADELE YÖNTEMİNİ SONLANDIRMA KONGRESİ’NE” gönderdiği kısa selamlama mesajı

“İnsanlıkta Israr Sosyalizmde Isrardır. Ulus-devletçi sosyalizm yenilgiye; Demokratik toplum sosyalizmi zafere götürür.” sözleri ile bitiyor.

Apo’ya göre,   bir “ulus devletçi sosyalizm” vardır, bir de “demokratik

toplum sosyalizmi.” Birincisi 20. yüzyılda Marx’ın, Engels’in, Lenin’in, Stalin’in, Mao’nun teorileri üzerine inşa edilmiş “reel sosyalist” ulus devletleri biçiminde örgütlenmiş toplumlardır. İkincisi ise Apo’nun “ ..bilimin bütün ortaya serdikleri, fizik, kimya, biyoloji bağlamında ne varsa, aynı şey felsefe adına hatta mitoloji adına serilen ne kadar düşünce varsa, onları süzerek bir sonuç çıkarmak ihtiyacı” duyması sonucu geliştirmiş olduğu “alternatif sosyalist teori”si temelinde inşa edilecek olan “demokratik toplum sosyalizm”idir.

Apo’nun, PKK’nin tasfiyesinin ve “yeni bir sosyalizm yolunun açılma gereğinin” gerekçelerinden biri olarak saydığı “reel sosyalizmin iç nedenle çözülüşü” tespitinde sözünü ettiği “reel sosyalizm” gerçekte sosyalizm değil, Marksizmi-Leninizm’i ilerletme, yenileme vb. adına geliştirilen modern revizyonizm idi. “Reel sosyalist” denen devletler revizyonistlerin egemenliğinde yozlaşmış, sosyal faşist devletlerdi. Apo PKK’nin kuruluş ve ilk döneminde bu revizyonist, faşist devletleri sosyalist olarak görüyor, onların teorilerini ve pratiklerini savunuyordu. 1990’lı yılların başında devasa görünümlü, içten çürümüş sistem yıkıldığında, bu Apo gibileri için de tam bir yıkım oldu.

Apo, devletin gözetiminde Bookchin, Wallerstein gibi marksizmi “yenileme”, “aşma” iddiasıyla ortaya çıkan kimi teorisyenlerin kitaplarıyla da tanışır. Yer yer “Demokratik Sosyalizm”, yer yer “komünalizm” adı altında savunulan proletaryayı, sınıf savaşımını, proletarya diktatörlüğünü ret eden sivil toplumcu, ökolojist, anarşist eklektik burjuva teoriler görünen odur ki Apo’nun yeni yol göstericisi olmuştur.

Apo’nun  “Mahşerin Üç Atlısı” içinde saydığı kapitalizm, sınıflı toplumlar tarihindeki gelişme basamağındaki üretimin toplumsal niteliği ile mülk edinmenin özel biçimi arasındaki çelişmenin en uç noktasına çıktığı yeni bir sömürü sistemidir. “Modern” çağa damgasını vuran sömürü sisteminin adıdır kapitalizm. Ulus devlet kapitalizme bağlı olarak ortaya çıkmış bir toplumsal örgütlenme biçimidir. Kapitalist üretim sisteminde, “ulus devlet” (birçok “ulus devlet”, çok uluslu, çok milliyetli devlettir) toplumsal örgütlenmenin esas biçimidir. “Mahşerin Üç Atlısı”nın üçüncü ayağı olarak sayılan “endüstriyalizm” doğal kaynakları yok edici bir endüstriyel gelişmeyi savunan bir düşünce tarzı ve pratiktir. Kapitalizmin azami kâr dürtüsünün tabii sonucudur. Apo “Modern Çağ”ın karakterini belirleyen üretim sistemi olan kapitalizmi, ona bağlı olan ulus devlet ve endüstriyalizm ile keyfi biçimde aynı seviyede ele alıyor. Bu aslında kapitalist sistemi, onun en yüksek ve son aşaması olan emperyalizmi mücadelenin esas hedefi olmaktan çıkarmaya yarayan bir “teorik” cambazlıktır. Bu cambazlıkla komünist bir topluma varma yolunda kapitalist devleti devrimle yıkmak, yerine halk demokrasili ya da sosyalist bir devlet kurmak hedefi siliniyor. Aslında halk demokrasili ya da sosyalist bir devlet de kapitalist ulus devletle aynılaştırılıyor.

Sonra bütün sosyalizm deneyleri hakkında bir genel değerlendirme

geliyor: Görünen odur ki devlet Apo’ya epey kitap vermiş, marksist-leninist literatürden ise Manifesto dışında bir şey vermemiş!

Sosyalizmin “bir bildiriyle”, Komünist Manifesto ile sınırlı kaldığı iddiasının başka nasıl savunulabileceğini anlamak zor! Dünyanın ilk sosyalist devlet deneyiminde kapitalist devlet yıkıldı! Yerine proletarya diktatörlüğü devleti kuruldu. Kurulan da “ulus” devlet değil, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği şeklinde örgütlenmiş bir yapı idi. Bu devlet kapitalist devletten özünde ayrı, yeni, kapitalist ulus devletten özünde ayrı bir devletti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan halk demokrasisi devletleri de, özü itibarıyla artık kapitalist, burjuvazinin tek başına egemen oldukları devletler değildi.

Apo’ya göre ise sonuçta her devlet kapitalist ulus devlettir.

Apo’nun sözünü ettiği “Endüstriyalizm”e gelince, bu, sınırsız ekonomik büyümeyi kredosu yapan kapitalizmin ürünüdür. Kaynakları hoyratça, yeri doldurulamaz biçimde kullanan, doğayı mahveden kapitalist sistemdir.

Endüstriyalizm adı altında onun gerçek üreticisinin gözlerden gizlenmesi yanlıştır.

Bu teorinin “yeni sosyalizm” adı altında savunulması olguların ret edilmesi, çarpıtılması ve sosyalizme seviyesiz bir saldırıdır.

Marx’ı aşan Öcalan

Öcalan “sosyalist” ama marksist değil. Marx’ı “eleştiriyor.” Onu kendince aşıyor. Marx’a bir zamanlar “tapan” onu “peygamber gibi ele alan” biri Marx’tan hiçbir şey anlamamış olan biridir. Hiçbir zaman marksist olmamıştır! Hiçbir zaman marksist olmayan “teorisyen” Apo, “Marksizm’i aşmaya çalışma” adına Marx’a ona ait olmayan tezler mal edip, kendi “alternatif”ini sunuyor.

Marx tarihi sınıflarla başlatırmış! Marx tarihi sınıflarla başlatmaz!

Marx ve Engels insan toplumlarının gelişmesinde, insanlık tarihinde çok uzun süren bir ilkel komünal toplum sistemi olduğunu savunurlar. Bu “yazılı tarih” döneminin çok öncesindeki uzun dönemde toplum henüz sınıflara bölünmemiştir. İlkel üretim araçları henüz özel mülk değildir.

Analık hukuku geçerlidir. Engels “Ailenin, Özel Mülkiyetin, Devletin Kökeni”nde insanlık tarihinin en erken, “ilkel topluluk”lar dönemlerini “teorisyen” Apo’dan çok daha iyi, derinlikli ve her şeyden önce de doğru olarak ortaya koyar. Engels’in Marx’ın ölümünden sonra kaleme aldığı bu eserinin temelinde ise Marx’ın ölmeden önce kaleme aldığı “Lewis H.

Morgan’ın: İlkel Topluluk, ya da İnsanlığın Vahşilikten,  Barbarlık üzerinden Uygarlığa doğru gelişme çizgisi hakkında araştırmalar “ (Researches in the Lines of Human Progress from Savagery, through Barbarism to Civilization) hakkındaki “el yazmaları”, notları vardır.

Bunu Engels’in kendisi eserinin önsözünde açıklar. Ailenin, Özel Mülkiyetin, Devletin kökeni adlı eserinde yeri geldiğinde Marx’ın el yazmalarından alıntılar yapar.

Yani Marx’ın tarihi sınıflarla başlattığı iddiası boş bir iddiadır.

Böyle bir iddia nasıl ileri sürülebilir? Eğer Marx ve Marksizm’i Öcalan’ın yaptığı gibi “bir bildiriyle, Komünist Manifesto ile sınırlı kaldı” olarak değerlendirirseniz ve Manifesto’nun başlangıç cümlesini okuyup orda kalırsanız, böyle gerçekle ilgili olmayan iddiaları ileri sürebilirsiniz! Komünist Manifesto, “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi sınıf savaşımları tarihidir” cümlesi ile başlar. Burdan “Marx tarihi sınıflarla başlatır” sonucu çıkartılabilir! Tabii eğer bu cümlenin bir dipnotta ne anlama geldiğinin açıklandığı atlanırsa. O dipnotta Engels, “Yani doğrusu yazılı olarak devrolan tarih” der. Ve bunu açıklar. Yazılı olarak devrolan tarih 5000 yıllık, bütün insan toplulukları tarihinde küçücük bir dönemi kapsayan tarihtir. Yazılı olarak devrolan tarih toplumun sınıflara bölünmüş olduğu dönemin tarihidir. Bu tarih sınıflı toplumların tarihi, sınıf savaşımlarının tarihidir. Sınıf savaşımları tarihin itici gücü, motorudur. Manifesto’da anlatılan budur. Manifesto kapitalizmi yıkacak, sömürü toplumlarına son verecek sınıf mücadelesi örgütleri için yazılmış bir programdır. Tarih öncesi toplumların hayatının, örgütlenmesinin araştırma kitabı vs.

değildir.

Marksizm, bütün insan topluluklarının ortak noktasının maddi hayatın üretimi ve yeniden üretimi olduğunu; insan toplumunun gelişmesinde değişik üretim tarzları olduğunu; insan toplumlarında ilk iş bölümünün kadın erkek arasındaki iş bölümü olduğunu; insanlık tarihinde çok uzun süre – üretim araçları üzerinde özel mülkiyet olmadığını, ilkel topluluklarda ilkel üretim araçları üzerindeki toplumsal mülkiyet sonucu toplumun henüz sınıflara bölünmemiş olduğunu; bu dönemde soy ağacının kadınlar üzerinden belirlendiğini, analık hukukunun geçerli ve kadının toplumdaki yerinin, üretim araçları üzerinde özel mülkiyete dayalı, “uygar” sınıflı sömürücü toplumlarda olduğundan çok daha iyi olduğunu savunmuşlardır. Apo’nun deyimiyle konuşursak “Sorunsallık kadın erkek ilişkilerinden” değil, süreç içinde gelişen üretim araçları üzerindeki mülkiyet ilişkisinden doğuyor!

Apo sanki çok yeni ve ilk kez söylenmiş bir şey gibi kendisinin “sosyalizm kadının özgürleşmesinden geçer”  dediğini söylüyor.  Bu da boş iddiadır. Bütün sosyalist mücadele tarihinde bu söz marksistlerce sürekli kullanılmış, yalnızca söz olarak kalmamış, kadının özgürleşmesi mücadelesinde Komünist Kadın Hareketi büyük kazanımlar elde etmiştir.

Bu “büyük teorisyen” Apo sözünden sonra, önce bir Marx aşağılaması geliyor. Marx aslında  “Kapitalizmin en büyük kitabını” (Kapital’i kastediyor herhâlde) “bu kitabı yazayım da gelir getirsin bu evliliği kurtarayım” düşüncesi, motivasyonu, amacı ile yazmış! Bu, tam bir burjuva kenar mahalle dedikodusunun Marks’ı, Marksizm’i aşma adına tekrarı. Bu lafların sosyalizm adına edilmesi utanç vericidir.

Apo kadının kurtuluşu sorununda Marx’ı sınıfta bırakmakla kalmıyor.

Devam ediyor: “…durum vahim. Kadın zaten bitti gitti. Lenin’de de Mao’da da Stalin’de de öyle. Kadın korkusundan yaşayamıyor. Lenin bu konuda büyük çaba sahibidir, onu suçlamıyorum. Stalin de kadını mülkleştiriyor, eve kapatıyor. Yani öldürmese de ölmekten beter ediyor.”

Büyük iddialar. İspatı yok. Apo söyledi ise öyledir! diyenler için sorun yok. Fakat gerçeğin bu iddialarla ilgisi yok.  Ne Lenin ne Stalin ne Mao için “Kadın bitti gitti” – yani kadın sorunu çözülmüş değildir. Onlar, komünist partilerin önder kadroları olarak kadın erkek gerçek eşitliğinin yolunu açmak için eşitsizliğin temelini ortadan kaldırma yönünde en büyük mücadelelere önderlik etmiş insanlandır. Onların döneminde kadınlar kitleler hâlinde sosyalist-komünist mücadeleye, kapitalizmi, erkek egemenliğini yıkma mücadelesine, kadınların kurtuluşu mücadelesine katılmışlardır. Lenin, Stalin önderliğinde Sovyetler Birliği’nde ve Mao Çin’inde kadının kurtuluşu konusunda atılan adımlar bağlamında yazılmış onlarca kitap vardır. Bunların bir bölümü kendileri sosyalist-komünist olmayan ve fakat atılan adımlar, elde edilen kazanımlar karşısında hayret ve hayranlıklarını gizlemeyen yazarların da kitaplarıdır. Bütün bunlar Apo için yok hükmündedir. Belki haberi de yoktur!

Sınıf Savaşının Ne İdüğü Belirsiz Komün’le İkamesi

Sonrasında Apo yeni sosyalizm “teorisi” formüle ediliyor: Apo’nun yeni sosyalizm teorisinde sınıf savaşının yeri yoktur. Bu, aslında bu güya yeni gerçekte en saf hâliyle reformizmin tarihi kadar eski bir teoridir.

Sömürücü sınıfa karşı sömürülen sınıfın sınıf mücadelesinin reddi, hangi ad altında savunulursa savunulsun, aslında sömürü sisteminin yıkılamayacağı, onunla birlikte yaşanmak zorunda olunduğu ön kabülüne dayanır. Sınıf savaşı Apo’ya göre “komün” ile ikame edilmelidir.

Kapitalizmin, kapitalist devletlerin var olduğu şartlarda, o devletler içinde kurulacak “komün”lerde sosyalizm yaşanacaktır! Tarih sınıf savaşımı tarihi değil, devlet/komün çatışması tarihidir diyor Apo.

Yani bir yanda kapitalist devlet olacak! Devlet olarak örgütlenmiş, dişine tırnağına kadar silahlı, merkezi iktidara bütün kurumları ile sahip burjuvazinin egemenliği sürecek. Diğer yanda sınıf mücadelesi, çatışma filan olmaksızın kurulacak komünlerde yeni sosyalizm yaşanacak!

Devlet ile komünalite ilişkilerinin nasıl olacağı konusunda ise Apo daha çalışıyor!  O, bu konuda çalışırken, biz T.C.’de 2015’de özerklik ilanında yaşananlar örneğinde bu “ilişki”nin nasıl olacağını görüp yaşadığımızı söyleyip geçelim!

Bir yanda kapitalist ulus devlet, burjuvazinin iktidarı sürecek. Diğer yanda bu devletlerin varlığı şartlarında komünlerde demokrasi yaşanacak.

Komünler yasalardan ziyade etikle yürüyecek!

Bu, en iyimser olarak ele alındığında hoş ama içi boş bir ütopyadır.

İşlevi işçi sınıfını burjuvaziye karşı sınıf mücadelesinden uzak durmaya, devrimden uzak durmaya teşvik olabilir ancak.

Apo ve benzerleri aslında 2000’li yılların Owen’leri, Fourier’leridirler. Aradaki fark 1840/1850 yıllarının ütopik sosyalistlerinin teorilerinin bilimsel eleştirisinin yapılmış olması, ve bu teorilerin yanlışlığının daha o dönemde ortaya konmuş olmasıdır. Yani bugünkü ütopistlerin elinde, öncüllerinin marksist eleştirisinden öğrenme imkânı vardır.

Ulus Devlet Yerine Komünler Temelinde Devlet Olmayan “Demokratik ulus”

Sınıf savaşımını komünle ikame eden Apo kapitalist dünyada büyük etnik toplulukların, ulusların toplumsal örgütlenmesinin esas biçimi olan ve içinde komünlerin barış içinde bir arada yaşayacağı “ulus devlet”i de bir çırpıda bir kavram değişikliği ile hâl ediyor.

Apo’nun yaklaşımı, gerçekliğin yerine konan fantastik-ütopik bir kavram değişikliği ile gerçekliğin değişeceğini var sayan idealist bir yaklaşımdır. Temelinde sınıf mücadelesinden kaçış vardır. Kapitalist devletin varlığı şartlarında, onunla barış içinde demokrasinin yaşanabileceği ütopyası vardır. Bunun olabilmesi için bir tek şey

gereklidir: Apo’nun geliştirdiği yeni sosyalizm sistemi kitleler tarafından anlaşılsın!

PKK’nin sahiplendiği ve onun eleştirisiz kabul temelinde kendi kendini feshettiği rapor felsefi olarak idealist; siyasi olarak reformist, yanlış anlamalara dayalı anarşizm, feminizm, sivil toplumculuk, burjuva ökolojizmini harmanlayan eklektik bir belgedir.

Aslında, bu rapora iman edenler olmasa ve bu raporu çok değerli bir teorik birikimin ürünü vb. olarak değerlendirenler olmasa Apo’nun deyimiyle “Eleştirilmeye bile değmez” bir belgedir.

PKK’nin Fesih Kongresi Ertesinde Gelişmeler

PKK fesih kongresi ertesinde kongre kararlarının nasıl hayata geçirileceği sorunu artık somut olarak gündeme geldi. T.C.’ye karşı silahlı mücadeleye son verme kararı alınmıştı. Bu karar pratikte nasıl uygulanacaktı? PKK savaşçılarının durumu ne olacaktı? PKK’nin kendini tasfiye etme ve silahlı mücadeleye son verme kararının Rojava için geçerliliği var mıydı? vb. bir dizi soru gündemdeydi.

Son sorudan başlarsak, bu soruya cevap SDG/PYD/YPG kaynaklarından özet olarak “biz Öcalan’ın çağrısını ve bu temelde PKK’nin aldığı kararları doğru bulup, destekliyoruz. Ancak Öcalan’ın fesih, silahlı mücadeleyi bırakma çağrısı YPG/PYD’ye yönelik bir çağrı değildir” şeklinde geldi.

Savaşın tarafı olan T.C. kaynakları ise en baştan olduğu gibi bu çağrının PYD/YPG’ye de yapılan bir çağrı olduğunu, bunun alanda uygulanmasının YPG silahlı güçlerinin Suriye ordusu içinde çözülmesi biçiminde olacağını savundular. Bunun yapılmaması hâlinde T.C.’nin, askeri müdahale dâhil, “gerekli adımları” atacağı tehdidinde bulundular.

Kongre ertesinde KCK adına konuşan yöneticilerden PKK’nin Öcalan’ın çağrısına uyarak kendini feshettiği ve silahlı mtücadeleye son verme kararını aldığı “adım atma sırasının şimdi devlette olduğu” açıklamaları geldi ve beklentiler sıralandı.

Kısaca: PKK, kendini feshetme ve silahlı mücadeleye son verme kararı aldıktan sonra devletten şu beklentiler içindedir:

–             Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü sağlanmalıdır.

–             Meclis çatısı altında yasal Anayasal düzenlemeler yapacak yetkili bir

komisyon kurulmalıdır.

–             Kürt kimliği yasal /anayasal güvenliğe kavuşturulmalıdır.

–             Silah bırakacak PKK savaşçılarına demokratik siyasete

katılabilmelerinin yasal düzenlemeleri yapılmalıdır.

Devlet aslında PKK kendini fesh ettiğini açıkladıktan hemen sonra bunları yapmalı, bu yönde somut adımlar atmalı idi. Bunu yapmamış olması KCK tarafından devletin “niyeti olmadığı” şeklinde değerlendirilmektedir.

KCK sözcüleri devlet bu adımları atmadan, kimsenin PKK’nin silah bırakmayacağını, bunun mümkün olmadığını açıklamaktadır.

Silah Yakımına Giden Yol

Bu bilgilerin ne olduğu, olabileceği konusunda bu açıklamanın yapılmasından hemen sonra medyada kimi haber ve yorumlar yayınlanmaya başladı. Bunlara göre PKK’li bir grup gösterili bir biçimde silah bırakacaktı.

Apo, ikinci çağrısında PKK’ye “önce sen-ben kısırlığına düşmeden”

hareket etme çağrısı yapıyor; silah bırakma konusunda ön şart getirmeden adım atma direktifi veriyor, kendisinin İmralı’da gerçekleştirdiği görüşmeler neticesinde ortaya çıkan gelişmelerde “Samimiyeti gördüğü ve güvendiği”ni açıklıyordu.

KCK yöneticilerinin silahları bırakma konusunda adım atmak için ön şart olarak öne sürdüğü “Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması” talebi konusunda ise, yoldaşlarını bunu önşart olarak ileri sürmekten vaz geçmeye çağırıyordu. Öyle ya sonuçta “Felsefi olarak da kişi özgürlüğü toplumdan soyut olamaz. Birey özgürleştiği oranda toplum, toplum özgürleştiği oranda birey özgür olabilir”di.

Abdullah Öcalan’ın bu görüntülü açıklaması Devlet ile İmralı arasında, Bahçeli’nin çağrısı ile başlayan süreci PKK’nin kimi ön şartları ile akamete uğratmama konusunda kararlı bir birlik olduğunu gösteren bir belge idi.

PKK/KCK Apo’nun Çağrısına Uyuyor

Kendi kendini fesheden PKK için, silahların bırakılması için belli önşartların iler sürülmesi bir çeşit son direnç noktası idi. Apo devletle yürüttüğü görüşmelerde bu gibi önşartların devlet tarafından kabul edilmeyeceğini gördüğünde, bu son direnç noktasından geri çekilme direktifini verdi. Kuşkusuz bu direktifin verilmesi öncesinde PKK’nin ve onun legal çevresinin içinde tartışmalar, devlet denetiminde iletişim ve devletle pazarlıklar yürütüldü. 19 Haziran tarihli açıklamanın ve o açıklamaya silahlı örgütün verdiği cevabın yayınlanması arasındaki zaman dilimi, görünen o ki, Apo’nun “kadrolar” tarafından “anlaşılması” için kullanılan gerekli zamandı.

  Apo yıllardan beri T.C. devleti ile birlikte hareket edilmesini, onun parçası hâline gelinmesini kendi içinde tutarlı bir şekilde savunmuştur.

Gelinen yerde, uluslararası gelişmelere bağlı olarak da “Ya Türk devleti ile birlikte olacağız, ya da İsrail’in, ABD’nin vekil gücü olacağız”

şeklinde özetlenebilecek pozisyonu açık biçimde savunmasının mantığı vardır. Apo için sosyalizm aslında reel sosyalizm diye savunmuş olduğu ucubenin çökmesi ile bitmiştir. Onun “yeni” sosyalizm teorisinin de gerçek sosyalizmle ilgisi yoktur.

PKK/KCK, Apocu çizgiyi kavramadan, yer yer ondan saparak hayata geçirmeye çalışan bir örgüttü/örgüttür. Apo’nun “Asrın Açıklaması”na gerçekten sahip çıkılması, aslında devletle pazarlığı Öcalan’a bırakma, o işlere karışmamayı gerektiriyordu. PKK/KCK, Öcalan’a da sahip çıkma adına da silah bırakma konusunda önşartlar ileri sürmeye kalktığında Öcalan’dan ikinci bir “tarihi çağrı” ayarı gelmesi kaçınılmazdı. Geldi.

PKK/KCK bu ikinci tarihi çağrı bağlamında, ya “biz bu çağrıya uymayı ret ediyoruz” deyip, süreci sonlandırmanın sorumluluğunu üzerlenecekti; ya da eğer çağrıya uyacaksa, o zaman özeleştiri yapıp “Başkanı anlamadık yine, doğru olan önşart sürmemekti” vb. diyecekti. Çağrıya uyacağını açıklıyor, ama ön şart sürmenin yanlış olduğunu söylemiyor. Çağrıya onda olmayan şeyleri –Devlete de çağrı imiş– mal ederek, kendini kurtarmaya çalışıyor. Bir tutarsızlıklar zinciri KCK’in tavrı.

Silahların Yakılışı Gösterisi

KCK, Apo’nun “ikinci tarihi çağrı”sının gereği KCK tarafından yapılan bu açıklamadan bir gün sonra, 11 Temmuz’da yerine getirildi. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat’ın liderliğinde, 15 kadın, 15 erkek gerilladan oluşan “Demokratik Toplum Grubu” Başûr’un Raperin bölgesinde bulunan Casene mağarasının önünde silah yakma töreni gerçekleştirdi.

Kürt ulusal mücadelesi açısından tarihi bir öneme sahip olan mağaradan tek sıralı olarak silahlarıyla çıkan gerilllalar silahlarını ve mühimmatlarını bir devasa kazanın içine tek tek bıraktılar. Sonra Hozat’la bir erkek gerilla silahları ateşe verdiler. Silahların yanması ertesinde gerillalar silahsız olarak yine tek sıra hâlinde geldikleri yere döndüler. Silahlarını yakan gerillalar kendileri ile yapılan söyleşilerde silahları Apo’nun çağrısı üzerine, barış için yaktıklarını açıkladılar.

Komisyon Konusunda Tavır ve Beklentiler

Sürecin ilerlemesi bağlamında meclis çatısı altında bir komisyon kurulması konusunda –ırkçılıkta şampiyon olmak için yarışan İYİ Parti, Zafer Partisi gibi partiler ve kimi kazma kemalist “aydın”, “uzman”

vb.leri– dışındaki güçler hemfikirdi. Komisyona “ilke” olarak karşı çıkanların argümanları böyle bir komisyonun bölücülerle pazarlık komisyonu olacağı; AKP ve MHP’nin iktidarlarını sürdürmek için ülkeyi bölme planlarının parçası olduğu; ABD emperyalizminin BOP’un uygulanmasına hizmet ettiği; komisyonun anayasayı değiştirip Erdoğan’a yeniden aday olma yolunu açacağı vb. vb. idi. Bunlar CHP’yi komisyona katılmaması için “uyarıyor”, baskı yapıyorlardı.

Komisyon kurulması konusunda hemfikir olan güçler açısından da komisyonun yapısı, işleyişi, yetkileri vb. konusunda bir dizi fikir ayrılığı vardı.

Hükümet kanadı açısından bu komisyonun misyonu PKK’nin silahsızlandırılması için gerekli yasal değişikliklerin ön hazırlıklarını yapmak olarak görülüyordu. Bütün diğer adımlar silahsızlanmaya bağlı olarak atılacak adımlar olarak görülüyordu.

Komisyon parlamentoda grubu olan partilerin her biri gücü oranında temsil edilmeli; ek olarak grubu olmayan partiler 1 temsilci göndermeli; bağımsızlar 1 temsilci ile temsil edilmeli, kararlar çoğunlukla alınmalı idi. Komisyon kurulması için yasa çıkarılması gerekli değildi. Komisyon Meclis Başkanı tarafından, onun önderliğinde kurulabilir; sorunla ilgili uzmanları, kişileri, kurum temsilcilerini dinler, gerekli yasal düzenlemeler üzerine tartışır, mecliste görüşülüp yasalaşma sürecine girecek öneriler hazırlayabilirdi. Görevi bununla sınırlı olmalı idi.

Buna karşı, kendi içinde böyle bir komisyona katılıp katılmama konusunda ateşli bir tartışma yürüyen CHP komisyonda parlamentoda grubu olan partilerin her birinin eşit sayıda temsilciye sahip olması; bunun yanında bir dizi sivil toplum kuruluşunun temsilcilerinin komisyonda yer alması; alınacak kararların nitelikli çoğunluklu (5’te 3) alınmasını; komisyonun yapısı, işleyişi konusunda yasa çıkarılmasını, komisyonun görevinin PKK’nin silahsızlandırılması ile sınırlandırılmamasını, CHP belediyelerine yönelik “darbe”nin de bu komisyon tarafından ele alınmasını, tutuklu CHP belediye başkanlarının derhâl serbest bırakılmasını talep ediyordu. CHP içinde aslında AKP/MHP iktidarında “Kürt Sorunu”nun, savaşın sonlandırılması biçiminde çözümünün AKP’ye, Erdoğan’a yarayacağını düşünen geniş bir kesim var. Bunlar CHP’nin komisyona girmesini, komisyonu DEM’i muhalefetten ayırma, koparma planını destekleme, Erdoğan’ın tuzağına düşme olarak değerlendirip ilke olarak ret ediyordu. CHP Başkanı Özgür Özel kimi miting konuşmalarında, biraz da CHP içindeki komisyona katılmayı ret eden kesimi ikna etmek için,  CHP’nin yukarıda sayılan taleplerini komisyonda yer almanın ön şartı olarak getiriyordu. Hükümet kanadının bu önşart taleplerine cevabı Erdoğan’ın ağzından “Biz, AKP/MHP/DEM bu süreci sonuna kadar götürmekte kararlıyız” sözleri ile geldi. CHP eğer komisyona gelmezse, komisyon buna rağmen kurulur, süreç üç parti tarafından sürdürülür, sonuçlandırılırdı.

Apo ve Kürt Hareketi böyle bir komisyonun en geniş toplum kesimlerini kapsayıcı bir yapıya sahip olmasını, böylece meşruiyetinin sorgulanamaz olmasını istiyor; bu yüzden de muhalefetin en güçlü partisi CHP’nin bu komisyonda mutlaka yer alması gerektiğini savunuyordu. Ayrıca komisyonun mutlaka yasal güvenceye bağlı olarak kurulması gerektiğini, yetkili olması gerektiğini, demokratik dönüşüm sorunlarını ele alması gerektiğini, kendini silahsızlandırma ile sınırlamaması gerektiğini savunuyordu.

Komisyonun İsmi

Komisyon tartışmalarında, komisyonun adlandırılması konusunda da sürecin hükümet kanadı tarafından “Terörsüz Türkiye süreci” olarak adlandırılmış olmasından yola çıkarak tartışmalar yürütüldü. Komisyonun adı konusunda DEM’in önerisi komisyonun Barış ve Demokrasi Komisyonu olarak adlandırılması yönünde idi. CHP komisyonun isminde demokrasi kavramının olması yönünde ısrarcı idi. Hükümet kanadının önerisi MHP’den “Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu” olarak geldi. Sonunda komisyonun adı komisyonun 5 Ağustos’ta yapılan kuruluş toplantısında “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” olarak belirlendi.

Komisyonun Bileşimi

Komisyonun kuruluşundan önce Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş yoğun görüşmeler yürüttü. Mecliste temsil edilen partiler dışında, mecliste temsil edilmeyen bir dizi parti heyetleriyle, kimi sivil toplum kuruluşu temsilcileri, Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı, MİT vb. benzeri devlet kurumu temsilcileri ile görüştü. Görüşmeler yanında partilerden yazılı görüş ve önerilerini de talep etti. Büyük çoğunluk bu talebe uydu. Bütün bu görüşmeler ertesinde kuralacak komisyonun 51 kişiden oluşacağı Kurtulmuş tarafından açıklandı.

Açıklamaya göre mecliste kurulacak olan 51 kişilik komisyonda AKP 21, CHP 10, DEM Parti 4, MHP 4, İYİ Parti 3, Yeni Yol 3 milletvekiliyle temsil edilecek; Meclis’te grubu bulunmayan HÜDA PAR, Yeniden Refah, Türkiye İşçi Partisi (TİP), Emek Partisi (EMEP), Demokratik Sol Partisi

(DSP) ve Demokrat Parti (DP) de komisyonda 1’er milletvekili ile katılacaktı.

(https://anf-news.com/guncel/komisyon-51-uyeden-olusacak-215215)

İYİ Parti en baştan bir bölücülük ve ihanet projesi olarak adlandırdığı komisyona katılmayacağını açıklamış, CHP’yi de komisyona katılmamaya çağırmıştı. CHP’nin tabanında CHP’nin komisyona katılmasının Erdoğan’ın planlarına destek anlamına geleceği için katılmama yönünde görüşler, çağrılar vardı. İtirazlar bu konuda parti üyeleri içinde referandum yapılması önerilerine kadar varıyordu. “CHP’nin iktidar partisi ile menemen bile yapmayız” diyen başkanı bu komisyona üye vermemeye çağrılıyordu. Özgür Özel CHP tabanını katılım konusunda ikna zorluğuna sahipti. Bu arada Erdoğan da CHP’yi komisyona katılmaya davet ederken, onun bu konudaki geçmişine atıfta bulunuyor ve “Komisyona katılmakla günahlarının kefaretini ödeme fırsatı bulurlar” diyerek provakasyon yapıyordu.

Sonuçta CHP Başkanı Ögzgür Özel katıldığı bir TV programında kararların nitelikli çoğunlukla alınması şartlarında komisyonda olacaklarını açıkladı.

CHP’nin de komisyona katılacağı böylece belli olduktan sonra, katılacak partiler sayısı belirlenmiş olan komisyon üyelerinin isimlerini meclis başkanlığına bildirdiler. “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” ilk toplantısını 5 Ağustos’ta Numan Kurtulmuş başkanlığında –İYİ Parti temsilci göndermediği, komisyona katılmayı ret ettiği için–

48 üye ile yaptı.

Komisyonun işleyişi hakkında ise şu kararlar alındı:

*Komisyon Başkanlığını TBMM Başkanı Kurtulmuş yürütecek. Kurtulmuş’un olmadığı hâllerde ise komisyon üyeleri toplantıya sırasıyla başkanlık edecek ve başkanın yerine toplantıyı yöneten üye oy kullanabilecek.

*Toplantılar ilke olarak basına açık yapılacak, milli güvenlik veya gizlilik gerektiren konularda komisyon kararıyla kapalı toplantı yapılabilecek.

*Komisyonun toplantı yeter sayısı üye tam sayısının salt çoğunluğu olarak belirlendi. Kanun teklifi hazırlanmasına ilişkin kararlar üye tam sayısının 5’te 3 çoğunluğu ile alınacak.

*Komisyon toplantılarında tam tutanak tutulacak, ancak milli güvenliğin gerektirdiği hâllerde komisyon tutanakların kamuoyuna açılmaması kararı verilebilecek.

*Toplantılara, komisyon üyeleri ve siyasi partilerin önerileri alınarak, belirlenen gündem doğrultusunda kamu kurum ve kuruluşlarından, üniversitelerden, sivil toplum kuruluşlarından kişiler davet edilebilecek ve katılabilecek.

* Komisyon 31 Aralık 2025 tarihine kadar çalışacak.

*Bu sürenin bitiminde komisyonun üye tam sayısının 5’te 3 çoğunluğuyla çalışma süresi her defasında iki aya kadar uzatılabilecek.

Perspektif

Komisyonun önüne koyduğu hedef, PKK’nin silahları bütünüyle bırakması için “ihtiyaç duyulan” yasa taslaklarını hazırlama işini yılsonuna kadar bitirmek. Aslında hükümet ve Apo, sürecin provokasyonlara açık olduğunun ve kırılganlığının bilincinde bu işi mümkün olduğunca kısa sürede sonuca bağlamak istiyorlar. Bu yasa taslaklarının hazırlanması süreci aynı zamanda kamuoyunun da hazırlanması süreci olarak kullanılacak.

Bahçeli’nin Ekim 2024’te ki çağrısı ile başlayan, Apo’nun bu çağrıya cevapları ile hız kazanan süreç şimdilik kazasız sürüyor.

KCK’nin AKP ve MHP’nin niyetinden kuşkuları, bu noktada çekinceleri var.

“Barış masası”nın, daha önce olduğu gibi devrileceğinden kuşkulular. Apo kadar iyimser değiller. Yine de Apo’nun dedikleri doğrultusunda adım attılar, atıyorlar, atacaklar.

CHP, sürecin başarıyla tamamlanması, Türkiye PKK savaşının bitmesinden yana olduğunu açıklıyor. Fakat bunun AKP’ye/MHP’ye yaramasından endişeli. Sürecin açıklanan hedefine açıktan karşı çıkması çok zor.

Toplumun –CHP tabanının da– önemli bir bölümü savaşın sonlanmasından yana. CHP, komisyonu “demokratikleşme” adına kendi gündemi olan CHP’li belediye başkanlarının serbest bırakılması gündemine çekmeye çalışıyor, çalışacak. AKP/MHP komisyonda bunu engelleyecek güce sahip. CHP açısından bu komisyondan geri çekilme gerekçesi yapılabilir bir şeydir.

Böyle bir gelişme AKP/MHP/Apo planının uygulanmasını zorlaştırır, fakat engelleyemez.

Komisyondan “genel demokratik talepler ve haklar konusunda bir şeyler çıkar” beklentisinde olanlar, yanlış bir beklenti içindedirler. Bu komisyonun görevi, kendini fesheden PKK mensuplarının silah bırakması için gerekli pratik ve hukuki koşullar konusunda hukuk politikası geliştirmektir. Ne azı, ne fazlası. “Ulusal demokrasiyi güçlendirecek, hak ve özgürlükleri geliştirecek çalışmalar, ancak bu iş çözüldükten sonra “devamen” gündeme gelir!”

Hükümetin takvime de bağlanmış planı belli. Ve bu plan ve takvimi şimdiye dek fazla sapmadan işliyor. Süreç PKK’nin silahları bırakması yönünde ilerliyor. Kuzey Kürdistan-Türkiye’de 40 yılı aşkın süredir, kesintilerle süren T.C./PKK savaşının sonlanması, akan kanın durması ülkelerimizde emekçi halkların çoğunluğunun isteğidir. Bu, emperyalistleşmek isteyen, bu yönde ilerleyen Türk burjuvazisinin ve onun devleti T.C.’nin güçlenmesini de beraberinde getirecektir. Bu yüzden bir dizi emperyalist ve yerel aktör sorunun PKK/T.C. arasında yürütülen görüşmelerle çözülmesinden rahatsızdır. Bunlar süreci akamete uğratmak için ellerinden geleni yapacaktır. Fakat şu ana kadarki gelişmeler, bu somut savaşın tarihinde ilk kez savaşın sonlanma ihtimalinin, sürecin akamete uğrama ihtimalinden bir tık fazla olduğunu gösteriyor.

Süreci akamete uğratabilecek en önemli faktör Rojava. Rojava’daki özerk yönetim elinde tuttuğu bölgesel iktidarını, kurulacak yeni bir Suriye rejimi içinde iktidarda pay alma karşılığı dağıtma niyetinde görünmüyor.

Rojava’daki yapıyı korumak için silahlı gücünü Suriye merkezi ordusu içinde çözme planını ret ediyor. Âdemimerkeziyetçi bir yapı içinde, bölgede iktidarını sürdürmek isteğini dile getiriyor. T.C. bunu kendisine yönelik bir tehdit olarak algılıyor ve yürüyen pazarlıklarda eğer Rojava’daki özerk bölge yönetimi tavrında ısrar ederse, askeri saldırı tehditi savuruyor. Bu tehditin gerçekleştirilmesi bütün süreci akamete uğratma potansiyelini taşıyor. Bu konuda pazarlıklar sürüyor.

İsrail açıkça Kuzey Kürdistan-Türkiye’de yürüyen süreci akamete uğratmak için de Suriye’de merkezi bir devlet örgütlenmesini engellemeye çalışıyor. ABD’nin tavrı ikircikli. Bu sürecin nereye doğru evrileceği henüz belli değil.


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑