Sultan Alparslan’ı Kürt/Alevi Komutan Yusuf öldürdü | Aziz Tunç
Türk devletinin Malazgirt üzerinden yarattığı “şanlı tarih” kurgusu, tarihsel gerçekleri çarpıtmanın en çarpıcı örneklerinden biri. Oysa Sultan Alparslan, dönemin kaynaklarında “kana susamış” bir hükümdar olarak anılıyor ve bir Kürt/Alevi komutan tarafından öldürülüyor.
Osmanlı devleti, siyasal krize girdiği 1840’lardan sonra “tarihi çarpıtmayı” özel bir politika olarak belirlemiş ve uygulamıştır. Türk devleti de en başından beri aynı “tarihi çarpıtma” uygulamasını devam ettirmiştir.
Bu “tarih çarpıtma” uygulaması ilk dönemler el yordamıyla, sistemsiz ve net olmayan bir biçimde yapılmıştır. Ancak bir süre sonra bu uygulamalar daha sistemli, net ve bir ulus yaratma perspektifine bağlı olarak yürütülmüştür
Söz konusu sürecin asli mimarı İttihat ve Terakki Fırkası’dır. İTF, bütün Osmanlının kurtuluşunu amaçlayan bir politikayla kurulmuştur. Ancak İTF, bir süre sonra bütün Osmanlıyı kurtarma iddiasından vazgeçmiştir. Çünkü uluslaşma süreci başlamıştı ve İTF’nin dayanacağı bir ulus yoktu. Bu süreçte ve bu gelişmeler üzerine yaşanan tartışmaların sonucunda çeşitli ulusal temsilcilerin İTF’den ayrılmaları söz konusu olmuştur.
Bunun üzerine İTF, Osmanlı topraklarında dayanacakları bir ulus yaratma politikası geliştirmiş ve bu politikayı uygulamaya yönelmiştir. Osmanlı coğrafyasında bulunan Araplar, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Kafkas halklarının her birisinin İTF’nin ulus yaratma programı açısında yetersizlikleri veya sorunları vardı. Buna rağmen Türk ulusu yaratmak hem koşullar açısında mümkündü hem de nispeten daha gerçeğe uygundu.
Devamında yaşanan siyasal gelişmelere bağlı olarak İTF, bir darbeyle iktidara hâkim olmuştur. Bu durumda Türk ulusu yaratma politikası devletin resmi politikası olarak uygulanmıştır.
Türk ulusu yaratma projesi beraberinde bir “şanlı tarih” ve benzersiz bir kültürel yapı oluşturmayı da dayatmıştır.
Türk ulusu yaratmaya tarihin derinliklerinde bir “köken” aranarak başlanmıştır. Öyle ya oluşturulacak olan ulusun “şanlı bir tarihi ve özellikleri olan kültürel kodları” olmalıydı.
Orta Asya’da aranan tarihi köken, Hun’lardan başlatılmış, kendilerini hiçbir zaman Türk olarak tanımlamamış olan Selçuklular “Türk yapılarak” devam ettirilmiştir. Oradan Türklüğü sürekli aşağılayan Osmanlıların Türk oldukları kabul edilmiş ve böylece Türklüğün tarihsel zinciri tamamlanmıştır.
“Tarih böyle çarpıtılmış” ve yaklaşık 2500 yıllık tarih çarpıtılarak Türklük için “şanlı bir tarih”in zemini oluşturulmuştur. Bu zemin üzerinde ince bir tarih çalışması yapılarak oluşturulacak olan ulusa daha birçok özellik kazandırmak mümkün olmuştur.
Bu süreci ve “tarihin çarpıtılmasını” incelemek bu makalenin ölçülerini aşacaktır. Ancak özel örnek olması için güncel bir konuya değinmek gerekiyor.
Türk devletinin Malazgirt savaşına özel bir önem verdiği ve bu amaçla her yıl birçok düzenleme yaptığı, kesenin ağzını açık tuttuğu da bilinmektedir. Sadece bu kutlamalarda kullanılması amacıyla bir sarayın yapılmış olması bunu göstermektedir.
Ayrıca Türk devleti ve devlet tarihçileri, ilkokuldan başlayarak bütün eğitim süreci boyunca ve medya organları aracılığıyla Alparslan’ı büyük komutan olarak anlata anlata bitirememektedirler.
Halbuki nihayetinde Alparslan da dönemin bütün komutanları gibi iktidar olmak ve iktidarını korumak için vahşet uygulayan bir egemendir.
Alparslan’ın Türk devleti tarafında bu şekilde ve bu kadar abartılarak yüceltilmesi doğru değildir, masum değildir, maksatlıdır, ulusal köken oluşturma çabasının sonucu ve gereğidir.
Bu nedenle Türk devletinin göklere çıkardığı Alparslan’ı dönemin tarihçisi Urfalı Matteos, “şehir halkını kılıçtan geçiren” “kana susamış bir adam” olarak tanımlamaktadır. Demek ki Erdoğan, atası olarak kabul ettiği Alparslan’ın ruhuna hitap etmek için kılıçları kınından çıkartmaktan söz etmiştir.
Tarihçi Urfalı Matteos anlatmaya devam ediyor. “Sultan Alparslan bütün askerlerini toplayarak Gehon diye tesmiye edilen Cahun nehrini geçti. O büyük bir ordunun başında olduğu halde metin ve meşhur bir kale olan Han’a üzerine yürüdü ve kuşattı bu kalenin sahibi cesur ve aynı zamanda azgın ve merhametsiz bir adamdı. Sultan Kaleyi günlerce muhasara altında tutup çok sıkıştırdı. O aynı zamanda Kalenin reisini atalarının topraklarının daimî sahibi kalmak şartıyla kendisine itaate davet etti. Kale Reisi hayli sıkıntılara göğüs gerdikten sonra ….korkunç bir plan düşündü. O gün karısı ve çocuklarıyla beraber şenlik ve ziyafet yaptı. Davullar çaldırarak ve şarkılar söyleterek onlarla beraber neşe içinde yedi içti. Fakat geceleyin karısını ve üç oğlunu sultanın eline düşüp ona köle olmamaları için vahşiyane bir surette kendi eliyle kesti. O ertesi sabah erken de oğullarını kesmiş olduğu iki keskin bıçağı yanına aldı ve Sultan’ın huzuruna gitmek üzre kaleden çıktı. Sultan onun geldiğini haber alınca huzuruna getirilmesini emretti. Reis huzura çıkınca eğildi, fakat ona yaklaştığı sırada aniden Sultan’ın üzerine atıldı ve çizmeleri içinde saklamış olduğu iki bıçağı çekti. … vahşi bir hayvan gibi Sultan’ın üzerine atılan adam iki bıçağını da onun vücuduna sapladı. Sultan’ın adamları ileri atılıp onu olduğu yerde öldürdüler…..Sultan beş gün…” sonra ve “ bir Kürt’ün eliyle ölmüştür.” Urfalı Mateos, s. 145- 146
Alparslan’ı öldüren bu Kürt komutanının bir diğer özelliğini de bir Türk tarihçisi şöyle ifade etmektedir. “Sultan Alparslan bir Batini’nin suikastına uğrayarak 25. birinci teşrin 1072 yılında ve genç yaşında hayata gözlerini kapadı.” Selçuklular zamanında Türkiye Osman Turan. s. 64- 65
Görüldüğü gibi Malazgirt savaşından yaklaşık altı ay sonra Alparslan kocaman ordusuyla Kürt/Batıni- Alevi Komutan Yusuf’un Han’a Kalesini kuşatmış, yoğun baskı ve vahşet uygulamıştır. Buna karşı direnen Kürt/Batıni- Alevi komutan Yusuf, bir süre sonra gücünün ve imkanlarının bir orduya karşı direnmeye yetmeyeceğini görmüştür.
Bunun üzerine Kürt/Alevi Komutan Yusuf, Alparslan’a esir düşerlerse daha çok acı çekeceklerini düşünerek, çocuklarını ve eşini kendi elleriyle öldürmüştür. Sonrada çadırına giderek Alparslan’ı çadırında öldürmüştür.
Bu bilgi dönemin ve coğrafyanın özellikleriyle de örtüşmektedir. O yıllarda Hasan Sabbah, bölgenin önemli bir gücüdür ve Nizamülmülk’ün veziri olduğu Selçuklulara karşı mücadele etmektedir. Dolayısıyla söz konusu bölgede Batını/Alevilerin bulunması ve Selçuklulara karşı mücadele ediyor olmaları bu bilgilerin doğruluğunu teyit etmektedir.
Belirtilen gerçekliklerden hareketle, Alevi düşmanlığının bu tarihsel düşmanlıklardan büyüdüğünü söylemek de yanlış olmayacaktır.
Aziz Tunç – 03.09.2025

























































