Makaleler

Published on Kasım 12th, 2024

0

Sistemin – erkeğin erilleşen zihniyeti ve kadın | Gül Güzel


Kadın cinsine uygulanan şiddet, yüzyılların devlet – erkek işbirliği ile günümüzde gelişen teknoloji sayesinde daha görünür, işitilir kılınıyor olsa da, hızından hiç bir şey kaybetmeden bütün vahametiyle devam ediyor. 21. Yüzyılda da bütün Kıtalarda kadına karşı uygulanan şiddet, tecavüz, katletme, gücünü sömürme kendisini en gelişmiş ülkeler olarak belirleyen devletlerde de aynı şekilde devam ediyor. Eril sistemlerin suçlu erkeği koruması, kadına şiddeti, katledilmeyi reva görmesi, diktatörlüğe karşı mücadele ettikleri için 25 Kasım 1960’da katledilen Mirabel Kardeşlerin de ruhlarını ağır bir şekilde incitmeye devam ediyor!

Kadına şiddet ve imhasına karşı sembolleşen 25 Kasım direniş günü de bu konuda kapanmayan yaralarımızı kanatmaya ve daha çok mücadele etmemize de vesile oluyor…Kadın hakları savunucusu olarak, kadına yaşatılan şiddete karşı bir ömür köprüsü oluşturmak kolay olmasa da ben dinlediğim zulümlere karşı sessiz kalmamayı  prensip edinerek, bu köprüyü kurmayı kısmen başardım. Konuştum, tartıştım, dinledim, çok sayıda paneller verdim ve en önemlisi dinlediğim bazı kabul edilmez acı yaşanmışlıkları anonim bir şekilde yazarak, kitlelere ulaştırmaya, şiddete karşı duyarlılık oluşturmaya çalıştım. Bugün okumanız için yazdığım bu kısa, acı hikaye gibi…

‘’Hergün aşağılanıp dövülüyordum. Yaptığım her hareket, söylediğim şeylerin hangisi doğru, hangisi kötü – iyi bilemiyordum. Çünkü iyi – kötü – yanlış – doğru onun, o anki duyumuna-durumuna bağlıydı. Bir gün önce doğru yaptığımı sandığım şey bugün yanlış – kötü olabiliyordu ve onun için dayak yiyebiliyordum. Artık ne yapacağımı, nasıl hareket edip, neyi söyleyebileceğimi bilmeyen bir sorunlar yumağı haline gelmiştim. Bazen dayak yememek, aşağılanmamak için evin herhangi bir yerinde TAŞ gibi durup hiç kımıldamıyordum. Zaten Kadın olarak doğduğuma, taş olarak yeryüzüne gelseydim daha iyi olurdu! dediğim anlar az değildi. Keşke bir taş parçası olsaydım da bu kadar horlanıp, aşağılanıp işkenceler çekmeseydim.

Aynalara artık hiç bakmıyorum. Kendi bedenimden, ruhumdan, sesimden, saçımın teline kadar her şeyimden nefret ediyordum. Kendimi dünyanın en çirkin mahluku olarak düşünüyordum. Halbuki benim istediğim bi nebze-avuç sevgiydi, şefkatti, tatlı bir söz duymaktı. Ama ben, her gün bunların tersini şeyler yaşıyorum.

Sevgisiz bir çocukluk yaşadığımdan, sevgiye olan özlemimden dolayı evlenmiştim. Ama şimdi bu evlilikle her gün parça-parça bitiyordum. Sevgi yerine nefret, şefkat yerine dayak, güzel bir söz yerine küfürler benim yaşamıma hakimdi. Bazen de aniden arkadan yediğim tekmeyle yüzüstü yere serilip ağzım-burnum kan içinde kalıyordu. Ağzım burnumun kanaması da suçtu. Bir de bu yüzden tekme-tokat yiyiyordum ☹(…

Ben artık çok çirkin, aptal, işe yaramaz, hiçbir değeri olmayan; hiç bir şeyi doğru yapmayan birisi olarak kendime bakıyor ve buna inanıyordum. Çünkü bu ithamları günde bir kaç defa duyuyordum. Annesi, babası da onu tasdik edip, onun eksik bıraktığı kötü muameleyi onlar da bana yapıyordu. Her adım atışımda acaba şimdi neyi yanlış yaptım ve bu yüzden beni yine dövüp, sövecek diye düşünüyordum…

Ölmek!!! Ölmeyi çok istedim; hala istiyorum. Ama ölmeyi bile beceremiyorum. Çünkü içimde iki benlik var ve sürekli birbiriyle tartışıyorlar. Bir tanesi artık ne için yaşıyorsun?, yaşamanın ne anlamı var? Öl de kurtul! Derken öteki benliğim de melek kadar güzel küçük bir kızın var. Sen ölürsen onun durumu ne olacak? Onun sana, sevgine, şefkatine ihtiyacı var. Kızın için yaşaman lazım! Diyor. Ama kızımı çok seviyorum. Ömrümde ilk olarak bana birisi hediye aldı. Çocuk yuvasındaki öğretmeni onlara Anneler Günü için annelerine hediye yaptırmış. Kızım da bana anneler günümü kutlayıp, hediyemi verdi. Çok mutlu oldum. Sevinçten, mutluluktan öyle hafifledim ki, zannettim kanatlanıp uçacağım… her şeye rağmen yaşamak herhalde daha güzel’’….

Yaşanmış bu hikayenin sonuna Maurce Nicoll’ün bir deyimi ile nokta bırakmak istiyorum. ‘’Özgürlüğün ve bu alanda yapılan çalışmaların ne denli güzel olduğunu anlamak ve görmek için, onun varoluş nedenlerini ve ne anlama geldiğini çözmek lazım. Bu, yıllarca hapishanede kaldıktan sonra, içeriye bir yabancının girip, size bir anahtar uzatması kadar güzel bir şeydir. Ancak siz hapishanede elde ettiğiniz alışkanlıklar yüzünden bunu ret edebilir ve aslınızı unutmuş olabilirsiniz!’’.

Aslımızı, cinsimizi, haklarımızı unutmadan mücadelesini vermeye devam edeceğiz. Kadınız, yaşamız, özgürlüğü doğuranlarız!   


Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 12.11.2024

Tags: ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑