Makaleler

Published on Aralık 10th, 2025

0

Öcalan’ın mesajı: ‘Sosyalizmden kaçış’ | Hakkı Özdal


Geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul’da düzenlenen “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı” Abdullah Öcalan’ın gönderdiği bir mesajın okunmasıyla başladı. Öcalan, sözlü bir beyanının yazılı hali olan bu mesajın girişinde “sosyalizmin yeniden inşası yolunda konuşmak” ifadesini kullanıyor ve kimi zaman ‘20. yüzyıl sosyalizmi’ ve ‘reel sosyalizm’ kimi zaman da ‘ulus-devlet sosyalizmi’ dediği bir tür sosyalizme yönelik eleştiriler yöneltiyordu. Öcalan’a göre PKK, “Kürt halkının ulusal varlığını güvenceye kavuşturarak tarihsel misyonunu doldurmuş” ama “aynı zamanda ulus-devlet sosyalizminin tıkanıklığını da açığa çıkarmış” idi.

Fazla uzatmadan özetlemek gerekirse, ‘20. yüzyıl sosyalizmi’ bir negatif devrim hamlesi olarak ortaya çıkmıştı ama “yerine yenisini koyamamış”tı. 1990’lara gelindiğinde –ki SSCB’nin fiili varlığının ortadan kalktığı tarihsel moment kast ediliyor elbette— çoğu kesim ‘sosyalizmden kaçıyordu’ ama Öcalan tüm yaşamını “bu umudu yeniden kurmaya [adamıştı]”.

Kapitalizm artık gezegeni tümden yok etmekte ve insan türünün sonunu getirmekteydi ve ‘eski sosyalizm’inkinden farklı yeni bir kapitalist çözümlemeyi insanlığa sunmak gerekiyordu. Bunun için de “sınıftan önce bir öz-savunma oluşumu olarak komün perspektifiyle ezilenlerin tarihine bakmak” gerekiyordu. “Tarih, sınıf mücadelesinden ibaret değil”di.

Tüm bunları içeren “demokratik toplum sosyalizmi”, başarısızlığa götüren “ulus-devlet sosyalizmi”nin aksine, toplumları “zafere” götürecekti…

***

Öncelikle söylemek gerekir ki bu mesajların dile getirdiği genel yaklaşım ve argümanlar ‘yeni’ değildir. Kökeni İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı dünyasında ortaya çıkan geçici ‘refah dönemi’ aydınlarının ve özellikle de eylemci üniversite gençliğinin arayışlarından başlayarak, Sovyetler Birliğindeki revizyonizme karşı çarpık bir tepki de olarak 90’lara kadar güçlü bir anaakım akademik-entelektüel faaliyet olarak gelmiştir. Bu süreçte bir milat olarak görünen 60’lı yılların, sadece bu fikirlerin ortaya çıktığı Batı entelektüel dünyası açısından değil sonradan ‘reel sosyalizm’ adı verilecek Sovyetler Birliği deneyimi açısından da bir anlamı var. İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı (Avrupa-ABD) kapitalizmleri için bir geçici ve sahte ‘refah’ dönemiyken, SSCB’den başlayarak tüm müttefiklerine yayılan yıkıcı revizyonizmin de serpilme yıllarıdır. Bu iki olgu karşılıklı olarak birbirini beslemiş ve ‘yeni sol’ arayışların iştahını kabartan bir rol oynamıştır. 90’lar başında ‘Doğu Bloku’nun fiziki çöküşüyle birlikte de bu ‘yeni sol’ akademik ve kültürel entelijansiyanın metinlerinden revizyonist partilerin kalıntılarına ve hayal kırıklığı içinde sağcılaşan burjuva/küçük burjuva sol grupların programlarına ‘sıçramış’, orada da donup kalmıştır. Yaygın ortak özellikleri, ekoloji, cinsiyet, kent, çevre gibi konuları ‘demode sınıf savaşı’ nosyonunun yerine ikame etmek olan bu ‘post-Marksizmler’ başta revizyonist Avrupa partilerinde ortaya çıkan avro-komünizmin nihai varyantları olmak üzere hemen her yerde açık ve kinli bir anti-marksizme dönüşmüştür.

Öcalan ve onun rehberliğinde Kürt hareketinin de müktesebatına çok önceden girmiş bulunan ‘radikal demokrasi’ başta olmak üzere çeşitli politik ‘projeler’; 90’lar karşı-devrimciliğinin maymuncuk kavramlarından biri haline gelen ‘büyük anlatı’ları yadsıyan, yerel, geçici, sözde özgül çerçevelere sahip reçeteler olarak, toplumun, ama özellikle de işçi sınıfının karşısına çıkarıldı. Hesaplanmış ve/ya istenmiş olsun olmasın, bu ‘karşılaşmanın’ doğal sonuçlarından biri, özellikle 80’lerde gemi azıya alan neoliberal saldırılarla yoksullaşan, kazanımlarını —kimi zaman dövüşerek kimi zaman bu kadar direnç bile gösteremeden— kaybeden Batı işçi sınıfının sosyalizmden ve soldan ideolojik kopuşu oldu.

İroniktir: 60’lar ‘refah’ toplumunun burjuva-küçük burjuva kökenli Batılı aydınlarının ellerinden çıkmış ‘yeni sol’, 80’lerden itibaren o refahı hızla ve cebren elinden alınan Batı işçi sınıfının nezdinde solu itibarsızlaştırıyor ve sosyalizmi bir kültürel nosyona dönüştürüyordu.

Buna karşı komünistler, fiziki mücadele zaman zaman zayıf kalmış olsa da güçlü bir politik-ideolojik mücadele yürütmüş, avro-komünizm başta olmak üzere ‘yeni sol’ arayış ve örgütlerin hakkı verilmiştir. Bugün artık asıl demode olan, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçi kesimlerin gündelik sorun ve mücadelelerinden uzağa düşmüş bu ‘yeni sol’ bulutsu varlığıdır. Bu icat edilmiş ‘yeni sol’un, öncelikle 90’lardan sonra bizzat varlığını inkâr etmeye yöneldiği işçi sınıfı tarafından derhal ve tereddütsüzce yadsınmış olması da ayrıca anlamlıdır.

Yani ‘ulus-devlet sosyalizmi’ gibi kavramsallaştırmalarla yeniden gündeme gelen tartışmalar Marksizm açısından yeni olmadığı gibi çoktan aşılmış durumdadır. Ellen Meiksins Wood’un bu yazının başlığına da ilham kaynağı olan kitabı, Sınıftan Kaçış: ‘Yeni Hakiki Sosyalizm’ dedahil olmak üzere sayısız makale, kitap, yayın, ama daha önemlisi de toplumsal yaşamın modern gerçeği—sınıf savaşı, bu ‘yeni sol’un cenaze alayını oluşturmuş, kendisini toprağa vermiştir.

Dolayısıyla Öcalan’ın ‘eleştirileri’ de sol içi ya da sosyalizme dair bir tartışma için zemin değildir. Olmamalıdır.

O halde geriye yalnızca şu soru kalır: Bu mesajlar, Kürt hareketi ve onun Öcalan menşeli doktrinasyonu açısından hangi güncel-tarihsel ihtiyaca tekabül etmektedir? Yani, Marksist tarihsel materyalizmi biraz kabaca bükme pahasına tekrar etmek gerekirse, bu mevta ‘yeni sol’ diskurundan beklentinin nesnesi/maddesi nedir?

Bu soruyu bir sonraki yazıda tartışmaya çalışalım…


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑