Makaleler

Published on Temmuz 20th, 2025

0

Liberalizm ve reformizm: Devrimci mücadeleye engel olan ideolojik sapmalar | Savaş Şahin


Politik mücadelede özellikle ezilen sınıfların ve halkların özgürlük arayışında temel bir ayrım giderek daha görünür hale gelmektedir: Devrimci mücadele ile liberal-reformist anlayış arasındaki fark. Bu fark yalnızca yöntemsel değil, aynı zamanda ideolojik, tarihsel ve sınıfsal bir ayrımdır. Bu ayrım giderek netlik kazanırken, özellikle işçi sınıfı ve emekçilerin saflarına daha fazla sirayet etmiştir. Dünya çapında, direnişçi güçlerin, devrimci ve sosyalist hareketlerin saflarına daha fazla sızan liberalizm ve onun türevi reformizm, adeta işçi sınıfı ve emekçileri kapitalizme karşı silahsızlandırmaktadır.

Liberalizm ve onun içinden türeyen reformizm, toplumsal sorunların kaynağını sistemin yapısal doğasında değil, uygulamalardaki aksaklıklarda arar. Bu nedenle önerdiği çözüm, düzenin yıkılmasını değil; revize edilmesini, “iyileştirilmesini” hedefler.

Reformizm, baskıcı ve sömürücü sistemin köklü değişimini değil, o sistem içinde küçük rötuşlarla halkın gazının alınmasını önerir. Bu bağlamda Marx’ın ifadesiyle:

 “Burjuva reformizmi, mevcut toplumu kurtarmak için elinden geleni yapar ama onu değiştirmeyi asla istemez.”

Bugünün mücadele sahnesinde, özellikle faşist saldırıların yoğunlaştığı koşullarda, liberal ve reformist çizginin mücadele biçimi giderek belirginleşmiştir: Protestoculuk.

Faşizmin işkenceleri, katliamları, baskıları karşısında “kınama açıklamaları”, “barışçıl yürüyüşler”, “sosyal medya kampanyaları” gibi eylem tarzları devrimci bir yanıt sunmamakta; tam aksine, faşist saldırganlığı caydırmak yerine ona meşruiyet kazandırmaktadır. Bu noktada Lenin, reformizmin nasıl mücadeleyi körelttiğini şöyle anlatır:

“Reformistler, mücadeleyi değil müzakereyi, direnişi değil uzlaşmayı, devrimi değil düzeltmeyi önerirler. Oysa bir avuç burjuvazinin iktidarını yıkmadan halkın kurtuluşu mümkün değildir.”

Reformist çizgi, devrimci mücadelenin önündeki en büyük engellerden biridir. Çünkü açık düşman olan faşizm, kapitalizm ya da emperyalizm karşısında mücadele refleksi geliştirilebilirken; reformizm “bizdenmiş gibi” görünen ama mücadeleyi pasifize eden, yönünü bulandıran, özünü boşaltan bir hat oluşturur.

Bugün birçok ülkede ve bölgede bu liberal-reformist ideolojik hat, direnişçi yapılara da sirayet etmiştir. Artık kitlelerin çoğu örgütlü mücadele yerine “duyarlılık göstermekle” yetinmekte, sokak eylemleri yerini “sembolik açıklamalara” bırakmaktadır. Özellikle kapitalizmin zor ile yıkılabileceğine olan inanç çok zayıflamıştır. İşçi sınıfının ve emekçilerin sınıf düşmanı burjuvaziyi sınıf olarak yok etme fikrinin güncel karşılığı olan mücadele biçimlerine olan inanç epey zayıflamıştır.

1917 Ekim Devrimi döneminde, Rusya’daki Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler, Bolşeviklerin devrimci çizgisine karşı tam anlamıyla bir reformist pozisyon aldılar. Duma üzerinden yürütülen parlamenter çözüm arayışı, devrimi geciktirmekle kalmadı; Çarlık kalıntılarının güç toplamasına neden oldu. Stalin, bu süreci şu sözlerle eleştirir: “Proleter devrim, kendini burjuvazinin kurumlarına hapsetmez. Devrim, kendine bir yol açar ve gerekirse eski yapıyı yerle bir eder. Reformistler bu yapının içinde kalmak ister; ama o yapı halkın mezar taşıdır.”

21.yüzyılda reformizm artık sadece siyasi partilerle sınırlı değil; medyada, akademide, sanat dünyasında ve hatta sivil toplum örgütlerinde etkin bir ideolojik hegemonya kurmuştur. Kapitalizm işçi sınıfının saflarında düzen içi çözümleri empoze etmesinde bu araçları başarılı bir şekilde kullanması bu hegemonyayı sağlamıştır. Örneğin “Radikal” görünen ama sistem içi kalan söylemler, devrimci mücadeleyi taklit eden ama onu yavaşlatan pozisyonlar, özellikle genç kuşaklara yöneltilmiştir. Burada yelkenleri reformizmin dalgalarına çeviren dünün devrimci-komünist örgütlerin payı elbette büyük. Devrim fikrinin güncelliğini, işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenip karşıt sınıfı yani burjuva düzeni zor ile yıkması gerektiği fikrini pratikte göstermekten vazgeçiş, bu süreci hızlandıran nedenlerden biridir.

İklim krizi, kadın hakları, işçi hakları gibi konularda bile çözüm önerileri sistemin devamını önceleyen araçlarla sınırlandırılmakta; mücadele “kampanya düzeyine” çekilerek içi boşaltılmaktadır. Kimlikler sorunu üzerinden mücadele alanı yaratılarak esasın gözden kaçırıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Elbette kapitalist sistemin yarattığı tüm sorunlar mücadelenin konularıdır. Ancak esas darbenin  vurulacak yerin kapitalizmin can damarları olan üretim alanları olduğu unutulmamalıdır. Buralardan uzaklaşıldıkça, liberalizm ve onun türevlerinin kucağına oturulduğu günümüz dünyasında görmekteyiz. Bu bakımdan Liberal reformist ideolojik sapmaya karşı en etkili panzehir, devrimci bir bakış açısını ısrarla ve kararlılıkla savunmak; kitlelerin öfkesini yönsüzleştirmek yerine devrimci hedefe kanalize etmektir. Bunun için:

            •          Sistem içi değil, sistem karşıtı bir mücadele hattı inşa edilmelidir.

            •          Reform değil, devrim hedeflenmelidir.

            •          Direniş sembolik değil, örgütlü olmalıdır.

            •          Faşizme karşı sadece teşhir değil, püskürtme eylemleri geliştirilmelidir.

Bugün Liberalizm ve reformizm, devrimci hareketin yalnızca karşısında değil, içindedir de. Bu nedenle bu ideolojik hattın tespiti ve teşhiri kadar, ona karşı net bir devrimci çizginin savunulması da hayati önemdedir. Bugün yapılması gereken, protesto değil örgütlenme, kınama değil karşı koyma, revizyon değil devrimdir. Son sözü Lenin’e bırakalım: “Devrim, uzlaşma arayanların işi değildir; devrim, toprağı sarsanların işidir.”


Savaş Şahin – 20.07.2025

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑