Kürtler liderlik krizi yaşıyor | Mehmed S. Kaya
Kürtler, 42 yıllık silahlı mücadelenin ardından yeni bir yol ayrımında. Ancak Öcalan’ın son çağrısı, umutları güçlendirmek yerine derin bir hayal kırıklığına yol açtı.
42 yıllık silahlı mücadele Kürtleri hangi yol ayrımına getirdi?
1991’de Güney Kürdistan halkının Baas rejiminin zulmüne karşı başlattığı büyük Raperin veya “isyan” yaklaşık 1.5 milyon Iraklı Kürtler, kimyasal silah tehdidi ve soykırım korkusuyla İran ve Türkiye’ye göç etti. İngiliz The Guardian, Independent, Danimarka’nın Politiken, Norveç’in Dagbladet gazetesine kadar hemen hemen tüm önde gelen Batı gazetelerinin başyazılarında mealen şu satırları yazdığını hatırlıyorum:
“Kürtler, tarihsel olarak acımasız düşmanlarına karşı kahramanca savaşmışlardır. Ama ne yazık ki her seferinde masada kaybettiler, çünkü Kürtler hep kötü liderler tarafından yönetildiler. Yazılarda, özellikle 1923’teki Lozan Mutabakatı, 1975’teki Cezayir Mutabakatı ve Bağdat’ta Saddam Hüseyin’le yapılan ve ‘ölüm öpücüğü’ olarak adlandırılan görüşmeye atıfta bulunuluyordu. Lozan’dan önce Kürtler, Türklerle birlikte özgürlük için savaşmışlardı; ancak Lozan’da arkalarından hançerlenmişler ve Türk milliyetçileri tarafından temel haklarından mahrum bırakılmışlardı.
Kuzey Irak’ta Kürtler, Arap egemenliğindeki Irak’a karşı uzun yıllar efsanevi bir savaş yürüttüler, ancak sonunda Şahın İran’ı ve Saddam’ın Irak’ı tarafından hançerlendiler; çünkü Kürt liderliği İran’dan gelen silah tedarikine bağımlı hale gelmişti. Ve İran’ın yardımları kesmesiyle Kürtler silahlarını bırakmak zorunda kaldılar.”
Öcalan’ın üç dönemi
Öcalan ve yandaşları 1984’te gerilla faaliyetlerine başladıklarında Kürtler arasında bir efsane yarattılar. Hedef, birleşik bir Kürdistan yaratmaktı. Mesaj büyük bir coşkuyla karşılandı ve on binlerce Kürt genci Türk sömürgeciliğine karşı savaşa katıldı. Gerilla savaşının başlaması, Türk devletine açık bir mesaj içeriyordu: Kürtlerin varlığı inkâr edilemez! Bu, Kürtlerin onurunun, umudunun ve moralinin yeniden sağlanmasına yol açtı. Çünkü Kemalistler, Kürtleri hayatın her alanında en acımasız yöntemlerle ezmişti. Kürtlerin demokratik yollarla isteklerini ifade etme fırsatı reddedilince, geriye tek bir yol kalmıştı: silahlı mücadele.
Kürtlerin silahlı mücadelesi dünyada da belli bir anlayışla karşılandı. Bu anlayış, Kemalist Türkiye’nin Kürtlere yönelik tüm siyasi kanalları katı bir şekilde kapatmış olmasıyla haklı görüldü. Hatta bazı NATO ülkeleri bile Kürtlere yönelik anlayışlarını gizlemedi.
Öcalan’ın ikinci dönemi
1990’lar Kürtler için acı geçti, çünkü Türk devleti JİTEM gibi uluslararası hukuk tarafından yasaklanmış yasadışı paramiliter grupları sivil Kürtlere karşı da kullandı. JİTEM’in yardımıyla Kürtlere karşı kapsamlı siyasi cinayetler işlediler, kayıplar, köy yakmalar, zorla sürgünler vb. Bütün bunlar devlet terörü olarak algılandı. Buna rağmen Kürtlerin coşkusu, Öcalan’ın Amerikalılar tarafından tutuklanıp Türklere teslim edildiği 1999 yılına kadar devam etti. Büyük ve güvenilir bir lider, Nelson Mandela gibi, esaret altında bile büyüklüğünü gösterir. Ancak Öcalan, Mandela’nın tersi bir strateji izledi. Kürtlerin bağımsız Kürdistan idealini, Türk devletinin denetimi altında Kürtlere özerklik talebine indirgedi. Bununla birlikte, bağımsız Kürdistan coşkusu ve Öcalan’ın Kürtler arasındaki popülaritesine olan destek de azaldı.
Öcalan’ın üçüncü dönemi: daha da büyük bir endişe mi?
Üçüncü dönemin temel odağını, Türk devleti ile Abdullah Öcalan arasında devam eden “Terörsüz Türkiye” dedikleri müzakereleri ve Öcalan’ın 27 Şubat 2025 çağrısı oluşturuyor. “Terörsüz Türkiye” girişimi Kürtler arasındaki gerginliği azaltmadı. Kürtler, 42 yıllık silahlı mücadeleyi müzakere kozu olarak kullanmayı umarken, Öcalan 27 Şubat çağrısında «ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kolektif kültürel hakları, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” ifadesiyle reddetti. Bu tavizler barışın bedeli mi?
Tarihsel sosyoloji, sosyolojik yöntemleri, teorileri ve modelleri tarihsel temaların incelenmesiyle birleştiren bir alandır. Sosyologlar, toplumsal değişimi anlamak için toplumsal yapıların, süreçlerin ve ilişkilerin zaman içinde nasıl evrildiğini analiz etmek amacıyla tarihsel sosyolojiyi kullanırlar. Öcalan’ın tarihsel sosyolojiden muhtemelen kastettiği şey, Kürtler ve Türklerin ortak tarihsel geçmişinin o kadar iç içe geçmiş olması, onları birbirinden ayırmanın imkânsız olduğu düşüncesidir. Eğer öyleyse, bu, siyasi propagandada sıklıkla kullanılan ve iyi bilinen bir Türk tezidir. Örneğin; televizyon tartışmalarında «Kürtler ve Türklerin et ve kan gibi iç içe geçmiş» olduğu iddia ediliyor. Bu, Kürtler ve Türklerin birbirleriyle yakın ilişki içinde olduğu anlamına gelir. Etnik kökene dair bu tür temelsiz yorumlar geçersizdir. Günümüzde bir arada yaşama konusunda daha derin zorluklar yaratıyor. Etnik gruplar arasındaki eşitsiz güç paylaşımı, temel haklar, statü ve prestij, bir arada yaşamayı zorlaştırır. İki halk grubunun bir devlette eşit ortaklar haline gelebilmesi için toplumun her alanında aşağı yukarı eşit güce sahip oldukları varsayılır.
Türklerle bir arada yaşamanın Kürtlerin tek başına yaşamasından daha iyi olduğunu gösteren ciddi bir araştırma var mı?
Öcalan’ın özyönetim biçimlerini reddetmesi ne anlama geliyor?
Öcalan’ın manifestosu Kürtleri kendi geleceklerine karar verme hakkından mahrum bıraktı. Kürtlerin federatif veya başka bir özyönetim biçiminde kendi hayatlarına karar verme hakkını reddetmek, Kürtlerin kendi kaderlerine karar vermelerine izin vermemek veya buna karşı çıkmak anlamına gelir.
Öcalan, Kürtlerin taleplerini saydığı bu üç özyönetim şekli dışında tanımladı. Talepler nasıl tanımlanmışsa, çözümü de ona göre belirlenir. Öcalan, böylece müzakerelerin çerçevesini de ilan etmiş oldu. Eğer müzakereler böyle sonuçlanırsa Kürtler kendi geleceklerine, yaşam biçimlerine karar veremeyecekler. Kimse boşuna hayal kurmasın. Bu Kürtler için onurlu bir çözüm olamaz. Kürtlerin eli boş kaldı. Öcalan’ın açıklaması Kürtleri derinden hayal kırıklığına uğrattı.
Çağrıdan sonra Abdullah Öcalan’a güvensizlik artmış durumda. Şu anda hem Türkiye’deki Kürtler hem diaspora Kürtleri derin bir belirsizlik içinde. Geleceğe dair belirsizlik tüm streslerin en acı verici olanıdır. Çıkmaz bir sokak gibi.
Kültürel hakları bile talep etmediklerini söylemesi, çoğu Kürt’ü derin bir hayal kırıklığına uğrattı. Şu soru sıkça soruluyor: Günümüz dünyasında insanlar, yabancı egemenliğinden, dinsel korkudan ve diğer baskı biçimlerinden kurtulma özgürlüğünün peşinde olduğu bir çağda yaşarken, Öcalan bize tam tersini emrediyor; Kürtlerin özyönetim talep etmemesini, hatta kültürel haklar bile talep etmemesini. Özellikle demokratik ve yarı demokratik toplumlarda etnik gruplara kültürel haklar genişletilirken, yüz yıldır mücadele eden biz Kürtler neden doğal haklarımızı talep etmemeliyiz? İnsanlar bu reddedilişte mantıksız bir şey olduğunu merak ediyor. Ve ekliyorlar; Öcalan’ın açıklamaları Kürtlerin ihtiyaçlarıyla ve 40 yıldır verdikleri mücadeleyle uyuşmadığına göre, gerçekte o kimi temsil ediyor?
Öcalan’ın, DEM partisinin bundan sonra Türkiye’nin her yerinden, hatta Karadeniz bölgesinden bile oy alacağı açıklamasında bulunması ise şüpheleri daha da artırdı. Bu vaatte gizli bir amaç yok mu? Bu fikrin arkasındaki beyin kim? Bunun bir Kürt fikri olabileceğini sanmıyorum. Kürtler Karadeniz halkının oyunu alabilmek için mi 40 yıl kanlı mücadele yürüttü? Üstelik DEM partisinin Türk oylarını alacağı çok safça bir hayal. Bu fikrin asıl yaratıcısı Kürtler ve Türkler arasındaki etnik ve kültürel sınırları ortadan kaldırmak, Türk kimliğine geçiş yapmaktır.
Artık kendi liderlerinizin sizin adınıza karar vereceğine güvenemediğinizde ne yapmalısınız?
Öcalan’ın yaptığı çağrı ve açıklamalar, onun Kürtleri temsil edecek ve Kürtlerin nasıl bir geleceğe sahip olacağına karar verecek doğru kişi olup olmadığı konusunda soru işaretlerine yol açtı. Pek çok insan artık Öcalan’a güvenmiyor. Doğrudan sömürgecilerin zihniyetiyle konuşuyor, onların perspektifinden düşünüyor ve Kürtlerin hâlâ manipülasyona açık olduğuna inanıyor. Ayrıca onun artık liderlik vasfının kalmadığına inanıyorlar. Bu felaketi kendilerine ve Kürtlere nasıl getirebilirler?
Görünen o ki tarih, Lozan surecinde Mustafa Kemal’in Kürtlere yaptığı ihaneti bu kez Türkiye ile Abdullah Öcalan arasında sürmekte olan müzakerelerde tekerrür edecek. Kürtlerin gelecekte nasıl yaşayacağını yine Türkler belirleyecek. Öcalan’ın Kürtler nezdinde hem güvenini hem de inandırıcılığını yitirdiği görülüyor.
Öcalan bağımsız kaynak eksikliğinden mi muzdarip? Yoksa sahte Türk kaynakları tarafından mı manipüle ediliyor?
“Ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” düşüncesi hem totaliter bir yaklaşımdır hem de Kemalizmin ruhudur. Bu, üst seviyede bir manipülasyon ve aldatmacadır. Öcalan’ın açıklamasını Türk milliyetçi bakış açısıyla bir bağlantı olarak görüyorum. Kürtler için ikincil bir Türk bakış açısı. Kürtler adına derin bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Kürtlerin kaderinin bir kez daha çok tehlikeli bir ihanete maruz kaldığına inanıyorum.
Özyönetimler «tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” iddiası aynı zamanda temel bilgi eksikliğinin de ifadesidir. Peki bu iddianın kaynağı nedir? Ya da bu çok «cesur» iddiayı hangi kaynaklarla savunulabilir? Veya iddia edilen gerçeği dünyanın neresinde görüyoruz?
Öcalan’ın sadece Türk kaynaklarından beslendiğine inanmak için sebepler var. Peki Türk kaynaklarına kim güvenebilir? Belki de sadece bazı Kürtler? Türk kaynaklarından beslemek, bilim dünyasından uzaklaşmakla aynı şeydir. Türklerin, özellikle Kemalistlerin, Türk milliyetçiliğini meşrulaştırmak için bilimi çarpıttıkları iyi bilinmektedir.
Demokratik dünyada ulus-devletin, federatif yönetim biçimlerinin, kültürel sınırların giderek daha fazla özgürlük ve haklarla genişlediğini görüyoruz. Bu durum örneğin İskoçya, Kuzey İrlanda, Galler, Bask Bölgesi, Katalonya, Korsika için geçerlidir. Listeyi dünyadaki birçok özerk bölgeye yaymak mümkün. Yugoslavya’nın dağılmasından sonra özgürlüğüne kavuşmuş bir dizi yeni ulus-devletlerden bahsetmiyorum bile.
Federatif, idari ve kültürel haklar asgari düzeydedir. Eğer Öcalan bu asgari düzeydeki talepleri reddediyorsa, ki etmiştir, o zaman Kürtler dil, kültür ve kimlikle ifade edilen varoluşlarını ve tarihlerini nasıl korumalıdırlar?
Öcalan, Kürt gerçeğinden de uzaklaşmıştır
Öcalan’ın Kürt toplumunun tarihine ilişkin değerlendirmesi de sorunludur. PKK’nin 12. Kongresi’nde şöyle demişti: “Dersim’deki, Bingöl’deki, Zagros’taki bir kültür kalıntısıdır Kürtler. Çözülmüş kabileler, işlevsel olmayan bir dil, tarikat kırıntıları, aşiret aile kavgaları… Bunun halen ve PKK’nin varlığına rağmen istenilen düzeyde aşılamamış olmasının nedeni tarihsel toplumsal dağılmışlığın derinliğidir. Bir noktadan sonra buna sömürge demeyi de yeterli görmedim. Sömürge ötesi bir durumdur söz konusu olan. Bir tür çöplük. Çöplük toplumu, bir mezarlık.”
Bu iddia Öcalan’ın Kürt toplumunun gerçekliğinden ne kadar uzaklaştığını anlatıyor. İddia Kürt toplumu gerçekliği ile bağdaşmıyor. Bilimsel açıdan bakıldığında bu iddialar ciddiye alınamaz. Bunlar Kemalistlerin tekrarlarıdır. İddia sanki Mustafa Kemal’in yeniden formüle edilmiş hali gibi görünüyor. Kemal, Kürtleri daha az gelişmiş, düşük ırklar olarak görüyordu. Buna dayanarak Kemal, Kürtlerin varlığını inkâr etti. Bu, Kürtlere karşı tarihteki en kötü, en aşağılayıcı, en küçük düşürücü, en onur kırıcı düşmanca muameledir.
Amaç Kürtlere bireysel temelli haklar sunmak mı?
Öcalan’ın belirlediği çerçevelerin dışında hangi taleplerde bulunulabilir? Bireye dayalı haklar. Batı Avrupa ülkelerinde göçmen işçilere bu tür haklar tanınıyor. Ancak bunlar asgari haklardır ve bir grubun kolektif kimliğini korumaya yeterli değildir. Anadolu’nun kadim halkı olan Kürtler yalnızca bu düzeyde mi haklara laik görülüyor?
Türk devletinin Kürt sorunu çözme vizyonu hala çok uzak görünüyor. Türkiye hala egemen, zorbalık ve yayılmacı sömürgeci bir vizyonla soruna yaklaşıyor. Bu Mustafa Kemal’in 19. yy modeli ile pek farkı yok. Kürtler hiç bir hakka kavuşmasınlar stratejisi.
*Mehmed S. Kaya: Bingöl’ün Solhan ilçesinin Keşkon mezrası doğumludur. Norveç Inland Üniversitesi’nde sosyoloji profesörüdür. ‘The Zaza Kurds of Turkey’ kitabının yazarıdır.
Prof. Mehmed S. Kaya – 29.08.2025

























































