Makaleler

Published on Aralık 18th, 2025

0

Kürt Meselesi: Süreç ve Müdahale | Tolga Tören


Kürt meselesinde Devlet Bahçeli’nin 3 Ekim 2024 tarihinde yaptığı konuşmayla başlayan süreci, iç siyasette yaşanan güncel gelişmelerle — örneğin Cumhur İttifakı’nın CHP ile DEM Parti arasında, özellikle yerel seçim dönemlerinde oluşan doğrudan ya da dolaylı ittifakı engelleyerek ya da olası bir anayasa değişikliği için gerekli desteği sağlamak yoluyla iktidarını koruma çabasıyla — açıklama eğilimi oldukça yüksek. Bu tür açıklamalar kuşkusuz doğruluk payı taşıyor.

Evet, başta Cumhur İttifakı ve AKP, Kürt siyasi hareketi ile CHP arasında zaman zaman açığa çıkan ittifakı ortadan kaldırmak istiyor. Dahası, özellikle AKP açısından, DEM Parti’nin ya da Kürt siyasal geleneğinin Türkiye sosyalist hareketinin bileşenleri ile oluşturduğu ittifak da her daim sorun olageldi. Keza onlara göre Kürt hareketinin konumlanması gereken ideolojik zemin, muhafazakârlıkla harmanlanmış liberal kimlik politikaları. Bu açıdan, olası bir anayasaya destek de dâhil olmak üzere, AKP’nin Kürt siyasetini ilerici sol siyasetten koparma çabaları yeni değil. Ancak tüm bunların “süreci” açıklamaya yettiği tartışmalı.

Kürt sorunu: Uluslararası bir sorun 

Kürt meselesi başından itibaren uluslararası bir sorun olmakla birlikte, bu durum Birinci Körfez Savaşı’ndan itibaren daha da görünür oldu. Nitekim ABD öncülüğündeki güçlerin Saddam Hüseyin’in devrilmesi ile son bulan emperyalist “müdahalesi”, Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY) kurulması ile sonuçlandı. Bu gelişme, Kürt sorununun uluslararası boyutunu daha da görünür kılarken, sadece uluslararası güçlerle işbirliği yaparak federe Kürdistan’ın yönetiminde söz sahibi olan Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) değil, başta PKK olmak üzere diğer Kürt örgütlerinin pozisyonlarında ve siyasetlerinde önemli değişimleri beraberinde getirdi.

Benzer bir durum Suriye’deki Baas rejiminin düşmesi sonrasında da yaşandı, yaşanıyor. “Büyük güçlerin”, yani emperyalist ülkelerin bölgedeki etkilerini artırma çabalarının iyiden iyiye yoğunlaştığı, ittifakların bu çerçevede belirlendiği bir zamanda, Baas rejiminin düşmesi, sadece Kürt sorununun uluslararası boyutunun yeniden ve daha güçlü bir şekilde görünür olmasına yol açmadı; bu defa Abdullah Öcalan çizgisinde örgütlenen ve bir bölgeyi, Rojava’yı, elinde tutan bir başka aktörün, uluslararası ölçekteki Kürt siyasetinde daha fazla görünürlük ve belirleyicilik kazanmasının da önünü açtı: Suriye Demokratik Güçleri (SDG). Sürecin başından bu yana tartışmanın dönüp dolaşıp Suriye’ye, Rojava’ya gelmesini tam da bu çerçevede açıklamak gerekiyor. 

Hatırlanacak olursa, Abdullah Öcalan’ın Devlet Bahçeli’nin çağrısına yanıt olarak kaleme aldığı ve PKK’yi net bir şekilde silah bırakmaya çağıran Demokratik Toplum Manifestosu’nun kamuoyunun gündemine gelmesi sonrasında tartışılan, hatta sürecin ilerlemesinde belirleyici olan en önemli konulardan biri, Öcalan’ın çağrısının Suriye’deki YPG’yi de kapsayıp kapsamadığıydı. Bu tartışma, başta Cumhur İttifakı’nın bileşenleri olmak üzere, sadece Türkiye siyasetinin özneleri tarafından yürütülmedi. Kürt siyasetinin her düzeydeki temsilcisi de bu konuda yorum yaptı ve tutum takındı.

Paralel olarak da, Suriye’nin yeni yönetimi ile YPG arasındaki müzakereler devam etti; Türkiye’nin ve diğer uluslararası güçlerin de dolaylı ya da doğrudan müdahillikleri ile birlikte. 10 Mart’ta YPG ile Suriye yönetimi arasında bir anlaşma imzalandı. Kasım 2025 tarihinde Ahmet Şara Washington’da ağırlandı; Hakan Fidan da aynı dönemde oradaydı ve ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Başkan Yardımcısı JD Vance ve ABD Özel Temsilcileri Steve Witkoff ve Tom Barrack ile görüşmeler yürüttü

İktidar bloğu için jeopolitik bir zorunluluk 

Sürecin iktidar bloğu tarafından, en azından önemli bir boyutuyla, jeopolitik dengeler açısından ele alındığının çok sayıda göstergesi var ve bunlar bu sitede yayımlanan çeşitli yazılarda tartışıldı.

Ama bir örnek daha vermekte sakınca yok. İlki AKP basınından, Nebi Miş’in 31 Ekim 2025 tarihli yazısı:
“Sürecin daha hızlı ilerlemesi gerekiyor. Zamana yaymanın en başta iki önemli mahzuru var: İlki, bulunduğumuz bölge ve coğrafyada istenmeyen gelişmeler çok hızlı gerçekleşiyor. Hiç beklenmeyen ya da öngörülemeyen sonuçlar farklı dinamikleri tetikliyor. Ortadoğu’da son iki yıldır yaşananları, 7 Ekim’den bir gün önce kimse tahmin edemezdi.”

Biraz daha güncel olanı ise, analitik gücü açısından değil ama yazanın MHP MYK üyesi kimliği taşımasından ve Cumhur İttifakı’nın bülteni işlevi gören bir yayın organında yayımlanmasından dolayı bir gösterge niteliği taşıyan şu satırlar. Söyleyene değil, söyletene bak demiş eskiler.
“Ziyaretin en kritik gündemi, Abdullah Öcalan üzerinden SDG’ye yapılacak ‘silah bırakın’ çağrısıdır. Öcalan, sembolik ağırlığı sayesinde örgütün sahadaki çözülmesini hızlandıracak psikolojik etkiye sahiptir. Bu çağrı, ABD ve İsrail’in bölgedeki yayılmacı, etnik-dinî ayrıştırıcı oyunlarını bozacak, Türkiye’nin sınır güvenliğini ve kuzey Suriye’de istikrarı garanti altına alacaktır. Bu süreç, gösteriş veya propaganda değil, stratejik zorunluluk ve millî güvenlik refleksidir.”

Hakan Fidan’ın şu sözleri de aynı çerçevede ele alınmalı:
“SDG’nin mevcut yapısı, Suriye’nin millî birliği kadar Türkiye’nin ulusal güvenliği için de tehdit oluşturmaktadır. İsrail’in saldırganlığı, yayılmacı ve özellikle Suriye’nin güneyine yönelik istikrar bozucu faaliyetleri de Suriye için risk oluşturmaktadır.” 

İktidar bloğu zorunluluğu fırsata çevirmeye çalışıyor

Kuşkusuz, başta yeni anayasa aracılığıyla iktidarını kalıcılaştırmak olmak üzere, iktidar bloğunun ajandası ile yaşanan süreç arasında önemli bir örtüşme var ve bu daha da görünür olacak. Ancak bu durum, “süreci” özel olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın, genel olarak iktidar da bloğunun iktidarını bir dönem daha uzatmak için başlattıklarını ispatlamaya yetmiyor. Yeni Özgür Politika yazarı Zeki Akıl‘ın “…Önder Apo ile yürütülen görüşmelerin önemli bir kısmı Suriye eksenli geçiyor” ifadesinin de doğruladığı üzere, “süreç”in seyrinde bölgesel gelişmeler, daha doğru bir ifadeyle jeopolitik-ekonomi temel belirleyici. 

Özcesi, iktidar bloğunun, jeopolitik gelişmeler sonucunda başlatmak durumunda kaldığı; yayılmacı bir İslamcı–Türkçü ideoloji ile bezeyerek, bölgesel kaynaklardan pay alma temeline evriltmeye ve bu yolla iktisadi / siyasi krizini çözmeye dönük bir kaldıraç olarak işlevselleştirmeye çalıştığı bir süreçten bahsediyoruz.

Eleştirel akılla müdahil olmak  

Sosyalistlerin, soru işaretlerini ve eleştirelliklerini elbette koruyarak; iktidarın ‘çözüm’ ile kastettiğinin, toplumsal muhalefeti de ‘çözme’ süreci olduğunun ayırdında olarak bu sürece müdahilliği önemli. Bu, süreci tamamen kontrol etme gücü vermeyecekse de AKP’nin geçmişte Kürt şehirlerini emek-yoğun sektörler için ucuz işgücü cennetine çevirme girişimleri; ‘Sur’u Toledo yapmak’, ‘Türkiye’nin Çin’ini yaratmak’ gibi söylemleri akılda tutulduğunda, bu süreçte sosyalist siyasetin sesinin ve sözünün önemi tartışmasız. Bu sesin ve sözün, kendisini sosyalist olarak tanımlayan Kürt özgürlük hareketinin sesi ve sözüyle etkileşime girmesi de. Velev ki, Türkiye sosyalist hareketinin genelinden farklı bir sosyalizm tanımı yapıyor olsun. 

Bu, ulusal sorun ile sınıfsal sorun arasındaki ilişkiyi reddeden liberal kimlik politikalarıyla ve yayılmacı İslamcı–Türkçülükle ideolojik mücadele anlamına geleceği gibi, Suriye de dâhil olmak üzere bölge ölçeğinde sosyalist siyasetin imkânlarının tartışılmasının da zeminini oluşturacaktır. Bu tartışmaları, en geniş anlamda Kürdi siyaset içerisinde, tam da bu dönemlerde daha da görünür olması muhtemel liberal eğilimlere karşı yürütmek de elzem elbette.


Seçtiklerimiz: Tolda Tören – guzelgunlergorecegiz.net – 16.12.2025

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑