Kürt bölgesinin varisi kimdir? | Mehmed S. Kaya
Kemalist mirasla şekillenen Türk devlet aklı, Kürt halkına uygulanan baskı politikalarıyla modernlik iddiasını çelişkiye düşürüyor. Irkçılık, inkâr ve asimilasyonun yüz yılına ışık tutuluyor…
Türk televizyon kanallarındaki siyasi tartışmaları dinlediğinizde, İyi Parti, Zafer Partisi ve diğer bazı aşırı milliyetçi siyasetçilerin şu iddialarını duyarsınız: «Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk’ün tapusudur». Kürt toprakları üzerindeki kontrol örtük bir şekilde ele alınıyor; bu topraklar «ebedi Türk toprağı» olarak dile getiriliyor. Burada çok fazla ırkçı, kibrili Türk üstünlükçü bir söylem hakim.
Bunlar, Kürt bölgelerinin işgal altında olmadığını, tarihsel olarak Türkiye’nin meşru bir parçası olduğunu iddia ediyorlar. Bu aidiyetin hem yasal hem de Kürdler tarafından kabul edilebilir olduğu iddia ediliyor. Ancak bir işgalin meşruiyeti iki temel koşula dayanabilir: (1) işgalin uluslararası hukuka uygun olması veya (2) mevcut halk, yani Kürtler tarafından geniş çapta kabul görmesi.
Kürdistan’daki Türk devlet hegemonyası her iki meşruiyet kriterinden de yoksundur. Birincisi, Kürtler Lozan Antlaşması sırasında Mustafa Kemal ve İsmet İnönü tarafından ihanete uğradılar, Kürdler çeşitli entrikalarla, inanılmaz hile ve yöntemlerle aldatıldılar. Bu senaryonun baş mimarı Mustafa Kemal’di (1). İkincisi, Kürtlerin büyük çoğunluğu Kemal’in Kürtleri inkâr etmesini hiçbir zaman kabul etmedi ve hâlâ da etmiyor. Dolayısıyla Kürtler, Türk devlet hegemonyasına hiçbir zaman rıza göstermediler.
İşgal edilmiş topraklar işgalcilerin malı olabilir mi?
Uluslararası hukuka göre (Charter of the United Nations 1945/ Birleşmiş Milletler Şartı 1945) işgal geçici bir durumdur (2). Bir devletin, başka bir halkın iradesi dışında toprakları üzerinde denetim kurmasıdır. Bu, kalıcı bir sahiplik veya mülkiyet hakkı doğurmayan bir durumdur. İşgal, Kürtlerin rızası olmadan, Türk devletinin Kürt toprakları üzerinde hem yasal düzenlemeler hem de hegemonik kontrol ve mülkiyet dayatma açısından sınırsız bir kontrole sahip olmadığı anlamına gelir.
Ayrıca 1923’ten beri kullanılan resmî isim olan Türkiye, ülkenin çok etnikli yapısını yansıtmamaktadır. Türk devleti, Türk olmayan etnik gruplara karşı tarafsız bir kurumsal yapıya sahip değildir. Anadolu sadece Türklere ait değildir. Ne tarihte ne de bugün. Anadolu aynı zamanda Türk olmayan tüm etnik gruplara aittir. Türkiye’nin «Atatürk’ün varisi» olduğu iddia edilemez. Peki bu hakkı nereden alıyorlar?
İşgal zihniyeti
Çoğu Türk, diğer etnik gruplara liderlik etmeleri veya onları kontrol etmeleri gerektiğine inanıyor. Bu tutumu veya duruşu Mustafa Kemal’in Kürt bölgelerini işgaliyle ilişkilendirir ve Kürtler üzerinde güç ve kontrol uygulamasını ima eder. İşgal bağlamında zihniyet, işgalci gücün işgal edilen bölgeyle nasıl ilişki kurduğuyla ilgilidir; örneğin, yerel ve uluslararası hukuka saygı gösterip göstermediği veya yeni sistemler getirip halka baskı uygulayıp uygulamadığı gibi. Klasik işgalci güçlerin çoğu ilk sistemi seçerken, Mustafa Kemal ikincisini seçmiştir. Kemal, Kürtlerin varlığına yönelik sahte bir imaj yaratmasını emretti. Buna göre Kürtlerin ve diğer etnik grupların dillerini, kültürlerini, yaşam tarzlarını, kimliklerini, tarihlerini inkar veya terk edip Türklerin egemen değerlerine, normlarına ve geleneklerine göre yaşamalarını güç yoluyla dayattı. Kürtler varlıklarını inkar edeceklerdi.
Hem Kemal’in halefleri hem bugün ülkeyi yöneten İslamcılar da aynı zihniyetle davranmaya devam ettiler. İslamcılar, Kemal kadar katı totaliter olmamakla birlikte, Türk olmayanların dilini, kültürünü, yaşam biçimini ve tarihini değersiz görüyorlar. Kemal’in Kürtleri inkâr etme konsepti, ki hâlâ yürürlüktedir, Kürtlerin ve diğer Türk olmayan halkların kimlikleri nedeniyle ırkçı gerekçelerle baskıya, ayrımcılığa ve zulme tabi tutuluyorlar. Ve 21. yüzyılda Türkler hâlâ bu saçma zihniyetten kurtulamıyor.
Hem acımasızca davranmak hem modern olduğunu iddia etmek
Geçmişte işlenen suçlari, yapılan haksızlıkları, acıları, zulümleri konuşmadan, onları kınamadan adil bir gelecek inşa edemeyiz. Türkiye, suç işlemiş, uzun süredir yerli ve sömürgeci bir bakış açısı benimsemiş, birçok durumda Türk olmayan toprakları işgal etmiş, aynı zamanda kendini modern bir devlet olarak gören devletler kategorisinde görmek istiyor. Kürtler üzerinde acımasız ve çoğu durumda insanlık dışı bir baskı kuran Türk sömürgeciliğinin, kendi ırkçı düşüncesinden bir tür “medeniyetsizleşme” sağladığı ve bunu pekiştirdiği ortaya koydu. Devlet tarafından işlenen medeniyet dışı ve insanlık dışı suçların listesi uzundur. Ancak iki vaka vurgulayacağım: Birincisi Mardin’de Kürd köylülerine kendi dışkılarını yedirmek.
Bir diğeri ise Muş Vartini’de bir ailenin askerler tarafından yakılmasıydı. Hatırlatalım; Muş’un Korkut ilçesine bağlı Vartinis (Altınova) beldesinde 3 Ekim 1993’de, Öğüt ailesinin yaşadığı ev ateşe verildi. Aileyi kurtarmak için komşular yardıma koştu ancak askerler tarafından engellendiler. Olayda baba Nasır Öğüt, anne Eşref Öğüt, 7 çocuk ve hamile anneleri katledildi. Katledilen çocukların en küçüğü 2, en büyüğü 14 yaşındaydı. Emri veren dönemin Hasköy İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Bülent Karaoğlu tutuklanmadı ve gereken cezayı almadı. Ancak öldürenlere kahraman muamelesi yapıldı, ölenlere ise «terörist» denildi. O zaman şu soruyu sormak lazım: Gerçek teröristlik yapan kimdir ve kimler «bebek katili» olarak tanımlanmalıdır, eğer terör tanımını temel alırsak. Türkiye’de terör tanımının Batı’daki ve demokratik toplumlardaki tanımdan farklı olduğunu belirtmek gerekir. Türklerin terör tanımı, Rusya, Çin, İran, Mısır ve diğer totaliter ülkelerinkiyle aynıdır. Uydurma tanımlar ne zamana kadar çıkış yolu olabilir? Ve dahası da var.
En medeniyetsiz düşünce ve davranış sistemi
Medeniyetsiz bakış açısı, düşük düzeyde etik, maneviyat eksikliği, temel insan kurallarının ihlali, kendinden olmayan insanların varlığına saygısızlık, kabul edilemez davranışları tanımlar. Medeniyetsizlik aynı zamanda bir toplumun adaletsizlik, vahşet, empati ve merhamet eksikliği ile karakterize edilmesini de içerir. Evde kimin Kürtçe konuştuğunu kontrol etmek, medeniyetsiz bir toplumun ayırt edici özelliğidir. Bu ilkel davranış biçimi ilkokuldayken de vardı ve evde Zaza Kürtçesi konuştuğum için öğretmenlerim tarafından dövülenlerden biriydim. Bu, ait olduğum dilin değerini, anlamını ve bütünlüğünü hiçe sayan saygısız bir davranıştı.
Mustafa Kemal’in halefleri, hem benim kuşağımın hem de bizden önceki kuşakların evlerinde kendi anadillerini konuşmalarını acımasızca yasakladılar. Aşağılık muamelesi gördük; kendi anadilimizi konuşma hakkımızın elimizden alınması, özel hayatımızda da örf ve adetlerimize göre yaşayamayacağımıza zorlanmak ilkel ırkçılık ve medeniyetsizliğin bir ifadesiydi. En azından Batı medeniyetinden çok uzak.
Resmi ideolojinin (Kemalizm) ilkelerine sadık kalmazsanız dövülür, şiddete maruz kalır, okuldan atılırdınız ve anne babanız da öğretmen tarafından sorguya çekilirdi. Bu tür boyun eğdirme uygulamaların medeni toplumlarda yeri yoktur.
Kendi anadilini konuşma hakkından mahrum bırakılmak ne anlama gelir? Kim olduğunuzu, gerçek kimliğinizi ve buna saygı gösterilmeden nasıl sunabilirsiniz? Kendi dilinizi konuşamıyorsanız kendinizi özgür hissetmeniz mümkün mü? Anadiliniz olmadan kendi hayatınızı nasıl şekillendirebilirsiniz? Anadilinizde kendinizi ifade edemiyorsanız, hangi kimliğe sahip olduğunuzu nasıl söyleyebilirsiniz? Anadilinizi öğrenmenize izin verilmemesi, İngilizce bilmeden dışişleri bakanı olmak gibidir; ki bu dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan ve imkânsız olan bir şey.
Her fırsatta “Kürt kardeşlerimiz” diyen, aynı zamanda milyonlarca Kürt çocuğunun Türk çocuklarıyla eşit şartlarda anadillerini kullanma hakkına erişimini engelleyen bu baskıcı devleti nasıl ciddiye alabiliriz?
1923-2002 dönemi “ırkçı ve imha yüzyılı”ydı
1923-2002 dönemi, Kemalistlerin Türk ırkını ve Türkçülüğü üstün bir ırk ve ideoloji haline dönüştürme konusunda son derece çaba içinde oldukları bir dönemi karakterize etmektedir. Bunun için muazzam bir güç ve kaynak kullandılar. 2002’de İslamcılar iktidara geldi ve neyse ki bu korkunç Kemalizmi az da olsa dizginlediler. Zira 1923-2002 dönemi Kürtler açısından tarihin en zorlu yüzyılıydı. Kürtler açısından Kemalist dönemi “ırkçı ve imha yüzyılı” olarak algılamak daha doğaldır. Çünkü Kemalizm, özünde fetih, boyun eğdirme ve baskıya dayalı bir siyasi sistemdi. Bu nedenle, Mustafa Kemal ve halefleri, geçen yüzyıl boyunca Kürtlere eziyet eden ve baskı uygulayan bir diktatörlüktü. Bu dönem boyunca Türk sömürgeciliği ile ırkçılık arasındaki bağ açıktı; zira asıl amaç Kürtleri kendi topraklarından, kültürlerinden, dillerinden ve geleneklerinden kopararak Türk kültür ve kimliğini benimsemeye zorla asimile etmekti. Bilindiği gibi bu siyasal anlayışın başlıca mimarı Mustafa Kemal’dir.
Irkçı Kemalizm birçok bakımdan Nazizmden daha kötüydü ama Nazizmin gölgesinde kaldı
Nazizm ile Kemalizm arasında birçok temel benzerlikler mevcuttu; örneğin güçlü bir liderlik, baskı ve terör kültüne sahip tek partili diktatörlük, devletin halkın düşüncelerini ve değerlerini, eylemlerini kontrol etmek için devlet şiddetini kullanması, halkı rejimin çizgisini takip etmeye zorlamak ve muhalefeti ortadan kaldırmak için yeni ve “mükemmel” bir toplum yaratmayı amaçlayan kapsamlı bir ideoloji üzerine kurulu idi.
1940-1945 yılları arasında Nazi işgali altındaki Norveç tarihine bakıyorum. Nazilerin uygulamalarını inceliyorum. Naziler basın, radyo, sinema, tiyatro ve sanat gibi kültürel etkinliklere belli bir sansür uyguladılar. Ancak Kemalizm’in aksine, Norveç dili, kültürü, tarihi vesair Naziler tarafından hiçbir zaman yasaklanmadı. Aynı uygulama Danimarka’da da geçerliydi. Nazizmin Norveç ve Danimarka uygulamalarını Türkiye’nin Kürt bölgelerindeki uygulamasıyla karşılaştırdığımda, Kemalizmin Nazizmden daha vahşi, daha baskıcı, daha gaddar ve daha medeniyetsiz olduğu açıkça görülüyor.
Ancak Avrupa Holokaust araştırmalarının antisemitizme yoğunlaşması nedeniyle, Kürtlere ve Türk olmayan azınlıklara yönelik derin Kemalist ırkçılık kolayca gölgede bırakıldı. Türkiye’nin NATO üyesi olması da muhtemelen Kemalist ırkçılığına dikkat çekilmemesine katkıda bulunmuştur.
Kaynaklar:
- Ayşe Hür: 100 yıl önce Lozan’da, “Kürt Meselesi” nasıl ele alındı? AD 2023.
- Charter of the United Nations 1945.
Mehmed S. Kaya: Bingöl’ün Solhan ilçesinin Keşkon mezrası doğumludur. Norveç Inland Üniversitesi’nde sosyoloji profesörüdür. ‘The Zaza Kurds of Turkey’ kitabının yazarıdır.
18.10.2025