Kayyumlar ve yasaklarla barış gelmez | Hüseyin Şenol
Dilini, kimliğini ve inancını yok sayan bir devletten barış çıkmaz. Gerçek çözüm, halkların eşitliği ve yüzleşmeden geçiyor… Sömürgecilik yıkılmadan gerçek barış gelmez… Halkların özgür sesi Avrupa Demokrat Türkiye’de bir kez daha yasaklandı…
Avrupa Demokrat gazetesi bir kez daha devletin ve işbirlikçi sosyal medya tekellerinin sansür saldırısına uğradı. Gazetenin yayın kurulu tarafından yapılan açıklamada ayrıntılı biçimde anlatıldığı gibi, internet sitemiz kapatıldı, sosyal medya hesaplarımız ardı ardına yasaklandı. Facebook beş yıllık emeğimizi tek hamlede sildi, X (Twitter) ise Türk mahkemelerinin tehdidine boyun eğerek Türkiye’den erişimi engelledi. Bu tablo, devletin demokratik hak ve özgürlükleri yok sayan politikalarının bir uzantısıdır. Yalnızca bir gazeteyi değil, halkın haber alma hakkını hedef almaktadır. Çünkü, sosyalist devrimcilerin ve yurtseverin sansürsüz sesi olan Avrupa Demokrat, resmi ideolojinin çizdiği dar sınırları reddeden, Kürt sorunu başta olmak üzere halkların ve emekçilerin gerçeklerini dile getiren bir yayın çizgisini savunuyor.
Bu yazımda da sürece ilişkin eleştirel desteğimin sürdüğünün altını bizzat çekmek isterim. Yurtsever medya, eleştirilere yer vermemeye devam etse de, ben kendi eleştirilerimin yanı sıra farklı kesimlerden devrimci sosyalistlerin görüş ve eleştirilerine yer vereceğim. Çünkü gerçek bir tartışma, yalnızca resmi söyleme yaslanarak değil, farklı seslere kulak vererek yapılabilir. Avrupa Demokrat’ın hedef alınmasının bir nedeni de budur: Eleştiriyi susturmak, alternatif sesleri yok etmek.
Sansür ve barışın imkansızlığı
Bugün devletin yürüttüğü “süreç” tartışmalarıyla sansür politikaları aynı anda işliyor. Bir yandan barıştan söz ediliyor, öte yandan bu barışın konuşulacağı mecralar susturuluyor. Yasaklarla, kayyumlarla ve susturulan dillerle barış inşa edilemez. Zaten devletin amacı da gerçek bir barışın hiç olmaması. Avrupa Demokrat’ın hedef alınması bu açıdan manidardır: Çünkü hangi sözün tehlikeli bulunduğunu göstermektedir.
Sansür sadece internet erişim engelleriyle değil, mahkeme kararları, para cezaları ve toplumsal baskılarla da kendini gösteriyor. Gazetemiz, bu saldırılar karşısında boyun eğmeyecek; çünkü hakikati dile getirmek, halkın sesi olmak en temel sorumluluğumuzdur.
CHP’de görevden alma ve komisyonun çelişkisi
Amed Barosu, CHP İstanbul İl Başkanı ve yönetiminin görevden alınmasını “hukuksuzluk” olarak nitelendirdi. Bu karar, CHP’nin kurultayında seçilen organların iptaline zemin oluşturmak için alınmıştı. Yani iktidar muhalefeti de kendi yöntemleriyle dizayn ediyor.
Meclis’te kurulan “süreç komisyonu” kayyımcuları ve yasakçıları çağırıp, ne anlatacaklarını dinlemelidir. Ama onlar korkaktır ve maalesef komisyondaki bizimkiler de “ürkekler”. Sürekli yazdığım gibi, gibi, bu komisyondan umut çıkmaz. Çünkü Kürtçe’nin yasaklandığı, iradenin gasp edildiği yerde barıştan söz edilemez. CHP’ye yapılan müdahale ile komisyonun işleyişi aynı zihniyetin ürünü: İnkar ve gasptan başka bir şey değil.
Komisyon, gerçekten barış istiyorsa öncelikle Kürtçe’yi meşru bir dil olarak kabul etmek, halk iradesine kayyum atamalarını durdurmak zorundadır. Bunlar yapılmadığı sürece komisyon toplantılarının adı olsa olsa “tırışkadan nağmeler komisyonu” olur.
Türkiye, Rojava ve faşist Bahçeli
Pervin Buldan’ın aktardığına göre Abdullah Öcalan, İmralı görüşmesinde “Rojava kırmızı çizgimdir” dedi. Buldan, verdiği demeçlerde vurgulandığı gibi, Öcalan Rojava’ya operasyonun Kürt halkı için yıkım olacağını söyledi.
Buna rağmen faşist Bahçeli saldırı tehditleri savurmaya devam ediyor. Erdoğan da Şam yönetiminin yanında olduklarını her fırsatta belirtiyor. Bahçeli, Suriye’nin yeniden yapılanması sürecinde 10 Mart’ta QSD ve Suriye Geçiş Hükümeti arasında yapılan mutabakata uyulmaması halinde Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırı olacağı tehdidinde bulunuyor.
Mazlum Abdi’nin sözleri bu tartışmanın yönünü gösteriyor: Abdi’nin belirttiği gibi, “Suriye artık 2011 öncesi olmayacak.” Yani halkların iradesi olmadan kalıcı çözüm olmayacak. Rojava bugün sadece Kürtler için değil, tüm Ortadoğu halkları için bir umut alanıdır. Oradaki demokratik deneyim, Türkiye’deki iktidarın en çok korktuğu şeydir. Çünkü halkların kendi kendini yönetmesi, sömürgeci zihniyetin sonunu getirebilir.
Kürtler, Öcalan ve liderlik tartışması
Mehmed S. Kaya, yazısında Kürt hareketinde liderlik krizinden söz ediyor. Öcalan’ın son çağrısının umut yerine hayal kırıklığı yarattığını yazıyor. Bu eleştiriler dikkate alınmalı, ama mesele yalnızca PKK’nin değil; bütün bir halkın özgürlük ve eşitlik talebidir.
Kürt halkı 40 yılı aşkın süredir ağır bedeller ödedi. Bugün liderlik tartışmaları yürütülürken halkın iradesinin ne istediği esas alınmalı. Öcalan’ın rolü elbette belirleyici, ancak halkın kendi örgütlü gücü de hesaba katılmalıdır.
“Kürt ve Alevi Komisyonu” değil, “barış süreci”
Komisyona, oranın bir Kürt–Alevi görünümü ortamı olmasına izin verilmemeli. Bu yaklaşım durumu bulanıklaştırır ve içinden çıkılmaz hale getirir. Son günlerde yaratılmak istenen bu ortam, bilinçli bir yöntemdir. Sorun, “Kürt + Alevi sorunu” değildir. Sorun, “Kürt + çok sorundur.”
Kürt + Alevi demek baştan yanlış… Peki Ermeni, Ezidi, ateist, Laz, Süryani, Çerkes, Arap ve diğer inanç ve milliyetler ne olacak? Eğer gerçekten Alevi sorununu çözme iradesi olsa, buna bir nebze evet denebilir. Ama amaç bu değil. Amaç meseleyi bulanıklaştırmak, bir pundunu yakalayıp süreci sonlandırmak. Sonunda da suçu Kürtlere ve Alevilere yıkmak. Sömürgeci devlete göre “asıl çıbanbaşı” bunlardır çünkü.
Meseleleri “Kürt eşittir Alevi” ya da “Alevi eşittir Kürt” gibi göstermeye devam etmek, hem tarihe hem bugüne haksızlıktır. Bu algı, devletin yıllardır uyguladığı “böl ve yönet” siyasetinin güncellenmiş bir biçimidir. Böylece Kürt halkının özgürlük talebi bir mezhep meselesine indirgenir, Alevilerin hak mücadelesi ise etnik bir gölgenin içine hapsedilir.
Gerçek şudur: Kürtler arasında Sünni de vardır, Alevi de vardır; Aleviler arasında Türk de vardır, Arap da vardır, Kürt de vardır. İki halkı birbirine indirgemek, hem Kürtlerin hem Alevilerin çoğulluğunu yok saymaktır. Bu yaklaşım ne demokratiktir ne de çözüm üretir.
O yüzden mesele, “Kürt + Alevi sorunu” değil, halkların eşitliği ve özgürlüğü sorunudur. Dilin, kimliğin ve inancın özgürce yaşanabilmesi sorunudur. Bu yüzden bu indirgemeci ve manipülatif tuzağa düşülmemeli, gerçek sorun çok daha geniş bir çerçevede görülmelidir.
Baroların tepkisi ve inkarcı zihniyetin devamı
İstanbul Barosu komisyona katılmayı reddetti. Nedeni, kendisine sadece bir gün önce telefonla haber verilmesi; ve bu durum, komisyonun ciddiyetsizliğini ortaya koydu. Arif Çelebi’nin yazısında dediği gibi, Diyarbakır 5 No’lu’dan bugüne değişmeyen şey inkarcı zihniyettir. Annelerin Kürtçe konuşmasına izin verilmemesi bunun en açık göstergesidir.
Remzi Kartal da verdiği demeçte Hakan Fidan’ın Rojava politikasını tehlikeli buldu. Bu politikanın Kürt halkına düşmanlık olduğunu söyledi.
İnkarcı zihniyet sadece komisyonlarda değil, yargıda, eğitimde ve basında da kendini gösteriyor. Dilini kabul etmeyen bir devletin barıştan söz etmesi sahtekârlıktır.
İktidar ve muhalefet aynı çizgide
AKP, MHP ve CHP’nin çizgisi birbirinden farklı değil. Malazgirt’ten Sakarya’ya uzanan resmi ideolojiyi paylaşıyorlar. DEM’li Sezai Temelli’nin “Malazgirt kardeşlik kapısıdır” sözü ise bu tabloyu daha da bulanıklaştırıyor.
Malazgirt işgalin kapısıdır. Ayşe Hür’ün de belirtildiği gibi, o kapının ardında yaşayan halkların kaderi katliam ve sürgün oldu. Avrupa Demokrat, tarihle yüzleşmenin önemini bu nedenle sürekli gündeme taşıyor.
Malazgirt’i kardeşliğin simgesi göstermek, katliamlarla dolu tarihi görmezden gelmektir. Bin yıllık kardeşlikten bahsedenler, aynı dönemde yaşanan yüzlerce isyanı, bastırılan halkları, sürülen toplulukları neden hatırlamaz?
Demokratikleşmenin yolu yüzleşmeden geçer
Şanar Yurdatapan’ın da özellikle altını çizdiği gibi, Türkiye demokratikleşmek istiyorsa önce tarihsel suçlarla yüzleşmeli. Ermeni Soykırımı, Kürtlere yönelik asimilasyon ve zulümle hesaplaşılmadan demokrasi olmaz.
Halil Gündoğan’ın yazısında ise bugünkü “süreç”in muğlaklığı tarif ediliyor: Hilkat garibesi bir muamma. İktidar “terörsüz Türkiye” derken, Kürt hareketi “demokratik toplum inşası”ndan bahsediyor. Ama halka şeffaf bir yol haritası sunulmuyor.
Bu eleştirilerin çeşitli mecralarda yer bulması çok değerli; Çünkü yurtsever basın bile farklı seslere yer vermekten kaçınıyor. Gerçek demokrasi, yalnızca seçim yapmakla değil, halkların eşit yurttaşlık hakkını tanımakla mümkündür.
Sömürgecilik yıkılmadan barış olmaz
Bugün Erdoğan ile Bahçeli arasındaki kriz, yeni darbe senaryolarını bile gündeme getirebilir. Faşist Erdoğan, şimdi de ortağı faşist Bahçeli’den kurtulmak için yeni bir “15 Temmuz Darbesi” yapar mı?
Devlet farklı, iktidar farklı ve ancak iktidarın değişmesi tek başına yetmez. Suça ortak olmuş tüm dönemlerin asker, polis, korocu, bürokrat ve siyasetçilerin yargılanması gerekir.
Altını sürekli çizdiğim gibi; gerçek barış yüzleşmeden ve sömürgeci zihniyetin yıkılmasından geçer. Sosyal ve demokratik bir cumhuriyet için hesaplaşma kaçınılmazdır…
Hüseyin Şenol – 04.09.2025

























































