Makaleler

Published on Ağustos 16th, 2024

0

Kadına dair dün, bugün ve feminizm | Gül Güzel


Feminizmin temel amacı; kadın ve erkek arasındaki toplumsal eşitsizliğin süregelmesinden dolayı, kadının toplumdaki yerinin iyileştirilmesi ve toplumda gerçek bir eşitlik durumunun sağlanmasıdır…

Kadının kadına dair yazması oldukça anlamlı ve de gerekli. Biliyoruz ki bir kadın öldüğünde, tüm kadınlar ölür. Kendi can verdiğinde, yeniden doğuşunu hatırlatır kadın herkese. Kapatıldıkları farklı manidar ortamlardan çıkan özgür kadınlar, artlarında birer dünya bıraktıklarının farkındadır. Çünkü kadın her adımında yeni bir dünya doğurur hiçbir şey kolay olmasa da. Aynı her çocuğun doğarken, anasını acıta acıta, kanata kanata doğması gibi. Kadınların doğurdukları, sevdikleri, tutundukları, avundukları, büyütüp çoğalttığı çocuklarıyız hep. Kısacası, her çağın tanrıçası ve zılgıtlarımızla DAİŞ çetelerinin ölürcesine korkulu rüyasıyız biz kadınlar…

Verilen bütün mücadeleye rağmen, kadın haklarında korkunç derecede gerileme var! Kadın erkek eşitliğinin son yıllarda kapitalist moderniteye kurban edildiği yapılan araştırmalarla tespit edilmiş durumda. Dünya ticaret formunun yaptığı araştırmaya göre, bu yıl 2008 yılından beri kazanılan kadın haklarının en geriye düşüş yılı olmuş. Yüzde 59 civarında kötüleşen kadın haklarından dolayı, kadınlar erkeklerden daha az kazanıyor, siyasi ortamda erkekten geri planda kalıyor, idarecilik ve memurluk alanlarında geri pozisyondalar. WEF (Dünya Ticaret Forumu) tarafından yapılan açıklamaya göre, erkek-kadın haklarının eşitliği için yapılacak mücadelenin daha 170 yıl süreceği düşünülüyor.

Feminizm ve Avrupa

Bilindiği gibi, Avrupa ülkelerinde de 20-30 yıl önce dahi, “ben feministim” diyen kadınlara karşı kin ve nefret duyguları yalnız erkek cinsiyle sınırlı kalmıyordu. Feminizm ideolojisini özellikle Avrupalılar hâlâ çok zor anlayıp, kısmen kabul etmeye çalışıyor. Feminizm, lezbiyenlik / eşcinsellik olarak anlaşıldığı için itici bulunuyor. O yüzden, bu konuda bir hayli zorluk yaşandı ve de yaşanıyor. Halbuki, adaletli yaşam kadınsız olmayacağı gibi hak, adalet iradesini oluşturan, erke karşı doğru ve ilkeli mücadele kaynağını yine kadının eşitlik ilkesi yani feminizm oluşturuyor. 

Feminizm konusu, çoğu toplumlar tarafından yeterince anlaşılıp, benimsenerek, kabullenmemiştir. Feminizm mücadelesi, kadın haklarını tanıyarak, bu hakların korunması amacıyla, eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik muhtelif ideolojiler, toplumsal hareketler ve kitle örgütlerinden oluşur. Doğrudan kadınları ve dolaylı olarak kültürümüzü ilgilendiren konularda da bilinç uyandırır. Feminizmin temel prensipleri eğitim, iş, çocuk bakımı gibi konularda eşit haklara sahip olmaktan, yasal kürtaj hakkından, kadın sağlığı konusunda ilerlemelere, tacizin ve tecavüzün engellenmesinden lezbiyen haklarına kadar uzanır. Kadınların hakları ve ilgi alanlarını konu alan heterojen konseptin belirleyicisi de yine kadındır. Feminizmin temel amacı; kadın ve erkek arasındaki toplumsal eşitsizliğin süregelmesinden dolayı, kadının toplumdaki yerinin iyileştirilmesi ve toplumda gerçek bir eşitlik durumunun sağlanmasıdır. “Feminizm” kavramı, Latince “femina” ve onun Fransızca türevi olan “féminisme” kelimesinden gelir. Feminist teori, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin doğasını anlamayı amaçlar ve toplumsal cinsiyet politikaları, iktidar ilişkileri ile cinsellik üzerine odaklaşır. Feminist hareket içinde kadın ve erkeğin eşitliğini savunan gruplar olduğu gibi, kadının biyolojik ve duygusal olarak erkeğe üstün ve erkeğin “tamamlanmamış kadın” olduğunu savunan daha radikal gruplar da vardır.

Kadın ile erkeğin eşit işte, eşit ücret alması hâlâ oldukça çelişkili ve Avrupa ülkelerinde de uygulanmayan bir durum. Mühendis, mimar, avukat ve benzeri meslekleri icra eden kadınlar, erkek meslektaşlarından %20-23 oranında daha az ücret alıyorlar. Siyasi partilerde de yine durum aynı benzerlikte. Kadın oranı parti yönetimlerinde hemen hemen %20 ile sınırlı kalıyor; son aylarda Avrupa’nın en gelişmiş ülkesi olan Alman Hristiyan Demokrat Parti’si (CDU) gibileri 2025 yılına kadar partilerinde kadın kotasını %50 oranına çıkarma hedefini gösterseler de. Yani Batı modernitesi diye 21.yy’da da cinsler arası eşitsizlik büyük bir sorun olarak yerini koruyor. Bazı eril düşünceli erkekler ise %50 kadın kotasına karşın, “O zaman bu kadın kotası çöp toplama, kanal, inşaat ve benzeri iş yerlerinde de uygulansın” gibi gereksiz söylemlerle kadın düşmanlığına soyunmakta geri kalmıyorlar. Avrupa’da durum böyleyken, Asya kıtası da zaten hâlâ kadının araba kullanıp kullanmamasını tartışıyor. Bu da yetmiyormuş gibi, iş yerlerinde kadın ve erkeklerin birbirini görememesi için yüksek bölmelerin yapılması, kadınların yürüme yollarının ayrılması, yanında bir erkek olmadan kadının sokağa çıkmaması, kendisini tecavüzden korumak için erkeğe imkân vermediğinden dolayı asılması, hicab giymeden evden çıktığı için cezalandırılması, futbol maçlarına katılamaması, çok eşliliğe boyun eğmesi, aile tarafından namusumuzu kirletti denilerek ölümle cezalandırılması, kız çocuklarının sünnet edilmesi ve benzeri şekilde liste günümüzde de hâlâ uzayabiliyor. O zaman modern ve çağdaşlık sadece erkek cinsine mi dair ve ona mı hizmet ediyor, yoksa kadın cinsi olarak bazı şeyleri alışkanlıktan mı göremiyoruz?..

Yukarıda gösterilen bütün örneklere rağmen günümüzde gelinen aşamada, kadın örgütlenmesi ve eşitlik mücadelesi daha iyi bir seviyede. Ancak bütün feminist düşünce ve mücadelesinin yaşama uygulanması için çizilmiş sınırların ötesinde anlaşılması gerekiyor. Kadın örgütlerinin, atom silahlarına karşı verdiği mücadele gibi. Feminizm anlayışı da hâlâ toplumlar ve ülkeler arası birlikte mücadele, örgütlenme ve çalışmaların evrensel boyuta taşınıp, anlaşılmasını bekliyor.

            Her kadın doğuştan kadın mıdır diye kendimize sorduğumuzda, bu fikri farklı düşünenlerimiz muhakkak olacaktır. Her kadın anne olsa da kadın olma farkındalığı, düşünce ve yapısında olmayabiliyor. Yakın tarihte bunun en belirgin örneklerini Margaret Thatcher, Tansu Çiller olarak gösterebiliriz. Yani sadece kadın cinsi, kadın olmak anlamına gelmiyor. Bunun tersine Arjantin’in Plaza de Mayo meydanındaki beyaz tülbentli analar ile  Emine Ocak, Berfo Ana, Güzel Ana gibi ömürlerini Cumartesi eylemlerinde bitirenlerin kadın yüreği ve duruşu gerçek kadın olma örneğini teşkil ediyor. Bu iki örnek de gösteriyor ki karanlığın içinde adalet arayanlarla, aydınlığı adaletsiz karanlığa çevirenler de yine kadın. Bu yüzden, ana gibi adaletli olmak için kadın cinsi veya anne olmak yetmiyor. Kadının yüreğinin hem kendi cinsi hem çocukları hem de doğa için adaletli ve eşitlikçi olması gerekiyor. Yakın sürece bu kadar gül / taş atıktan sonra bir de tarihe bir ayna tutmak gerekir diyorum ve kadın ile Neolitik çağa dair biraz gezinelim istiyorum… 

Kadın – Neolitik çağ ve…

Bahsedeceğim kadına dair tarihin Sümerlerle başladığı söylenir, aynı insanlığın ilk yazılı tarihinin Sümerlerle başlamış olduğu gibi. Bu süreci insanlığın, dahası kadın olmanın en büyük, ihtişamlı, görkemli devrimi olarak tanımlayanlar da var. Çünkü burada dil ve yerleşik yaşam kültürü olan tarımın, hayvanın evcilleştirilmesi, tekniğin icadı ve insan türünün sosyal varlık olma farkındalığının gelişmesi (anaç kültürü) Neolitik toplum gerçekliğine tekabül eder.

Sümer Neolitik toplum uygarlık kültürü, günümüz uygarlığının ilk minyatür modeli olup, insanlığın aynı zamanda ilk devlet modelini de oluşturmaktadır. Kadının bütün yetkilerinin elinden alındığı Sümer devlet modeli, birçok yönüyle mutasyonlara uğratılarak, günümüzde de yeni bir sistem diye sunulmaya çalışılmaktadır. 6.500 yıl öncesine tekabül eden Sümer rahip devleti, Neolitik kadın kültürü, kadın etrafında oluşan birikim, beceri, doğurganlığı, yaratıcılığı ve gelişmeleri üzerinden temelleri atılarak inşa edilmiştir.

İnsanlığın temel çelişkisi

İnsanlığın ilk ve en temel çelişkisi ise, kadın ile erkek arasında yaşanan iktidar için yönetim gücü olma kavgası ve bu yüzden çıkan çatışmalardan ortaya çıkmaktadır. Sümer Rahip devletinin, kadını ilk etapta egemenlik alanı olarak benimsemesi, kendini kurumlaştırmış eril erkek karakterli devletin oluşumu, günümüze kadar hükmünü sürdürmektedir. Sümer Rahip devleti döneminde de kadının neolitik dönemdeki kazanımı yok edilmiştir. Zaten adı üzerinde “Rahip devleti”. Devlet aygıtı her şeyden önce sınıf ayrımcılığı ve sömürüsü üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla, kandın-erkek ayrımcılığı temelinde inşa edilmiştir. Bu demektir ki, kadın emeği giderek daha fazla sömürülüyor; erkek egemen hayat tarzı ilerleme gösterirken, kadınların hakları ya gasp yahut da inkâr ediliyor. Halbuki cinsler arası roller doğasında vardır. Mesela erkeklerin çocuk doğuramaması gibi. Onun için erkeğin sözlere yansımayan ama kadından korkması çok renklidir. O yüzdendir ki, kadınlar, kadın hakları ve eşitliği için mücadele etmekten korkmuyor ama erkek cinsi, kadın cinsi üzerindeki hakimiyetini kaybetmekten korkup, hırçınlaşıyor. Bu yüzden gücünden düşürülen kadın ise, devletin egemenlik alanı olmaktan kurtulmuyor. Köleliğin geliştirilmesiyle kadın güçsüz, itaatkâr bir cins haline getirildi. Köleci toplum düzeninin inşa ve gelişimini uygulayan sömürü sistemi oluşturuldu. Bu yöntemler çerçevesinde yapılan savaş ve talanlarda en büyük mağdur yine kadın ve çocuklar oldu. Bu durum, 21.yüzyılda da insanlığın en büyük trajedisi olmaya devam ediyor!

Günümüzde de hâlâ toplumun her kesiminde devleti temsil eden erkek cinsidir. Aile içinde erkek, devletin toplum içindeki minyatür şeklidir. Kadının sistemli mağduriyeti, sömürülmesi, psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalması bundandır.

Kadın – Erkek – Devlet !!!

Kadın erkeği, erkek devletini ne kadar memnun ediyor ve itaatkâr oluyorsa; düzen ve sistem kendini o kadar iyi sağlamlaştırmış (tahkim etmiş) oluyor. En modern olduğunu iddia eden devlet yönetimleri dahi günümüzde bundan besleniyor. Feodal toplum geleneği ve farklı dini kurallar da yine günümüzde kadını en çok mağdur eden nedenlerdir. Örneğin, yakın zaman evliliklerine bir ayna tutarsak; eski evliliklerin çoğunun uzun sürmesi, çiftlerin uyumundan değil, kadının çaresizliği nedeniyledir. “Bir yastıkta kırk yıl” gibi romantik bir yanı yoktur aslında. Evliliğini bitiremeyen, dört duvar arasına sıkışmış kadının çaresizliğinden ibarettir. Hâlâ hiçbir eğitim verilmeden, çocuk denecek yaşta evlendirilmiş, çoluk çocuğa karışmış kadınlar, feodal toplum tutumlarından dolayı aile evine dönemiyor. Mesleği ve geliri olmayan kadınların bu çaresizliği de bir nevi köleliktir.

Bir kez olsun sevgiyle dokunulmamış, güzel söz işitmemiş, kadın olduğunu hissedememiş, beğenilmemiş, saçı okşanmamış, kendisi için biraz bile yaşamamış annelerimizin tükenip giden hayatlarının çaresizliğinin nedeni bu evliliklerdir. Kadının hiç mutlu olmadığı bir evlilikte üstelik sevmediği bir erkekle evli kalması için, “İçkisi yok, kumarı yok, evine bağlı” sözleriyle ikna edilir. Yani sadece çift olmanın bundan ibaret olduğu düşünülen evlilikler. Halbuki şu çok iyi bilinen bir gerçektir; evlilikle oluşan aile kurumu kutsal değildir, kutsal olan insanın eşitçe, insanca yaşama hakkıdır. Cehaletten kaynaklı cinsler arası eşitsiz hak ihlalleri, insanlığın en büyük düşmanıdır.

Toplumsal mücadelelerin ve devrimlerin kahramanı kadının, özgünlüğünü ve özgürlüğünü esas almayan hiçbir toplumsal mücadele ve devrimsel gelişim kalıcı olamayacağı gibi, karşıt mücadele etmiş olduğu güce dönüşmekten, benzemekten ve ona hizmet etmekten de kendini kurtaramaz. İnsanlığın yeni paradigması; ekolojik, demokratik hakların ve kadın özgürlüğünün gelişimine bağlıdır. Neolitik kadın komünal toplumun tüm renklerini, zenginliklerini ve özgürlüklerini temel alıp modern bir toplum inşa etmek, insanlığın tek seçeneğidir. Bunu da kadın, onurlu özgürlük mücadelesi ile gerçekleştirecektir.

O zaman, haydi hep beraber onurlu özgürlük mücadelesini evrensel boyutlarda geliştirmek için Jin Jiyan Azadi iradesi etrafında örgütlenmeye!


Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 16.08.2024

Tags: ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑