Makaleler

Published on Ağustos 21st, 2025

0

İktidarın ‘süreç’te Rojava ve komisyon hesabı | Yusuf Karadaş


‘Süreç’ler değişse de iktidarın hesapları değişmiyor.

Erdoğan, ‘çözüm süreci’ni (2013-2015) ‘başkanlık rejimi’ kurmanın bir dayanağına dönüştürmek istiyor, bu amaçla İmralı’da Öcalan ile sürdürülen görüşmelerde bu yönlü pazarlıklar yapıyordu. Ancak Rojava’da PYD öncülüğünde kurulan özerk yönetim bu hesabı bozuyordu. O dönem Erdoğan’ın ‘başdanışmanlığını’ yapan Yalçın Akdoğan bu gerçeği “PYD’nin Suriye’de yaşanan kaosu fırsat bilerek yakın zamanda bir statü elde edeceği tahayyülü, Türkiye’deki demokratik reformları küçümseyen bir tatminsizlik ve şımarıklık üretiyor” sözleriyle ortaya koyuyordu. Başka bir deyişle iktidarın hedefine ulaşabilmesi için Rojava engelinin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bunun için IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) devreye sokulmuş ama IŞİD’in Kobanê kuşatması başarısız olunca çözüm süreci sona erdirilmişti.

Şimdi de Erdoğan-Bahçeli iktidar bloku, “Terörsüz Türkiye” adını verdikleri son süreci içeride Erdoğan’ın başkanlığını kalıcı hale getirmenin ve faşist bir rejim kurmanın (yeni anayasa yapmanın) dayanağı haline getirmek istiyor. İç siyaseti bu amaç doğrultusunda dizayn etmek için bir yandan ana muhalefet partisi CHP’ye yönelik siyasi operasyonlar devam ettiriliyor ve öte yandan da TBMM’de kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” üzerinden Kürt sorununda demokratik-barışçıl çözüm beklentisi yaratılmaya çalışılıyor.

Ancak bu kez de Suriye’de başa geçirilen HTŞ’ye (Heyet tahrir eş Şam) karşı SDG’nin (Suriye Demokratik Güçleri) ortaya koyduğu demokratik inşaya ve ademi merkeziyetçiliğe dayalı politik tutum bu hesabı fazlasıyla zorlaştırıyor. Bu nedenle geçmiş süreçte Yalçın Akdoğan’ın üstlendiği rolü üstlenen Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, SDG’yi “oyunbozanlık yapmak”la suçluyor ve “uyarıyorum” diyerek tehdit ediyor. Fidan’a göre SDG’nin oyunbozanlık yapmaması için kendini dağıtması ve HTŞ’nin cihatçı gruplardan devşirdiği yeni Suriye ordusuna katılması gerekiyor. Başka bir deyişle Fidan, SDG ve Kürtlere statüsüzlüğü; Alevilere ve Dürzilere yönelik katliamlarıyla geçmişten çok da farklı olmadığını gösteren HTŞ’ye teslimiyeti dayatıyor.

Fidan’ın açıklamaları sadece Erdoğan iktidarının Suriye’deki rejim değişikliğinden bu yana sürdürdüğü politikayı daha görünür hale getirmiyor, aynı zamanda bundan sonra olabilecekler konusunda da fikir veriyor.

Erdoğan iktidarı, Suriye’deki rejim değişikliğinin ardından SMO (Suriye Milli Ordusu) saldırıları üzerinden Rojava’yı hedefe koysa da hem Öcalan’la başlatılan sürecin devam ettirilebilmesi ve hem de Suriye’de yönetimi ele geçiren HTŞ’ye güç ve meşruiyet kazandırılabilmesi için bu politikadan geri adım atmak zorunda kalmıştı.

Suriye’deki geçici yönetimin başındaki HTŞ lideri Colani geçtiğimiz günlerde SDG ile 10 Mart’ta imzaladıkları anlaşmanın ABD ve Türkiye tarafından desteklendiğini açıklamıştı. Erdoğan iktidarının bir çerçeve anlaşması olarak değerlendirilebilecek 10 Mart anlaşmasını desteklemesinin arkasında HTŞ yönetimine zaman kazandırmak ve SDG’yi tasfiyeye zorlayacak koşulları oluşturmak hesabı bulunuyordu. Çünkü 10 Mart anlaşması her ne kadar SDG’nin yeni Suriye yönetimine entegre edilmesini içerse de bunun hangi koşullarda ve nasıl gerçekleşeceği komisyonların yapacağı görüşmelere bırakılmıştı.

HTŞ yönetimi ve Erdoğan iktidarı için entegrasyon SDG’nin tasfiye edilmesi, SDG için de kendi varlığını koruyacağı ve yerelin özerkliğine dayalı bir sistemin kurulması anlamına geliyor. Geçtiğimiz günlerde Haseke’de Rojava özerk yönetiminin öncülüğünde Kürt, Arap, Süryani, Ermeni ve Türkmen temsilcilerin katılımıyla gerçekleştirilen ‘Ortak Tutum Konferansı’nın ardından HTŞ’nin Paris’te özerk yönetimle yapılması planlanan görüşmelerden çekilmesi durumu yeterince açıklıyor.

Bu gelişmeleri Fidan’ın SDG’yi tehdit etmesi ve Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ile HTŞ yönetiminin Savunma Bakanı Ebu Kasra arasında savunma ve güvenlik alanında iş birliği kapsamında “Ortak Eğitim ve Danışmanlık Mutabakat Muhtırası”nın imzalanması takip etti. Erdoğan iktidarı, HTŞ yönetiminin yeni Suriye ordusunu eğitip donatarak SDG’ye boyun eğdirmeyi amaçlıyor.

Erdoğan iktidarı, 10 Mart anlaşmasını destekleyerek nasıl SDG’nin tasfiyesi için HTŞ’ye güç ve zaman kazandırmaya çalıştıysa mecliste kurulan komisyonu da iç siyasetin dizaynı bakımından aynı biçimde kullanmak istiyor. Meclis başkanı ve iktidar temsilcileri komisyonda ‘pozitif’ bir hava yaratarak demokrasi ve barış beklentisini canlı tutmaya çalışıyor ama öte yandan CHP’ye ve muhalif güçlere yönelik siyasi operasyonlar aralıksız devam ediyor. Sadece ana muhalefet partisine yargı eliyle yapılan siyasi operasyonlar bile iktidarın bu süreçte demokratik çözümü aklının ucundan bile geçirmediğini anlamak/görmek için yeter de artar. Dahası Demirtaş, Kavala ve Atalay hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması için herhalde komisyon kararı gerekmiyor! Aksine iktidar, demokratikleşme yönünde atacağı her adımın kendini sonuna daha fazla yaklaştıracağını biliyor ve bu nedenle bu süreci muhalefetsiz ve seçimsiz bir faşist rejim inşasına götürmek istiyor.

Bu politikanın bölgesel hedeflerinin başında Türk, Kürt, Arap ittifakı adı altında Türk burjuvazisinin en gerici kesimlerinin yayılmacı emelleri doğrultusunda dün BOP’ta (Büyük Ortadoğu Projesi) üstlenilen ABD emperyalizminin taşeronluğu rolünün yeni koşullara uyarlanması yer alıyor.

Sonuç olarak; Erdoğan’ın saray yönetimi bir demokrasi sorunu olan Kürt sorununda yürütülen süreci dün olduğu gibi bugün de gerici siyasi emelleri ve kader birliği yaptığı tekelci burjuva gericiliğin çıkarları doğrultusunda araçsallaştırmak istiyor. Ancak Öcalan ile sürdürülen görüşmeler ve mecliste kurulan komisyon üzerinden bu süreci kendi kontrolünde götürebilmesi için bugün de SDG ve Rojava engelini ortadan kaldırmaya ihtiyaç duyuyor. Son dönemde Rojava ve SDG’ye karşı savaş tamtamlarının yeniden çalınmaya başlamasının arkasında bu gerçek bulunuyor.

Erdoğan iktidarının içeride CHP ve muhalif güçlere operasyonlar ve dışarıda Rojava’ya savaş tehdidi, bu politikaya karşı nasıl bir tutum alınması gerektiği sorusunun yanıtını da veriyor: İktidarın hesaplarının boşa çıkartılması; ülkede demokrasi ve bölgede barış için en geniş demokrasi güçlerinin birliği ve ortak mücadelesini sağlamak gerekiyor.


Seçtiklerimiz: Yusuf Karadaş – Evrensel – 20.08.2025


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑