Hakan Fidan ve Numan Kurtulmuş bu sürecin normlarına dahildir | Fatih Polat
Hakan Fidan’ın, Türkiye’nin ‘Suriye Valisi’ edasıyla Colani’ye ‘kardeş’ muamelesi yaparken, Kürtlerin omurgasını oluşturduğu SDG’yi tehdit dozlu ifadelerle hedef alan söylemleri siyasetin önemli gündemleri arasında. Buna şimdi bir de, Mecliste oluşturulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na başkanlık yapan Numan Kurtulmuş’un komisyonda Barış Annelerini temsilen dinlenen Nezahat Teke’nin kendisini ana dili olan Kürtçe ifade etme talebini, “Burada bir şey yaparken başka bir şeyi yıkmayalım” sözleriyle Meclis kurallarını hatırlatarak reddetmesi eklendi.
Barış Vakfının, Numan Kurtulmuş’un bu tavrına karşı yaptığı yazılı açıklamadaki vurguları son derece yerindedir: “Unutmayalım ki ana dil yalnızca temel bir insan hakkı değil, aynı zamanda Kürt sorununun çözümünde merkezi bir unsurdur. Bu hakkın tam da barış görüşmelerinin yapıldığı bir oturumda engellenmesi, barış sürecine duyulan güveni zedeleyebilecek niteliktedir. 2013 yılından itibaren mahkemelerde kullanılan temel bir insan hakkı, Meclis komisyonunda engellenmiş oldu.”
Aynı şekilde Hakan Fidan da, yaptığı çıkışlar nedeniyle hem siyasetçiler tarafından hem de süreci takip eden akademisyenlerin de aralarında olduğu çevrelerce eleştirildi.
Ancak tüm bu gelişmeler, Hakan Fidan ve Numan Kurtulmuş’u tıkır tıkır yürümesi beklenen bir sürecin ‘norm dışı’ figürleri yapmıyor. Türkiye’de Kürt meselesine dair Cumhuriyet dönemi öncesi ve sonrasından tüm süreçlerde devletin geleneksel tavrı ‘kontrol altında tutma’ ve esnemeye mecbur kaldığı süreçlerde de bunu en alt düzeyde yapma biçiminde olmuştur. Hatta şu anda Mecliste oluşturulan komisyondaki siyasi temsil düzeyinin bu süreci muhalefetin pozitif duruşu bağlamında görece daha farklı kıldığı bile söylenebilir. Devlet açısından ise, durum aşağı yukarı benzerdir. Devlet bürokrasisi içinde Kürt meselesine yaklaşımda ‘şahin’ ve ‘liberal’ duruşlarıyla ayrışan isimler olmuştur. Ancak Hakan Fidan ve Numan Kurtulmuş’un tavırlarının şahsi özellikleriyle açıklanması bu süreci doğru okuyamamak anlamına gelir. Kuşkusuz her iki ismin şahsi tutum ve duruşları da yaptıklarına içkindir ancak İmralı’da yapılan görüşmelerde karşılıklı zikredilenlerden, sürecin şu ana kadarki ritmine kadar her şey, her iki ismin bu sürecin doğasını yansıttıklarını ortaya koyuyor.
Şu ana kadar beşinci toplantısı yapan komisyonun adının bile muhalefetin müdahalesiyle değiştiği düşünüldüğünde, bu süreçte devlet kanadının limitlerini esneten her müdahale halklar açısından barışın hanesine yazılan bir artıdır. Bu komisyondan yapabileceklerinin üstünde beklentiler içinde olmak da, onu yapılmış bir planın icra makamı olarak kodlayıp küçümsemek de sorunludur, apolitiktir. Zira süreci yakından takip eden herkes hem Türkiye içindeki gelişmeler hem de Suriye sahasında olup bitenler bakımından, devletin tüm çerçevesi tanımlı bir perspektife sahip olmadığının farkındadır.
Annesinden öğrendiği dil olan Kürtçe konuşmasına izin verilmediği için yaşadığı kırgınlığı komisyonda ifade eden Barış Annesi Nazahat Teke’nin, “Biz çok öldük” vurgusunun da, bu sürecin hafızalara kazınacakları arasında yerini alacağını şimdiden söyleyebiliriz. Siz, evladını yitirmiş bir Kürt annenin kendisini ana dilinde ifade etmesine izin vermiyorsunuz ve o sizin dilinizde öyle bir cümle kuruyor ki, o vurgu şu ana kadar savaş ve barış denklemi içinde zikredilen cümleler arasında baş sıralara yerleşiyor. Bundan sonra, arama motoruna Kürt meselesi ve barış annelerine dair anahtar kelimeler yazdığınızda bu söz mutlaka karşınıza çıkacaktır.
Bu yazıyı bağlarken, gündemin önemli başlığı olarak Suriye’ye dair bir hatırlatma yapalım.
Suriye’nin kuzey doğusunda SDG’nin kontrolündeki bölgelere dair bir operasyon, Türkiye’deki süreci pratik olarak rafa kaldıracaktır. Öyle bir durumda, yine önceki süreçte iktidar adına masada olanlardan, dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın, “Kobani bahanesiyle bir türbülans oluşturuldu” ifadeleri gibi cümleler kuracak birileri çıkacaktır. Bu arada, iktidarın Suriye’de SDG’ye yönelik operasyon ihtimalini gündemde tutmasının, içeride hem muhalefet hem de komisyon üzerinde bir baskı olarak kullanıldığını görmemek için aptal olmak gerekir.
Seçtiklerimiz: Fatih Polat – Evrensel – 25.08.2025