Göç olgusu ve nedenlerine dair | Cihan Yıldız
Sınırların açılması, duvarların yıkılması temel talebimizdir. Sınırların olmadığı ve büyük insanlığın kardeşçe yaşadığı bir dünyanın yaratılması öncelikli hedefimizdir…
Emperyalizme bağımlı ülkelerden gelen birçok insan, emekçi kaçış halindedir. Savaşlardan, politik, dinsel, ulusal, ataerkil takibattan, açlıktan ve sefaletten kaçış. Yaşama şansı olmadığından göçler, işçi göçleri var; iş, ücret vs. vaat eden emperyalist devletlerin işçi getirmesi var. Göç, kapitalizmin başlangıcından itibaren var. Bu, emperyalizm koşullarında önemli ölçüde güçlendi. Politik ilticacıların, işçi göçmenlerin, mevsimlik/gezici işçilerin kabul edilmesinin sürekli olarak farklı, emperyalist güçlerin ekonomik ve politik konjonktürüne göre ele alınması önemlidir. Kalkınma ya da işgüçlerine özel gerekliliğin olduğu dönemlerde (örneğin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ve 6O’lı yıllarda) ya iş ve işçi bulma kurumu gibi resmi kurumlar (Weimar Cumhuriyeti’nde Alman İşçi Merkezi) ya da çeşitli şirketlerin işçi alım büroları tarafından diğer ülkelerden işçiler getirilmekte ve bunalım dönemlerinde işçi alımlarının durdurulması, sınır dışı etmeler, sürgünler gündeme gelmektedir. Alman faşizminin koşulları altında diğer ülkelerden işçilerin (“yabancı işçilerin”) sömürülmesi, canice bir sistem hâline getirildi.
“Gereksinimlere” denk olarak, bu sürece “eşlik eden” burjuva ideolojisinin bazen şu, bazen de bu tarafı ön plana çıkarılmaktadır. Bir yandan, yabancı emekçilerin bir bölümünün “kaynaştırılması”, “asimile edilmesi” ve “Almanlaştırılması” isteniyor, diğer yandan “yabancı”ya, farklı kültür ve dinlere ve “diğer geleneklere” karşı kışkırtma yürütülüyor. Her ikisi de ırkçılığı ve Alman şovenizmini kışkırtıyor. Bunun ardında yatan tavır şudur: “Çalıştırmak amacıyla bunları geçici bir zaman için iyi bir şekilde kullanabiliriz” ve “bunalım ve işsizlik için günah keçisi olarak da iyiler.”
Yabancı emekçiler, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde en berbat çalışma koşulları altında çalışıyorlar. Bedensel olarak en ağır ve sağlığa en zararlı işleri, onlar yapıyorlar. En düşük ücreti onlar alıyorlar ve mesleki olarak en az kalifiye unsurlar. Yabancı işçiler, gerek hukuksal ve gerekse de ekonomik olarak, daha keskin bir sömürüye ve baskıya maruz bırakılıyorlar. 60’lı yıllarda öncelikle İtalya, Kuzey Kürdistan-Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan, Fas, Tunus vs. göçmenlerin ardından, Doğu Bloku’nun çöküşünden sonra, bu ülkelerden yoksulluktan ve sefaletten kaçan birçok emekçi geldi. Aynı şekilde Asya, Afrika ve Latin Amerika’dan politik ilticacılar ve işçi göçmenler, Batılı emperyalist ülkelere gelmeye çalışıyorlar. Son yıllarda, Afganistan, Suriye ve Ukrayna’dan savaştan kaçan insanlar göç yollarına düştüler.
İşçi alımının durdurulması, sığınma hakkının pratikte ortadan kaldırılması, emperyalist ülkelerin etraflarına duvarlar örmesi vb. sonucu sığınmacıların Batılı emperyalist ülkelere ulaşması oldukça zorlaşmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana 80 milyon insan göç yollarındadır. Umut yolculuğuna çıkanlar, hedefledikleri ülkelere gidememektedir. Ege ve Akdeniz göçmen mezarlığına dönmüş durumdadır.
Geçerli normal ücret tarifesinin çok çok altında ücret alan, en sefil barakalarda, kulübelerde, odalarda barındırılan, 60 saati bulan iş haftasıyla limon gibi sıkılan ve en rezil ırkçı kışkırtmaya maruz bırakılan diğer ülkelerden mevsimlik işçiler, inşaat işçileri (anlaşmalı işçiler), hizmetçiler vs. için Batılı emperyalistler tarafından denetim altında tutulan bir “pazar” bulunmaktadır.
Politik açıdan işçi göçmenler, sığınmacılar, mevsimlik işçiler ya hiçbir hakka sahip değildir ya da özel yasalara tabidirler. Yabancılar yasası, Almanlar ve “Avrupa Birliği yabancıları”nın işyeri önceliği gibi çeşitli kısıtlamalar, bunların eşitsiz konumunu yasal olarak pekiştirmektedir.
Mali sermaye, enternasyonal hareket etmektedir. Azami kârın ve en yüksek ekstra kârın elde edilebileceği yerlere hemen elini uzatmaktadır. Aynı zamanda mali sermaye ulusal düzeyde de örgütlüdür. Kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için “ulusal” devlet iktidarını, “kendi cephe gerisini” kullanmaktadır. Dünya egemenliği için rekabet, yeniden ve sürekli olarak “etki alanlarının” yeniden paylaşıldığı emperyalist, gerici savaşlara yol açmaktadır. Bunun için de “kendi” işçi sınıfının desteğine, “anavatan cephesinde” istikrarlı politik ilişkilere gereksinim duymaktadır. Bunun araçlarından birisi, işçi sınıfı içinde yoğun bir şekilde yaygınlaştırılan şovenizm ve ırkçılıktır. Artan işsizliğin, proletaryanın alt tabakalarının yoksullaşmasının, artırılan sömürünün ve çalışma temposunun sorumlusu olarak yabancı işçiler, sığınmacılar, derilerinin rengi farklı olan insanlar, Romanlar ve Sintiler, Yahudiler vs. gösterilmektedir. Çeşitli uluslardan işçiler arasındaki rekabet kızıştırılmaktadır.
Mülteci kadınlar, fiziksel ve cinsel saldırılara maruz kalmaktadır. Mülteci kadınlar, cinsel sömürüye ve fahişeliğe zorlanmaktadır. Mülteci ve sığınmacı durumuna düşen kadınlar, çok kötü şartlarda yaşam mücadelesi vermek zorunda kalmaktadır. Fuhuşa itilen, tecavüze uğrayan çok sayıda kadın var. Ayrıca ailesi öldüğü için ortada kalan kız çocukları var. Bu kızlar alelacele evlendiriliyor. Her göçte ve savaşta olduğu gibi kadınlar ve kız çocukları savaşın ganimeti olarak görülüyor. Kadınlara ve özelde de mülteci kadınlara yaklaşım, erkek egemen toplumunun bir yansımasıdır.
Irkçı tavırlarla karşılaşmaları, toplum içindeki sosyal statülerini kaybetmeleri, bir topluluğa üyelik hislerini kaybetmeleri, mültecilerin sosyal ve kültürel alanda yaşadıkları sorunların başında gelmektedir. Travmatik yolculuk süreçleri, yol boyunca karşılaşılan zorluklar, kötü muameleler, kimlik yokluğu, belirsizlik, korku, endişe, kalış yeri ile ilgili zorluklar ve her an geri gönderilme korkusu yaşanan sorunların başında gelmektedir. Mültecilerin yaşadıkları en önemli sorunlar temel ekonomik ihtiyaçlar olan barınma, beslenme, sağlık, ilaç temini, giyim ve eğitim alanlarında yaşanan sorunlardır.
Sınırların açılması, duvarların yıkılması temel talebimizdir. Sınırların olmadığı ve büyük insanlığın kardeşçe yaşadığı bir dünyanın yaratılması öncelikli hedefimizdir. Emperyalist devletlerin sınırları “yoksul akını”na karşı geçilmez kale duvarları hâline getirilmiştir. Güya “seyahat özgürlüğü” savunucusu olan ve geçmişte “demir perde”yi “insanlık ayıbı” olarak adlandıran emperyalistler, şimdi daha yoğun bir biçimde kendi sınırlarına duvar örmektedir. Bu duvarların yıkılması, parçalanması büyük insanlığın mücadelesi ve direnişine bağlıdır.
Mültecilik, emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı koşulların bir sonucudur. Kapitalizmin yol açtığı açlık, yoksulluk, savaşlar, katliamlar ve siyasi baskılar sonucu insanlar yaşadıkları alanları terk etmektedir. Emperyalizm var olduğu sürece mültecilik olgusu da devam edecektir. Mızrağın sivri ucu mültecilere değil, egemen sınıflara ve onların sömürü düzenine yöneltilmelidir. Mültecilere karşı yönelen ırkçı, faşist saldırılara karşı mücadele edelim. Öfkemizi, kinimizi mülteciliğin de kaynağı olan sömürücü sisteme karşı mücadeleye dönüştürelim.
Cihan Yıldız – 20.05.2024