Geçmişten geleceğe: Süreklilik-kopuş diyalektiğinde birlik sorunu | Ümit Bayrak
• Birlik arayışı, ülke solunun tarihinde hep var oldu; ancak her dönemde dar grup çıkarlarına, konjonktürel hesaplara ve ideolojik çatışmalara kurban edildi.
• 1971 kopuşundan 12 Eylül yenilgisine, Gezi’den bugüne sosyalist hareketin tarihine yayılan kopuşlar, birlik sorununun sürekliliğini ve güncelliğini gösteriyor.
• Geçmişten bugüne yaşanan tecrübeler, halkın öz örgütlenmeleri ve Sovyet tipi yapılar temelinde inşa edilecek yeni bir birliğin imkanını yeniden gündeme taşıyor.
Aslında ülke solunun kuruluşu olarak değerlendirilen Bakü Kongresi, bir birlik ve bir araya geliş kongresiydi. Ama aynı zamanda bir ayrılığın da kongresi olmuştu. İstanbul’da Aydınlık grubu temsilcileri ile Mustafa Suphi çevresinde toplanan insanların, Ekim Devrimi’nin takipçilerinin kongresiydi Bakü Kongresi.
Kongre, çok daha büyük bir birliği yansıtan Doğu Halkları Kurultayı’ndan sadece iki gün sonra gerçekleştirilmişti. Bu toplantıda, ülkede daha önce Ermeni yurtseverliği içinde kendini var eden sosyalistlerin temsilcileri yoktu. Bunun yerine kimi ittihatçı eğilimler yer almıştı.
Komünist önderliğin daha yolun başında vahşi bir katliamla yok edilmesi, Anadolu’da süren mücadele içinde yer alan güçlerle birleşme imkânını ortadan kaldırmış; sol hareket yasaklamalarla, baskılarla, sahte parti girişimleriyle yalnızlaştırılmaya çalışılmış ve büyük ölçüde İstanbul’a sıkışıp kalmıştır. Bir hedef ve söylem olarak bir işçi-köylü ittifakından söz edilse de özellikle köylü kesimi içinde hiçbir çalışma yürütülememiştir.
Savaş koşulları içinde ortaya çıkan Erzincan ve çevresinde yaşanan Sovyet deneyimleri ise hemen hemen hiçbir iz bırakmaksızın ortadan kalkmıştır. Bu dönemde yaşanan Kürt isyanları feodal nitelikte değerlendirilmiş ve genç cumhuriyete karşı geliştirilen girişimler olarak algılanmıştır. Komünist parti, bir imparatorluk bakiyesinden geriye kalan bir ulusun partisi olmuştur.
Ancak bu parti, Komintern üyesi olarak kendini uluslararası hareketin bir bileşeni olarak görmüş, birlik ve ittifak politikalarını buna göre şekillendirmiştir. Bu bağlamda, Kemalizmin emperyalizme karşı müttefik görülerek desteklenmesi de söz konusudur.
Sovyet Devrimi’nin iktidar aşaması ve sonrası ortaya çıkan monolitik parti anlayışı bu dönemde bütün ülkeler için geçerli olmuş, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) kuruluş ve gelişim aşamalarında bünyesinde barındırdığı farklılıklar, birleşmeler ve doğrudan iktidar organı olarak halkın birliğini yansıtan “Sovyet” düşüncesi, pratikte yeterince karşılık bulamamıştır.
Sınıfa karşı sınıf politikasının hâkim olduğu bu dönemde; açıkçası baskı, yasak ve tutuklamalardan nefes bile alınamamıştır. Sonrasında, dünya genelinde faşizme karşı izlenen halk cephesi politikaları geniş ittifak ve birlikleri doğururken, ülkemizde kurulan antifaşist demokratik cephe girişimi ise bu yönde güçlü bir etki yaratmamıştır. Sonrasında uzun bir süre ülke komünistlerinin sesi olacak olan “Bizim Radyo”, bu faaliyet kapsamında kurulmuştur.
Sol harekette cephe arayışı
1960 yılından sonra gelişen toplumsal muhalefet içinde sosyalist sol, dünya konjonktürünün de etkisiyle kendini savunma pozisyonundan çıkıp atağa kalkmıştır. Sendika yöneticisi işçi önderlerinin kurduğu Türkiye İşçi Partisi (TİP), kısa zamanda ülke genelinde yaygın bir ağ oluşturmuş, geniş kitleleri sosyalizm mücadelesi etrafında bir araya toplamıştır.
Yaratılan bu canlılık ve gelişen mücadele TİP’in çerçevesini aşmış ve bunun sonucunda çok sayıda ayrılık ortaya çıkmıştır. 1971 kopuşu olarak adlandırabileceğimiz bu dönemde ortaya çıkan örgüt, kuruluş ve gelişim aşamalarında grupsal birliktelikler de yaşanmıştır.
Bu atılım içinde belirgin eğilim olarak söyleyebileceğimiz THKP, parti isminin sonuna “Cephe” ibaresini eklemiş; mücadelenin bu yönüne vurgu yapmış ve fiiliyatta değişik kesimlerle birlikte hareket edebilmiştir. Örneğin hava kuvvetleri içinde oluşan bir yapı doğrudan saflara katılmıştır.
Cephe tipi örgütlenme, o dönem için savunulan Millî Demokratik Devrim (MDD) tezine uygun bir yönelimdi. MDD, ülkenin içinde bulunduğu koşullarda, sosyoekonomik yapının tahlili temelinde, anti-emperyalizmi başa koyarak işçi sınıfı için farklı sınıf, katman ve zümrelerle ittifaklar öneriyordu.
Bizzat eski TKP kadroları tarafından geliştirilen bu tez, kopuşun ruhuna uygun olarak iktidar perspektifini o güne taşıyordu. Kendi içinde gelişimi ve özellikle Mahir Çayan’ın emperyalizmin bir iç olgu hâline geldiği tespiti ile birlikte, bu devrim anlayışı millî burjuvazi ve onunla ittifak arayışlarından hızla uzaklaşmış; sürecin kesintisiz niteliğine yapılan vurgu belirleyici olmuştur. Artık savunulan, demokratik halk devrimidir.
Buradaki “halk” ifadesi, haksız bir biçimde narodnizme gönderme yapılarak anılsa da söz konusu olan, daha ziyade bugünkü şekliyle “toplumsal proletarya” kavramına yakındır.
Bu süreç, başlangıçta kalkınmacı ve bağımsızlıkçı bir karakter taşıyan YÖN Dergisi çizgisinin temsil ettiği sol Kemalizmin etkisi altında kalsa da mücadele içinde edinilen bilinç ve çıkarılan dersler çerçevesinde Türkiye devriminin yoluna evrilmiştir.
Tarihin seyrinin hızlı aktığı bu dönemde ayrılıklar, izleri günümüze kadar sürecek şekilde baş vermiştir. Bu ayrılıkların hepsi kendini teorik çerçevede tanımlamış; gerek ulusal gerek uluslararası ölçekli strateji farklılıklarının bir gereği olarak ortaya konulmuştur.
Bu dönem için birlikten çok ayrılıkların enerji yarattığını; geniş kitle hareketlerinde ve antifaşist savunma tarzı eylemlerde ise dayanışmanın öne çıktığını ve birlikte hareket edildiğini söylemek gerekir. Kızıldere, bu ruhun ifadesidir.
71 kopuşu ve birlik sorunu
Kopuşun karakteristiğine ve sonuçlarına ilişkin daha genel düzeyde değerlendirme yapacak olursak, sendika yöneticilerinin “Evlerinize geri dönün” temalı radyo konuşmalarına karşın gerçekleşen şanlı 15–16 Haziran Direnişi ile birlikte işçi sınıfının fiili ya da ideolojik önderliğine ilişkin tartışmalarına nokta koyulduğunu söyleyebiliriz.
Bir başka önemli husus ise Kürt halkına ve mücadelesine yönelik farkındalık, ilgi ve desteğin oluşmasıdır. Birlikte geliştirilecek bir devrim süreci fikri, istisnalar haricinde her iki cenah için de ortak eğilimdi.
Özellikle Kaypakkaya’nın fikirleri, bölgede etkisi hâlen süren ciddi bir karşılık yaratmıştır. Kürt halk hareketinin kurucu önderleri de 1971 kopuşunun içinde yer almış ve fikri gelişimlerini bu ortam içinde sağlamışlardır.
1971 Muhtırası’yla gelen süreç, bir yenilgi gibi görünse de bir bütün olarak bakıldığında faşizmin erken doğumuna yol açmış ve onun kanlı yüzünü teşhir ederek etkisini ve süresini sınırlandırmıştır. Devrimci hareketin kitleler üzerinde yarattığı büyük prestij ve etki, bunun açık bir göstergesidir.
12 Mart sürecinde önderleri katledilen sosyalist hareket, faşist baskıya rağmen çok kısa sürede toparlandı ve geniş bir kitleselliğe ulaştı. Birlik söylemi de en çok bu dönemde ileri sürüldü. Ancak bu dönem, ironik bir şekilde, birliğin en az korunduğu ve yoğun bir parçalanmanın yaşandığı bir dönem olmuştur.
Uluslararası planda sertleşen Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) ve Çin Komünist Partisi (ÇKP) ilişkileri, ülke solunu bıçak gibi böldü ve birbirine düşman klikler yarattı. Sol içi şiddet ilk defa bu dönemde yaşandı.
O dönem hâlâ sol içi kabul edilen TİİKP/Aydınlık geleneği, büyük ölçüde CIA etkisiyle sosyal-emperyalizm tezini Türkiye’ye taşıdı ve Sovyetle Birliğini baş düşman ilan etti. Bu tez, THKO ve TKP/ML devamcılarını da etkiledi.
Partili gelenekte birlik sorunu
Bu durum, ülke solunu egemenler karşısında birlik silahından tümüyle yoksun bıraktı ve güçsüzleştirdi. SBKP uydusu şeklinde hareket eden TİP, TSİP, TKP ise diğer soldan kendini ayırdı ve devrimci demokratları “goşist” vb. ifadelerle karaladı. Kendi içlerinde de sürekli bir güç ve eylem birliği sağlayamadılar.
TSİP, aslında bir birlik projesi olarak ortaya çıkmış ve Kıvılcımlı’nın öğrencileri ile aydınların ve gençliğin toplandığı bir merkez olmuştu. Bu durum, yöneticileri içeride olan TİP’in tepkisi ile karşılaştı. TSİP, başlangıçta sahip olduğu etkiyi koruyamadı. Sonucunda da kendi içinde bölünme ve ayrışmalar yaşadı.
TİP, herkesten farklı olarak sosyalist devrim tezini savunuyor; ama kendini daha çok yasallık çerçevesinde bir mücadele ile sınırlıyor, ittifak ve birlik girişimlerinden uzak duruyordu. 12 Eylül’ün hemen öncesinde “Tek Parti, Tek Cephe” broşürünün yayınlanmasına kadar devam eden bu tutum, TİP ile TKP arasında kuruluş yıllarına dek uzanan bir rekabetin arka planında gerçekleşiyordu.
TKP, o dönemde gençlik gruplarının katılımı ile güçlendi. Maden İş başta olmak üzere sendikalarda çalışma yürüttü ve sahip olduğu tarihsel prestiji de kullanarak işçi sınıfı içinde önemli bir yer edindi. SBKP’nin tanıdığı tek oluşumdu.
Kitleselleşme ve yenilgiye giden süreç
Ağırlıklı olarak bu iki çizginin dışında kalmayı başaran ve ülkeye özgü bir devrim stratejisi izleyen THKP kadroları, ulusal sorun ve Kemalizm konularında tartışmalar yaşadılar. Ancak Mahir Çayan isminin ve çizgisinin yarattığı büyük etki sayesinde yeni katılımlarla sürekli büyüdüler ve esas olarak gençlik temelli çok büyük bir kitleselliğe ulaştılar.
Mahir Çayan çizgisinin politikleşmiş askeri savaş stratejisi, öncü savaşı gibi tezlerini her ne kadar hayata geçirmeseler dahi, bu durumu basit bir takipçilikten uzak durmak şeklinde açıkladılar. Çok sayıda örgüt ise kendini bu mücadelenin devamcısı addetti.
Kürt halk hareketi de kendi ulusal çizgisini oluşturmaya çalışan kimi girişimler dışında, ağırlıklı olarak Türkiye sosyalist hareketine paralel bir yol izlemiş ve bu temelde gruplaşmalar yaşamıştır.
Toplumsal muhalefetin ve mücadelenin en yüksek düzeye ulaştığı bu dönemin karakteristiği, CIA yönlendirmesi ile yaratılan iç savaş provokasyonları, sabotaj, cinayet ve faşist saldırılara karşı devrimci özsavunmanın hayata geçirilmesidir. Büyük bedeller ödenerek verilen bu savaşım, MHP eliyle kurulacak bir faşist iktidarın önüne geçmiş ve halkın can güvenliğini sağlamıştır.
Dünya genelinde neoliberalizme yöneliş, ülkede 24 Ocak Kararları ve toplumsal muhalefetin bastırılması gerekliliği, egemenler açısından 12 Eylül’ü zorunlu kıldı. Maraş ve Çorum katliamları ve ardından gelen sıkıyönetim ilanı, bu sürecin hazırlık aşamalarıydı.
Sol, bu süreci öngörmesine rağmen etkili bir karşı duruş ortaya koyamadı. Direniş sınırlı kaldı, teslimiyetçilik güç kazandı. 12 Eylül’ün hemen öncesinde TKP, Ulusal Demokratik Cephe çağrısı yapıyor; CHP ile ittifak kurma düşüncesini taşıyordu. Diğer yandan kendi içinde yaşadığı “İşçinin Sesi” bölünmesine karşı son derece hasmane bir tutum takınıyordu.
Devrimci Yol ve Halkın Kurtuluşu grupları eylemde birlik, propaganda ve ajitasyonda serbestlik ilkesi çerçevesinde bir araya geliyor ve ortak kitlesel eylemler düzenliyorlardı. Kurtuluş, Devrimci Sol, Emeğin Birliği grupları arasında görüşmeler son anda akamete uğruyordu.
Tüm bunlar yetmiyor ve sol, dağınık görüntüsü ile 12 Eylül’ü karşılıyordu. O kadar ki sol içi çatışmalar darbe sonrasında bile devam ediyordu. Nihayetinde NATO’nun ordusu devrimcilerin, işçi sınıfının ve halkın üzerinden silindir gibi geçecek; hak ve özgürlükleri köklü biçimde kısıtlayacaktı.
12 Eylül ve solun dağınıklığı
12 Eylül zindanlarında yükselen direniş ve bir araya geliş, örnek bir devrimci tutumdur. Ülke solunun bütünü için baktığımızda ise, sol hareketin 12 Eylül’ü çok sağlıklı bir şekilde tahlil ettiğini söylemek zordur. 12 Mart benzeri bir geçici karakter taşıyacağı varsayılan cunta, etkili bir direnişle karşılaşmayınca, izleri bugüne dek uzanan yeni bir düzenin temellerini attı. TKP, büyük ölçüde Sovyetle Birliği’nin etkisiyle, cuntanın içinde “gerçek Atatürkçülerin” de olduğu değerlendirmesiyle faşist nitelemesini geri çektiğinde, yöneticileri işkence tezgahlarında öldürülüyordu.
Bu dönemde kurulan ve Kürt ulusal hareketinin de dahil olduğu Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi, çok sayıda bileşeni olmasına rağmen, fiiliyatta hemen hemen somut hiçbir adım atamadan dağıldı. Kürt ulusal kurtuluş hareketi yola kendisi devam etti ve silahlı mücadele ile büyük bir ivme kazandı. Bundan sonra ülke solu ile kurduğu ilişkilerde de hep belirleyici unsur oldu.
12 Eylül yenilgisinin ağırlığı, sonrasında devrimcileri, birlik süreci üzerinde daha fazla düşünmeye ve adımlar atmaya zorladı. Yasallık, bu arayışların ana çerçevesi oldu. TİP-TKP birliği, TBKP adıyla gerçekleşti. Uzun ve zorlu bir yasallaşma süreci yaşandı.
Sonrasında sosyalist sistemin dağılmasıyla parti, tarihinde ikinci kez kendini likide etti. Bu dağılış, 12 Eylül yenilgisi ile birlikte solun üzerinde büyük bir yük oluşturdu. Savrulmalar ve sosyalist birikime yönelik inkârcılık yaygınlık kazandı. Bu durum, reel sosyalizmin sağlıklı bir eleştirisinin ve teorik arayışların önünü kesti. Ortodoks diye adlandırılan tuhaf bir muhafazakârlığın, Marksizm ve gerçek devrimcilik olarak nitelenmesine yol açtı.
12 Eylül sonrası birleşik mücadele girişimleri
Diğer yandan, toparlanma ve birlikte hareket etme girişimleri devam etti. Bir yandan eski örgütler bölünüyor, yeni bileşimler ortaya çıkıyordu. Türkiye İşçi Partisi’nden ayrılan bir grup, birliğin zeminine ilişkin konseyler (Sovyetler) politikasını önerdi.
1987’de bazı eski aydınlıkçıların da katılımıyla Sosyalist Birlik Partisi kuruldu; ancak bu girişim kısa ömürlü oldu. Daha sonra TİP ve TKP kadroları ile Kurtuluş, Sosyalist Politika, TKEP dahil sekiz grup ve aydınlar tarafından kurulan Birleşik Sosyalist Parti, Kuruçeşme toplantıları adıyla anılan olabildiğince geniş katılımlı ve şeffaf olarak yaşanan bir süreç sonucunda, “Geleceği Birlikte Kuralım” inisiyatifi ve diğer katılımlarla birleşerek daha geniş bir birliğe, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ne evrildi.
ÖDP, çeşitli grupları ve farklılıkları içinde barındıran ilk parti deneyimiydi. Bir yönüyle eski “hareket” geleneğinin örgütsel form olarak devamcısıydı. Kurulduğu dönemde büyük bir ilgi uyandıran ÖDP, gruplar arası ilişkileri bir iç hukuk zemininde sağlıklı hâle getiremedi. Esen liberal rüzgarların da etkisiyle partinin devrimci kimliği erozyona uğradı. Bir yığın iç mücadele ve ayrılık sonucu parti Devrimci Yol ekibinin elinde kaldı. Yine de sürekliliğini sağladı, yakın dönemde ise Sol Parti adını aldı.
12 Eylül öncesinde ülkenin en kitlesel hareketi olan Devrimci Yol da bu uzun süreçte ayrışmalar yaşadı. Bunların içinde halkın talepleri çerçevesinde bir dil geliştiren Halkevleri örgütlenmesi, mevcut sendikal yapılara bir alternatif oluşturan Umut-Sen gibi yapılar dikkat çekicidir.
Buradaki dikkat çekicilik, halkın ve işçi sınıfının örgütlenmesinde onu özneleştirecek tarzda; eğitim hakkı, sağlık hakkı, barınma hakkı, çevre hakkı gibi taleplerin aşağıdan kurularak yükseltildiği, buna uygun bir söylem ve eylem tarzıyla klasik siyasi çalışmadan farklı ve zenginleştirici bir yolun izlenmiş olmasıdır.
ÖDP ile ilgili olarak söyleyeceğimiz bir önemli husus da Kürt ulusal hareketi ile kurduğu ilişkinin dışlayıcı olduğudur. Öncesinde kurulan Halkın Emek Partisi, Kürt halk hareketinin başını çektiği, ancak diğer sosyalist ve devrimci grup ve kişileri de içine alan ilk deneyimdi. İsmindeki “emek” vurgusu ve ilk başkanının DİSK’in eski genel sekreteri Fehmi Işıklar oluşu, ulusal taleplerin mücadelesinin sol ile birlikte yürütülmesine dönük bir iradeyi yansıtıyordu. Uzatılan bu elin yeterince sahiplenilmediği açıktır.
Zonguldak işçilerinin gerçekleştirdiği büyük madenci yürüyüşü ile zirvesine çıkan 89 Bahar Eylemleri bu panoramanın arka planını oluşturmuş, “Zonguldak-Botan el ele” sloganı yükseltilmiştir.
Kürt halk hareketi ise bütün baskılara karşın bu ısrarından hiç vazgeçmemiştir. Bileşen hukuku ile partiyi bir birlik platformuna çevirmiştir. Ancak bu ilişkideki orantısızlık, sol yapıların gelişim göstermesini de engellemiştir.
O dönemlerde güç kazanan yeşil hareket, ekoloji mücadelesi ve feminist hareket ile kadın mücadelesi, sosyalist sol ile ilişkisini mesafeli tutarken toplumsal muhalefet içinde eşdeğer bir seviyeye ulaşmışlardır.
Bir başka saptama da Maoist olarak nitelenen yapıların, tüm bu süreçlerden kendi bütünsel çerçevesini koruyarak çıktığıdır. Solun bütünü ile olmasa da, Kürt halk hareketi ile ileri düzeyde güç birlikleri gerçekleştirebilmişlerdir.
Bir süre Arnavutluk Emek Partisi savunuculuğunu yapan THKO kadroları ise Türkiye Devrimci Komünist Partisi ile devam ettirdigi illegal örgütlenmesini ağırlıklı olarak Emek Partisi olarak yasal düzlemde istikrarlı şekilde sürdürmüş ve sendikal alanda güçlü ilişkiler sağlamıştır.
Birlik süreçlerine uzak kalan bir oluşum da SİP/TKP geleneğidir. Bu yapı, solu geleneksel sol ve devrimci demokrasi şeklinde dikotomik bir ayrıma tabi tutarak ayrıksı bir tutum takınmıştır. Kürt halk hareketine yaklaşımı da benzer çerçevededir.
Bu yapı içinden çıkan TİP ise klasik dar kadrocu parti anlayışının dışına çıkarak pratikte birlik yaratan bir çizgi izlemiştir. Ancak tabanda oluşan bu birliktelik yönetim anlayışına yansıtılamamış, parti örgütsel form olarak kendini yenileyememiştir.
AKP’li yıllar da sol hareket ve birlik
AKP’li yıllar, solun kafasının karıştığı yıllar olmuştur. Egemenlerin temsilcileri üzerinden yaptığı siyaset farklılaşsa da, solun bunu kavrayışı geç olmuştur. Onu arızi bir durum olarak görüp kapitalist devletten ayrı tuttular. Bazıları onu statüko ya da vesayete karşı demokratik değişimi sağlayacak güç olarak gördüler; ondan demokratikleşme beklemeye ve onun iktidarını sağlamlaştırmak için attığı adımlara destek olmaya başladılar.
Oysa mesele işçi sınıfı ve düzen açısından çok netti. 78 gün süren Tekel işçilerinin direnişi yenilgiye uğrayınca, özelleştirme politikaları son sürat devam etti. Sendikalı işçi sayısında düzenli düşüş devam etti.
2010 referandumunda hukukun alenen siyasetin emrine girişine bir kısım sosyalist, sol liberalizmin etkisiyle “Yetmez ama ‘evet’” diyerek onay verdiler. Sol bir bütün olarak hareket edemedi ve AKP iktidarının meşruiyetine katkı sağladı.
Bu dönemde yaşanan çözüm süreci, Kürt halk hareketini de paralize etti. Halkın kendi feraseti ile gerçekleştirdiği Gezi Direnişi bile bir darbe mekaniği olarak nitelendirilebildi.
Gezi etkisinde kurulan Birleşik Haziran Hareketi, çok geniş bir birlik sağladı; ancak örgütler arası rekabet onun da sonunu getirdi. Syriza ve Podemos örnekleri ile karşılaştırabileceğimiz bu hareket, kendi iç hukukunu yaratamadı.
Ülke hızla totaliterleşirken sol, kendini her gün daha fazla seçim ekseninde tanımlamaya başladı. En son, bir mücadele ittifakı olarak kurulduğu açıklanan Emek ve Özgürlük İttifakı, seçim dışında hiçbir etkinlik içinde olmadı.
İktidarın CHP’ye yönelik saldırıları karşısında sosyalistler, güçleri oranında karşı duruş sergilediler; ancak bunu ilkesel bir çerçeveye taşıyamadılar. Mücadelenin öncülüğünü ve seyrini CHP’ye bıraktılar. İleri bir atılımı sağlayacak inisiyatifi alamadılar.
Günümüzde 19 Mart sonrası direnişin meşruiyeti genişledi ve sokağa taşındı. Sosyalist sol, 1 Mayıs’ta Taksim çağrısında görüldüğü gibi tarihsel haklılık içeren hareket tarzında bir ayrım ve kopuş yaşadı. Bu noktada, belirgin bir ihtiyaç hâline gelen birlikte mücadele zeminini oluşturmaya başladı.
Kürt halk hareketi ise güneyde elde ettiği kazanımlar çerçevesinde toplumsal barışı zorlamaya başladı. İktidarın yaklaşımından bağımsız olarak desteklenmesi gerekli bu olgu, tümüyle ulusların kaderlerini tayin hakkı çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Birlik sorunu hâlâ güncel
Uluslararası komünist hareketin tarihi, gerçekleşen şanlı devrimler ve sürdürülen mücadeleler göstermiştir ki birlik ve ittifaklar her dönem için gündemde olmuş ve başarıya ulaşmada anahtar rol oynamıştır. Lenin’in “yol arkadaşlığı” olarak tarif ettiği bu durum, tarihsel bir gerekliliktir. Gerek işçi-köylü ittifakları, gerek faşizm döneminde en geniş kesimi kapsayan cephe politikaları, bu şanlı tarihten günümüze aktarılacak önemli deneyimlerdir.
Uluslararası birliğimizin simgesi olan Enternasyonal, dünya ölçeğinde muazzam bir teorik yaygınlık ve zenginlik sağlamış; tecrübelerin aktarılmasının zemini olmuştur. Ülkeler içinde de siyasi öznelerin birlikteliği aynı rolü oynamıştır. RSDİP çok sayıda siyasi oluşumun yan yana gelmesi ile kurulmuş, sonrasında da katılımlar olmuştur. Sovyetler ise doğrudan demokrasi ve katılımın gerçek örnekleridir.
Tarihimizde bu yönde muazzam bir zenginlik varken, ülkemizde birlik anlayışının daha ziyade konjonktürel olarak ele alındığını ve dar siyasi parti ile grup çıkarlarına feda edildiğini söyleyebiliriz. İlkelerin saptanması ve ona uygun hareket edilmesinde denetleyici ve yön verici bir iç hukuk var edilememiştir. Birliğe katılanların iradesi, hiyerarşik modeller ve alışkanlıklarla çatışmıştır.
Bundan sonrası için en eski birlik zemini olan ve gerçek bir taban demokrasisi yaratan Sovyetlerin bugüne taşınmasının gerekliliğine işaret etmek istiyoruz.
Sovyetler “(…) öncü kola, yani ezilen sınıfların, işçilerin ve köylülerin en sınıf bilincine sahip, en enerjik ve en ilerici kesimine örgütsel bir biçim sağlar ve böylece ezilen sınıfların öncüsünün, şimdiye kadar siyasi yaşamın ve tarihin tamamen dışında kalan bu sınıfların tüm geniş kitlesini yükseltebileceği, eğitebileceği ve yönlendirebileceği bir aygıt oluşturur.” (Lenin)
Bugün ülkenin her köşesinde irili ufaklı onlarca işçi direnişi, ekolojik yıkıma karşı ayaklanmalar, kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın protesto edildiği gösteriler gerçekleşmektedir. Barınma ve sağlıklı bir çevrede yaşam hakkı temelinde dayanışma ağları örülmektedir. Depremin yol açacağı tehlikelere karşı son yaşadığımız örnekte görüldüğü şekliyle halk kendi seferberliğini ilan etmektedir. Forumlar, toplumsal inisiyatifler, halk meclisleri kurulmakta; eşitlikçi ilişkilerin kurulduğu yan yana duruşlar çoğalmaktadır.
Yeni olarak niteleyebilecegimiz çoğulcu, demokratik karar alma mekanizmaları geliştiren örgütlenmeler, halkın bu mücadelesi içinde “kendiliğinden” biçimde ortaya çıkmaktadır.
İhtiyacımız olan şey; bugün sokaklarda, okullarda, iş yerlerinde gösterilen cesaret ve anlayışın zihinsel bariyerleri ve konformist alışkanlıkları yıkarak siyasal alana taşınmasının sağlanmasıdır.
Seçtiklerimiz: Ümit Bayrak – Kılavuz – 15.11.2025























































