Filler tepişiyor, çimenler eziliyor… | Cihan Yıldız
İşçilerin, emekçilerin hâkim sınıfların şu ya da bu kesiminin peşine takılmasında, ona destek vermesinde herhangi bir çıkarı yoktur. Tam tersine iktidar dalaşında işçiler, emekçiler birbirlerine düşürülecek, ezileceklerdir.
AKP savaş iktidarı ve savaş sevicileri, “Şehitlik“ mertebesine ulaşmanın propagandasını yapıyor! Ölen askerlerin aileleri “şehitlik“ yalanı ile avutuluyor! Hâkim sınıflar, asker cenazelerini milliyetçiliğin/ırkçılığın geliştirilmesi için kullanıyor. Savaşın gerçekleri yok ediliyor. Halk çocuklarının neden öldüğü sorgulanmasın diye “şehitlik” edebiyatına başvuruluyor. “Şehitlik” edebiyatı, halkları kandırmaya yönelik bir propaganda dilidir. “Şehit”, İslâm’da Allah’ın rızasını kazanmak için, Allah adına savaşıp bu uğurda can verenlere verilen addır. Ölenler şehittir! “Şehit“lerin öbür dünyadaki mekânları cennettir! Artık “şehit”lerde peygamber sofrasında yerini alabilir! “Şehitler ölmez, Vatan Bölünmez!” sloganının birinci mısrasındaki “şehitler” için istenilen ölümsüzlük içi boş cennet vaadidir! Binlerce yıldır vaat edilen “cennet” kimsenin gidip gelmediği avutmanın da ötesinde büyük bir yalandır!
Sloganın ikinci mısralarındaki “bölünmez vatan” mal/mülkle ilintilidir! Mal ve mülke herhangi bir zeval gelmemesi için mal/mülk, sermayenin korunması bu anlamda “vatan” korunmasına dönüşür! Bölünmez vatan bunların dokunulmasına rıza göstermedikleri malları mükleri, köşkleri, yalıları, bankaları bicümle sermayeleridir! Bunun için de bu tür savaşlarda ölenler “bölünmez vatan” uğruna değil, sermayedarların/ağababaların malları/mülkleri korunsun diye ölür! Sömürgeci devletin sürdürdüğü savaş, işçilerin/emekçilerin savaşı değildir. Kuzey/Güney ve Batı Kürdistan’da yürütülen savaşta, ölümü, açlığı, sefaleti, eziyeti ve sürgünü yaşayan emekçilerdir. Bunların başında esas acıyı çekenler çocuklar ve kadınlardır! Tecavüze uğrayan, esir alındığında köle gibi pazarlarda pazarlananlar kadınlardır.
Hâkim sınıflar iktidar dalaşı için kapışıyor. Bu dalaşta, birbirlerinin kirli çamaşırları orta yere seriliyor. Tartışma kültürü, tartışma seviyeleri yerlerde sürünüyor. Burjuvazinin hangi kesimi olursa olsun tartışma, onlar için gerçeği, sorunları, sorunların esas nedenlerini ve bilimsel sonuçlarını ortaya koyma aracı değildir. Olamaz da. Zira burjuvazinin her kesiminin savunduğu ve haklı çıkartmaya çalıştığı toplumsal sistem, insanın insan tarafından sömürüsüne dayanan, aşılması gereken ve aşılacak olan haksızlığa dayanan bir sistemdir. Bu yüzden burjuvazinin her savunucusu, bu sistemi koruyabilmek, haklı çıkartabilmek için her tartışmada bilimsel gerçeklerden, bilimsel yöntemlerden ve bilimsel sonuçlardan, kısacası gerçeklerden kaçmakta; demagojiye, yalana, gerçeklerin çarpıtılmasına, tüm bu yalanlara rağmen gerçeklere sarılanlara karşı sık sık da şiddete, teröre, işkenceye başvurmaktadır.
Kuzey Kürdistan-Türkiye’de, feodal düşünce ve yaklaşımların da hâlâ önemli ölçüde etkinliğini sürdürdüğü bir toplumda yaşıyoruz. Ülkelerimizin toplumu ekonomi olarak bağımlı kapitalizmin egemenliğine rağmen, tam anlamıyla kapitalistleşmiş, klasik kapitalizmin üst yapısına sahip bir toplum değil. Kapitalizmin siyasal üstyapısı olan burjuva demokrasisi bizim toplumda hiçbir dönemde gerçek anlamda yaşanmadı. Siyasal üst yapıda demokrasi adına faşist diktatörlük uygulandı. Toplumun bağrından sonuna kadar ilerletilen demokratik bir devrimle sökülüp atılmayan feodal artıklar, özellikle üstyapıda varlığını yer yer etkin olarak sürdürüyor. Bugün de toplumda feodal düşünceler, burjuva düşüncelerle; feodal kültür emperyalizmin kültürüyle iç içe varlığını sürdürüyor.
Toplumsal yapılanmada, çıplak çıkar ilişkileriyle ekonomik, sosyal ve siyasal alandaki eşitsizlik belirleyici öneme sahiptir. Haksızlık, eşitsizlik, doğru/yanlış kavramları egemen sınıflara göre belirleniyor. Güçlü olan haklı, doğru ve yanılmaz olabiliyor! En basit sorunlar bile şiddetle çözümleniyor. Çıkar için gerçekleri çarpıtmaktan, en temel hak ve özgürlüklerin çiğnenmesine; zorla dayatmalarda bulunmaktan karşısındakini dinlemek zahmetine katlanamamaya, hotzotçuluktan, maçoluğa, feodal intikamcılıktan, faydacılığa, “köşe dönmek” için her şeyin mubah görülmesine… bir dizi yöntem toplumsal ilişkilerde hâkimiyetini sürdürüyor, insanlar, kurumlar, gruplar, partiler vb. arasındaki ilişkiler önemli ölçüde bu tip hastalıklar üzerinde yükseliyor. Toplumun çoğunluğu bu ilişkilerle uzlaşıyor; toplumsal işleyişin “normal kurallarına” ayak uyduruyor, buna göre eğitiliyor ve bu tür ilişkileri istiyor.
“Cumhur İttifakı” ile anti-AKP cephesi arasında bir iktidar dalaşı yaşanıyor. Anti-AKP cephesinin esas temsilcisi konumunda olan CHP’dir. Bu dalaş, demokrasi ile faşizm arasındaki bir dalaş değildir. Burjuva partilerinin kendi aralarındaki dalaşta kullandıkları dil, ötekileştirici ve nefret söylemidir. Tartışma seviyeleri çukurdur. Burjuva partilerinin söylemlerinden mesajı alan provakatörler hemen harekete geçmekte ve linç uygulamaktadır. Sömürgeci devlet, linçe uğrayan kendi muhalifleri ise, saldırganlara lütfen dağılın, mesajınız alınmıştır, diyebiliyor!
Hâkim sınıf siyasetçileri arasındaki bu dalaş ve bunun kamuoyuna yansıyan örnekleri belirli bir rahatsızlığı açıkça gösteriyor. Bu kitlelere de yansıyor. Ancak hâkim sınıfların iktidar için dalaşan her iki kanadı açısından da geniş işçi ve emekçilere yüklenen görev, kitleleri kendi kuyruklarına takma, iktidar dalaşında işçilerin, emekçilerin kaldıraç olması rolüdür. İşçiler, emekçiler bu rolü üzerlenmek zorunda değildir.
İşçilerin, emekçilerin hâkim sınıfların şu ya da bu kesiminin peşine takılmasında, ona destek vermesinde herhangi bir çıkarı yoktur. Tam tersine iktidar dalaşında işçiler, emekçiler birbirlerine düşürülecek, ezileceklerdir. Ne AKP hükümeti, ne kemalist kesimlerin iktidarı, işçiler, emekçiler açısından istenen, özlenen iktidarlardır. Onların iktidarı sermaye sahiplerinin iktidarıdır. Sömürünün iktidarıdır. İşçilerin, emekçilerin bu siyasi güçlerden birisinin peşinde gitmesinin, destek vermesinin onların iş, aş ve özgürlük istemlerine bir faydasının olmadığı yeterince görülmüştür.
Çeşitli ulus ve milliyetlerden işçilerin, emekçilerin görevi hâkim sınıfların şu ya da bu kesiminin peşine takılıp ezilmek olamaz, olmamalıdır. Görev, işçilerin, emekçilerin hâkim sınıfların iktidar dalaşında gerilimin tırmandırılması çabalarına karşı çıkmak, gidişata dur demektir. Görev, işçilerin, emekçilerin kendi bağımsız talepleri temelinde, kendi çıkarları doğrultusunda örgütlenmek, kendilerini sömüren hâkim sınıflara, onların devletine karşı mücadele etmektir!
Görev, provokasyonlara karşı uyanık olmak, hâkim sınıfların şu ya da bu kanadının işçi sınıfını ve emekçileri birbirine düşürme hedefli plan ve çabalarına karşı sınıfın birliğini sağlamak, birlikte sermayeye karşı mücadeleyi örgütlemektir. İşçi sınıfının ve yoksul emekçilerin bunu söyleyecek tarihsel sorumluluğu ve gücü vardır. Yeter ki işçiler, emekçiler bu görevlerinin bilincine varsın!
Cihan Yıldız – 16 Ocak 2025