Makaleler

Published on Eylül 6th, 2025

0

CHP’ye kayyım, Rojava’ya askeri müdahale tehdidi! | Yusuf Karadaş


CHP kurultayının iptali davasının 15 Eylül’de görülecek duruşması öncesinde ve onunla bağlantılı olarak yargı eliyle siyasi darbe niteliğinde yeni bir karar alındı. İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik ve il yönetimini görevden alarak yerlerine daha önce CHP’den istifa ettiğini açıklayan Gürsel Tekin’in aralarında olduğu 5 kişiyi kayyım olarak atadı. İç siyaseti dizayn etmeye yönelik bu hamleyle birlikte dikkat çeken bir diğer gelişme de iktidar temsilcilerinin ardı sıra Rojava ve SDG’ye (Suriye Demokratik Güçleri) yönelik tehdit açıklamaları yapması oldu. En son iktidarın “terörsüz Türkiye” adı altında Kürt sorunuyla ilgili başlattığı sürecin sözcülüğünü yapan MHP Lideri Bahçeli de SDG’ye karşı Şam’daki HTŞ (Heyet Tahrir eş Şam) yönetimi ile birlikte “ortak askeri müdahale” tehdidinde bulundu. Bahçeli’nin SDG’yi askeri müdahale ile tehdit ettiği açıklamasında CHP’yi “Terörsüz Türkiye sürecine karşı ideolojik sabotaj girişimi yapmak” ve CHP Lideri Özel’i de “Emperyalizmin oltasına takılmak” ile suçlaması, ilk bakışta birbirlerinden bağımsız gibi görünen bu iki süreç arasındaki ilişkiyi de açığa çıkarıyor.

İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesinin kendi görev ve yetki alanı içinde olmadığı halde CHP il yönetimini görevden alıp yerlerine kayyım ataması ve ardından Adalet Bakanlığı koltuğunu işgal eden Tunç’un yaptığı açıklamalar, bu kararın iktidarın talimatıyla alındığı konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Tunç, bu kararın CHP’nin kurultay davasını etkileyecek nitelikte olduğunu söyleyerek iktidarın asıl hedefini ortaya koyuyor. Hukukçuların bu kararın Anayasa’ya, YSK (Yüksek Seçim Kurulu) kararlarına ve Siyasi Partiler Yasası’na aykırı olduğunu belirtmeleri de iktidarı bu hedefinden vazgeçirmiyor.

İktidarın talimatıyla mahkemelerin belediye başkanlarını görevden alması ve belediyelere kayyımların atanması, en temel demokratik haklardan biri olan seçme ve seçilme hakkına yönelik bir müdahaleydi. Ancak CHP İstanbul il yönetiminin görevden alınması kararı, iktidarın mahkemeler üzerinden siyaset yapma hakkını askıya alması yönünde atılmış bir adımdır. Bu karar, iktidarın istediği siyasi partiye istediği gibi müdahale edip yöneticilerini görevden alabilmesinin önünü açıyor ve siyaset yapabilme hakkını iktidarın keyfiyetine bırakıyor. Dolayısıyla iktidarın siyasi partilere ve siyaset yapma hakkına istediği gibi müdahale edebilmesinin önünü açan bu adım, Erdoğan’ın “ileri demokrasi” dediği faşist rejim inşasının yeni bir aşamasına işaret ediyor.

Daha önce istifa ettiğini ilan ettiği CHP’nin İstanbul il yönetimine kayyım olarak atanmasının hemen ardından “Görevimizin başındayız” açıklamasını yapan Gürsel Tekin, CHP kurultayının iptali davasında “Ne yapayım partiyi kayyıma mı bırakayım” diyerek iktidarın müdahalesine yeşil ışık yakan Eski Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun açtığı yolda ilerliyor.

Elbette burjuva siyaset arenası, kendi çıkarları için ‘Ruhunu satmaya’ dünden hazır olan siyasetçilerle doludur. Geçmişte Erdoğan’ın emperyalizm iş birlikçiliğinden sömürü, yağma ve yolsuzluk düzeni kurmasına kadar ağır eleştiriler yapan Devlet Bahçeli’den Süleyman Soylu ve Numan Kurtulmuş’a kadar birçok siyasetçi şimdi Erdoğan’la birlikte yürüyor.

Son yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkan CHP’ye yargı eliyle belediyeler ve parti kongreleri üzerinden yapılan müdahalenin iktidarın CHP’yi iç kargaşaya sürükleyerek ve muhalefeti bölerek iç siyaseti dizayn etme hedefiyle ilişkisi ortadayken olup bitenlerin CHP’nin iç işleri olarak görülemeyeceği açıktır. Aksine iktidar, “İç cepheyi tahkim etme” adı altında CHP’ye yönelik operasyonlar üzerinden muhalefeti ezmeyi, kendi bekasını güvenceye almak ve bölgenin (Ortadoğu) yeniden dizayn edilmesi sürecinde yayılmacı emelleri doğrultusunda pozisyon alabilmek için zorunlu görüyor.

İktidar Kürt sorununda “terörsüz Türkiye” adı altında başlattığı süreci de en başından dış tehditleri bertaraf etme ve iç cepheyi tahkim etme hedefleri ile açıklamıştı. Bu süreçle birlikte seçme ve seçilme, siyaset yapma hakkı gibi en temel demokratik hakları askıya almaya yönelik müdahaleler gerçekleştirilirken bir demokrasi sorunu olan Kürt sorununun çözülebilmesi de olanaklı değildir. Bu sürece “terörsüz Türkiye” demesi ve son günlerde Rojava- SDG’ye yönelik müdahale tehditlerinin ardı sıra gelmesi de iktidarın derdinin bu olmadığını gösteriyor.

SDG’yi “İsrail’in yörüngesinde” olmakla suçlayan ve HTŞ ile birlikte askeri müdahale tehdidinde bulunan Bahçeli, Kürtlere kuzu postuna bürünmüş kurdun dişlerini gösteriyor. Bahçeli ve temsil ettiği şoven devlet politikası, Kürtlerin ulusal demokratik haklarını talep ettikleri her yer ve zamanda hemen emperyalistlerin ya da İsrail gibi gerici güçlerin parmağını görüyor. HTŞ yönetiminin Alevilere ve Dürzilere yönelik katliamları ve Kürtlere yönelik tehditleri ortadayken Bahçeli’ye ve daha önce “Kılıcı kınından çıkarma” tehdidinde bulunan Erdoğan’a göre Kürtlerin önünde silahlarını HTŞ’ye teslim etme ve kendilerini yönetme taleplerinden vazgeçmeleri dışında bir seçenek bulunmuyor.

Kürtlerin sınırların ötesindeki kazanımlarını bile tehdit olarak görenlerin ülkede demokratik çözüm gibi bir dertlerinin olmadığını anlamak zor olmasa gerek. Ancak yine de iktidar sürece dört elle sarılıyor, süreci bozmaya izin vermeyeceğini söylüyor. Çünkü bu süreç, bir yanda Mecliste kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu üzerinden Kürtlerde demokratik çözüm beklentisini canlı tutarak iç siyaseti dizayn müdahalelerini devam ettirebilmek ve öte yandan da bölgede Kürt güçlerini silahsızlandırmak (Bu temelde HTŞ’yi de eğitip donatmak) için zaman kazanmak bakımından oldukça kullanışlı bir araç işlevi görüyor.

Bu sürecin hem “İç cepheyi tahkim etme” adı altında sürdürülen operasyonlar ve hem de bölgenin yeniden dizaynı sürecinde Kürt sorununu çözmek yerine sadece Kürt güçlerini silahsızlandırarak emperyalist paylaşımda daha fazla rol ve pay alma hesabıyla ilişkisini görmek, bu politikaya karşı nasıl bir tutum alınması gerektiği sorusunun yanıtı bakımından da önem taşıyor. Kürt sorununun çözümü, ülkede demokrasi ve bölgede barış mücadelesiyle iç içe geçmiştir ve bu mücadelenin başarısı da emek, demokrasi ve halk güçlerinin iktidarın politikaları karşısında güç ve birliğini büyütmesine bağlıdır.


Seçtiklerimiz: Yusuf Karadaş – Evrensel – 05.09.2025

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑