Başımıza ne geliyorsa komünizmi bilmememizden geliyor / Ergün Aslan
Mahir’e, Deniz’e, İbrahim’e sorsalardı; “Proletaryayla ne zaman komünizmi yaşayacaksınız?” diye, herhalde Stalin gibi; “Zaten yaşıyoruz.” derlerdi.
A… cancağızım!
Vah… cancağızım!
Biz, kadının aile içerisindeki rolüyle, köylünün de ineğini kendisinin sağmasıyla veyahut da herkesin birbirine baba, dayı, teyze demesiyle sosyo-ekonomik yapıyı ararsak daha çok…
Avrupa toplumlarında bile bırakın feodalizmi, anaerkil toplumları…
Neyse cancağızım neyse, espriyi bırakır da asıl konumuza gelirsek…
Acaba…
Kendine özgü kapitalizm diyalektiği, komprador kapitalizmin diyalektiğinden farklı iken…
Ve Marks’ta…
Doğa/kapitalizm diyalektiğiyle – insan/devrim diyalektiğini kesin çizgilerle birbirlerinden ayırmış; komünizmle sosyalizmi de: “Biz birbirinden ayrı gayrı görmedik.” diyerek komünizmi, sosyalizmin kendisi, devamı olarak görmüşken…
Hangi çılgın kalkar da…
Elinde düşürmediği kendine özgü gelişen kapitalizm kitabıyla; komprador kapitalizmde kendine özgü kapitalizm öğeleri, diyalektiği arar.
Veyahut da hangi çılgın da kalkar…
Başarısızlıklarından, yenilgilerinden kaynaklı üzerlerine gelen kızgınlıkları, öfkeleri doğa diyalektiğiyle, insan diyalektiğini…
Sayfalar dolusunca ve sayfalar dolusunca…
Bıkıp usanmadan…
Birleştirerek göğsünde yumuşatmayı…
Doğa diyalektiğinin gerçekleşme zorunluluğuyla da “Tarihin yönü komünizme.” demeyi…
Sonra da…
Maksat centilmence spor yapmak değil ya…
Rakiplerinin hayalarına sertçe şut çekmeyi…
Ardından da kalkıp…
“A… pardon!”
“Tarihin yönü komünizme dedik ya…”
“Komünizmin gerçekleşmesi için de…”
“Bir zora ihtiyaç varmış.” demeyi göze alır, bilmem.
Yalnız tek bildiğim ve ilk önce…
Kendine özgü kapitalizmin diyalektiğini, komprador kapitalizmin diyalektiğinden arayarak…
Kleopatra’dan bir Romalı arayanlara…
Söyleyebileceğim tek şey de…
Sezar’a (Roma’ya) tabi olanların elde ettiği tüm zenginliklerin, sömürgelerin her şeyden önce Sezar’ın elde ettiği zenginlikler, sömürgeler olduğudur.
Ve…
Kleopatra ne kadar Sezar’a aşık olsa da (ne kadar zenginlikler, sömürgeler elde etse de)…
Sezar var oldukça…
Kleopatra gerçek anlamda asla bir Romalı (Sezar) olamayacağıdır.
Bu yüzden de…
Antonius’un kolları arasına koşarak giden…
Sıkıştığında da savaş alanında topuklayarak Antonius’un kellesini Sezar’a terk eden…
Kleopatra’da (komprador kapitalizmde – Mısır’da)…
Kendine özgü kapitalizmde olduğu gibi gerçek anlamda kapitalist sınıflar – sömürge çelişkileri arayanların; boş, beyhude bir çaba içerisinde olduğudur.
Diğer konuya da doğa – insan diyalektiğini birleştirerek doğa diyalektiğinin gerçekleşme zorunluluğuyla…
“Tarihin yönü komünizme.” diyenlere de Marks’la gelirsek…
Marks, ilk önce…
Sayfalar dolusunca ve sayfalar dolusunca…
Bıkıp usanmadan…
Doğa ve insan diyalektiğini birleştirenlere cevap verebilmek için…
Doğa/kapitalizm diyalektiğiyle…
İnsan/devrim diyalektiğini; “itiraz edilemez” ve “itiraz edilebilir” diye birbirinden kesin çizgilerle ayırır.
Ardından da…
Kadının (insanın/devrimin) diyalektiğini; çocuklarının rızkını kumarda, pavyonlarda yiyen, her akşam eve sarhoş geleceği; çocuklarını da kocasını da döveceği kesin olarak bilinen bir diyalektiğe sahip olduğunu söylese bile…
Kadının, dayak yiyen erkeğin ardında metabolizmasının erkeği sadece kumarına, pavyonluğuna; mutluluğuna engel olan bir obje olarak görmeme ihtimali olması nedeniyle…
Tek suçu çocuklarının babası, evinin hizmetçisi, kadının da dayakta, yatakta fantezisi olarak görülen saf, hiçbir günahı olmayan, zavallıcık erkeğin her gün ve her gün yaşamak zorunda kaldığı diyalektiği kadar kesin bilimsel sonuçlar vermeyeceğini söyler.
En sonunda da…
Doğa/kapitalizm diyalektiğinin kesin, itiraz edilemeyecek diyalektiği dışında…
Kendisini değiştirebilme gücünden mağdur olmasından bahis eder…
Kapitalizmin; sınırlardan sınırsızlığa – sınırsızlıklardan da sınırlara; kaçınılmaz bir (dejavu) diyalektiği içerisinde olmasından…
Ve böylece Marks, doğa ve insan diyalektiğini şartsız, şurtsuz; sayfalar dolusunca ve sayfalar dolusunca hem de bıkıp usanmadan birleştirip…
Doğa diyalektiğinin gerçekleşme zorunluluğuyla da “Tarihin yönü komünizme.” diyenlere de cevap vermiş olur.
En sonunda da Marks…
Örgütlenme, devlet, komünizm (kurallar) konusuna gelir…
Ve Marks…
Kurallara ruh verenlerin sınıflar olduğunu söyler.
(Tabii ki böyle söylemesi de kuralların ne kadar önemli olduğunu değersizleştirmez.)
Sınıflarda soyutlanan örgütlenmelerin birçoğunda proletarya örgütlenmelerinden daha demokratik kurallara sahip olduğunu ilave eder.
Ancak kurallara ruh verenlerin sınıflar olması nedeniyle proletarya örgütlenmeleri karşısında daha demokratik kurallara sahip olan burjuva örgütlenmelerinin gerici olduğunu da yeniden hatırlatır.
Ve ruhen daha ileri giden komünist öncüler sayesinde burjuvaların demokratik kuralları karşısında geri olan proletarya kurallarının dahi daha da ilericileşebildiğini…
İlericileştikçe de, bir o kadar insancıllaşan insanlar (öncüler ile proletaryalar; proletaryalar ile proletaryalar) arasında kuralların ve ekonomik farklılıkların (örgütün, devletin despotik, eşitsiz; sınıflaşmanın kaynağı olma yanının) değersizleştiğini, anlamsızlaştığını, tarihin tozlu sayfaları arasında da kaybolup gitmeye başladığını söyler.
Ve ardından da…
Anarşistlerin; insan ilişkileriyle… taaa… örgütlenme aşamasından başlayarak yavaş yavaş örgütlüğü, sosyalizmi ortadan kaldırmaya başladıklarını iddia eden Marksistlerin gerçek anlamda, komünizmde dahi toplumun bağrında örgütlüğü (devleti = sosyalizmi) ortadan kaldırmadıkları…
Tezlerine karşı…
Marks;
Hangi amaç için olursa olsun bir araya gelmiş insanların, o amaç içerisinde yer aldığı her rolünde bir örgütlüğün (bir devletin) inşası olduğunu söyler.
Bu amacın başarılı olabilmesi için de rollerin her birinde inşa edilen örgütlüğün kurallarına sıkıca riayet edilmesiyle mümkün olabileceğini de ilave eder…
Ve en sonunda da… rollerin kendi aralarında kurduğu ilişkilerinde amacın gerçekleşmesi için kurulan örgütlüğü de ortadan kaldırmadığını…
Anarşistlere hatırlatır.
Ve böylece bir amaç için bir araya gelmiş; amacın gerçekleşmesi için de amacın içerisinde roller almış anarşistlere söyledikleriyle asıl örgütlüğü, devleti kimlerin ortadan kaldırmadığını; amacın gerçekleşmesine, insanlar arasındaki ilişkilerin değişmesine de kimlerin zarar verdiğini hatırlatır.
Tüm bu söylediklerinin ardından Marks…
Örgütlükten tutun, komünizmde dahi insancıllaşan insanlar dışında toplumun yaşayışını ve devamını sağlayan…
Kuralların (devletin)…
(Devletsiz, devletin)…
İzlerinin varlığına ulaşmış olmakla da…
Komünizmi…
İnsancıllaşan insanların dışında arayanlara…
İnsanlığın sahip olduğu her koşulda ve her sosyo-ekonomik evrede yaşanır görmeyenlere…
Gelişmiş bir ekonomik yapının sonucu olarak görenlere…
Ve en sonunda da komünizmi, insancıllaşan insanların; örgütlüğün – sosyalizmin, kendisi, devamı, diyalektiği olarak görmeyip komünizm hakkında bambaşka düzen arayışlarına sürüklenenlere de cevap vermiş olur.
Ergün Aslan – 25.05.2025

























































