Makaleler

Published on Mayıs 12th, 2025

0

Barışın provoke edilmesi | Aziz Tunç


Süreci yürütecek ve başarıya taşıyacak olan kitlelerin mücadelesi olacaktır.  Hareket halindeki kitlelerin taleplerinden birisin de barış ve demokratik toplum olmalıdır.

Türkiye’de sürdürülen çatışmalı ortamın son bulması ve barışın gerçekleştirilmesi için başlayan ve adı olmayan süreç, devam edip etmediği belli olmasa da en azında bitirilmedi.

 Dolayısıyla barışa ve sürece ilişkin gelişmeler hem bütün yönleriyle izleniyor hem de çok yönlü tartışmalara ve değerlendirmelere konu ediliyor. Bu kapsamda çok sık tekrarlanan, barış süreçlerinin başladığı her durumda tartışılan ve genel kabul görmüş bir değerlendirmeyi konu etmek gerekiyor.

Söz konusu değerlendirmeye göre, “çatışmalı süreçleri sonlandırmayı amaçlayan görüşme ve gelişmelerin engellenebileceği, bunun için de provoke edilebileceği,” ileri sürülmektedir. Bu görüşün ileri sürülmesinden beis yok. Ancak bu görüş kesin, mutlak ve değişmez bir doğru gibi sunulmaktadır ki tartışılması gereken konulardan biri budur. Tartışılması gereken ikinci nokta ise bu tarz engelleyici faaliyetlerin nasıl olup da devletin kararlarını değiştirebildiğidir. Yani devletten daha büyük bir güç mü bulunmaktadır.

   Barış görüşmelerinin engellenebileceği, bu amaçla çeşitli provokasyonların yapılabileceği doğrudur ve bu gerçeği her aşamada dikkate almak önemlidir.  Fakat bu durum mutlak değildir, birisi bu. İkincisi de yapılan veya yapılacak olan provakasyonu önlemek veya buna rağmen barışı gerçekleştirmek devletin görevidir ve devletin imkânları açısında bu mümkündür.   

  Dolayısıyla her durumda ve her yerde işin içinde devletin eli yoksa provokasyonlar olmaz, barış süreci akamete uğramaz.

Buna rağmen barış süreçlerinin kesintiye uğradığı yerlerde devletlerin sureti haktan görünerek sanki kendilerinin hiç dahli yokmuş gibi, barışın provoke edildiğini söylemeleri tam bir sahtekarlık, iki yüzlülük ve alçakça bir samimiyetsizliktir.

  Bu yaklaşım daha çok süreci provoke eden devletlerin yaptıklarını gizleme çabasıdır. Çünkü herhangi bir provokasyonu devlet, önleyebilir.  Diyelim ki önleyemedi o zamanda provokasyonun etkisini sürdürmesini ve barış sürecini engellemesini önleyebilir.  Bu yapılmıyorsa demek ki barışı önleyen provokasyonu ya devlet yapmıştır veya yaptırmıştır.   

Biraz ayrıntılara bakıldığında bu gerçeklik daha kolay anlaşılacaktır. Bir devletin en çok yatırım yapılan en son teknolojiyle donatılmış bir istihbarat birimi vardır.  Öyle ki bu birimler ülkelerde yaşayan milyonlarca insanın ne yediğinden tutalım da ne yaptığına kadar her konuda bilgi sahibi olabilmektedirler.

Aynı şekilde devletlerin arzu etmediği her türlü gelişmeyi önleyecek ordusu polisi ve sayısız güvenlik mekanizmaları ve sayısız güvenlik elemanları vardır ve bunlar güvenlik için eğitilmekte istidam edilmektedirler.

   Devlet   güvenlik için yaptığı bu kadar istidamı tam da böyle durumlar için yapmıştır. Bu güvenlikçilerin işi, devletin planlarının ve politikalarının uygulanmasını engelleyecek olan çeşitli saldır ve provokasyonları engellemektir.

 Bir başka nokta neden birileri barışı engelleyen bir eylem yaptı diye barıştan vazgeçiyor? Bu işte bir tuhaflık yok mu?

   Son olarak devletin hilafına bir gelişmenin olması, devletin yapmak istediklerinden vazgeçmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Yani vatandaşın biri vergi vermediği zaman devlet vergi almaktan vazgeçmiyor. Ya da askere gitmediği zaman devlet, orduya asker istihdam etmekten vazgeçmiyor.

   Buna göre diyelim ki birileri barışı istemedi ve provoke etti. Bu durumda devletin bu birilerinin provokasyonundan etkilenerek yapması gereken barıştan vazgeçmesi devlet olmanın özelliklerine aykırıdır.

   Buradan bakıldığında gerçeği daha net görülmektedir ki barış çalışmalarının engellendiği çeşitli provokasyonları ya devlet kendisi yapmıştır veya yapılmasına göz yummuş, teşvik etmiştir

 Gerçeğin böyle olduğu, Türk devletinin Kürt özgürlük hareketiyle geliştirdiği çeşitli deneylerden de görülebilir. Habur süreci neden barışla noktalanmadı? Kim provake etti ve bu provokasyon sürecinde Türk devletinin tutumu ne idi?

Halklar veya halklar adına politika yapan demokratik kurumlar, neden barış yapıyorsunuz diye ayaklanarak egemenlerin saraylarını basmadılar. Bu durumda halkların ve demokratik çevrelerin Habur sürecini provoke ettiklerini söylemek gerçekçi değildir. Peki o zaman kim sürecin gelişmesini engelledi?

 Aynı şekilde 2015 sürecinde barışı kim provoke etti, Türk devleti bu süreçte nasıl bir rol oynadı? 2015ten sonrada kimse barış olmasın diye sokaklara dökülmedi, kimse barışı anlatan “Akil İnsanları” dövmedi, barış için yapılan çalışmaları engellemedi.

Her iki durumdan da Türk devleti provakasyonu düzenleyenlerle birlikte olduğu gibi daha sonra sürecin ilerlemesini özellikle engelleyen bir rol oynadığı bilinmektedir.

 Bunları neden yazma gereği hasıl oldu? Malum, Kürt halk önderi Öcalan’ın barış ve demokratik toplum olarak adlandırdığı ama devletin ısrarla adını konmadığı   yeni bir süreç yaşanıyor.  Bu sürece devletin ad koymaması ve konulan adı kabul etmemesi bile başlı başına bir provokasyondur. Çünkü sürece ad koymayarak her türlü engelleyici gelişmenin önü açık tutulmaktadır. Zaten öyle olduğu için sürekli saldılar yapılmakta ve teslim ol bildirileri dağıtılmaktadır.

 Barış ve demokratik toplum çalışmaları belirtilen bu gerçeği hesaba katarak yürütülmelidir. Sürecin ne kendisi ne yürütülmesi, mevcut devletin yöneticisi olan cumhur ittifakının insafına  bırakılmamalıdır. Süreci yürütecek ve başarıya taşıyacak olan kitlelerin mücadelesi olacaktır.  Hareket halindeki kitlelerin taleplerinden birisin de barış ve demokratik toplum olmalıdır. Kürtlerle birlikte Aleviler, işçiler, kadınlar ve gençler her ortamda ve her biçimde barış talebini sahiplenmeli ve bunun gereğine uygun bir pratik geliştirmelidir.


Aziz Tunç – 12.05.2025

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑