Makaleler

Published on Aralık 5th, 2025

0

AABF’de yaşananlara susma, suça ortak olma! | Hüseyin Şenol


AABF’de kadın yöneticilerin, derneklerin ve disiplin kurulunun yaptığı açıklamalar susulacak değil, duyulacak seslerdir. Kurumsal adalet ve toplumsal eşitlik için bu sese kulak tıkamak değil, güç vermek gerekir.

Alevi kurumlarında başta toplumsal cinsiyet ve genel olarak eşitlik için yıllardır süren bir mücadele var. Bu mücadelenin görünür kılındığı her an, aynı zamanda demokratikleşme ve hesap verilebilirlik açısından da tarihsel önemdedir. Bugün Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’nda (AABF) 9 kadın yönetici, 57 dernek ve Merkez Disiplin Kurulu açıklama yapıyorsa, bu artık bir sessizlik değil; açık, kamusal ve kolektif bir tutumdur.

Yaşananlar ne bir “iç mesele” olarak geçiştirilebilir ne de polemik diyerek önemsizleştirilebilir. Ortada çok açık bir gerçeklik var: Kurum içinde yaşanan sürecin kendisi haber değeri taşıyor. Paylaşılan yazılar, röportajlar ve haberler; polemik değil, hakikatin kendisidir.

Görmezden gelmek değil, cevap vermek gerekir

Kadınların, yönetici kadroların ve dernek temsilcilerinin yaptığı açıklamalara karşı farklı bir görüş varsa, bu da elbette ifade edilebilir. Ama bu, susmalarını istemek ya da sessizlikle geçiştirmek anlamına gelemez. Tartışma varsa şeffaflık gerekir. Hele ki sürgün edilenler bizzat haberin konusuyken, “bu mesele kamuya açık olmamalı” demek, gerçeklikten kaçmaktır.

Ne yazık ki bazı sol, sosyalist kurum ve bireyler, her eleştiri karşısında ezberlenmiş bir klişeyi devreye sokuyor: “Bu tür çıkışlar düşmana hizmettir.” Oysa asıl düşmana hizmet, haksızlık karşısında susmak, baskıya karşı sessiz kalmaktır. Toplumcu bir çizgi, özgürlükçü bir tutum bunu gerektirir.

Bu yaklaşım ne etikle bağdaşır, ne sosyalist ilkelerle. Mahalle baskısı kurmak, eleştireni düşmanlaştırmak, “bizden biri” refleksiyle yanlışları örtmek; sosyalist demokrasiye açıkça düşmanca bir tavırdır. Hatırlatalım: Sosyalistlik bir aidiyet değil, bir sorumluluk meselesidir.

Her alan politiktir ve hiçbir kurum ya da birey eleştiriden azade değildir. Buna sosyalist kurumlar da inanç kurumları da dâhildir. Bu nedenle özellikle “sosyalist” arkadaşlara çağrım şudur: Menfaatlerinden dolayı eleştiriden uzak durmak yerine, Aleviliğe ve bu kurum içinde cereyan eden gelişmelere, “üye kaybederim” korkusunu geride bırakarak yaklaşmalıdır. Eleştiriden kaçmak, adaletsizliğe ortak olmaktır.

            Vicdan ve solduyu sahibi olmak gerekir.

Disiplin kurulu yargıya başvurdu

Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) Merkez Disiplin Kurulu, kamuoyuna yaptığı açıklamada önemli bir kırılma anını duyurdu. 2023 Türkiye Deprem Yardımları ve Madımak Belgeseli harcamalarına ilişkin bilgi taleplerinin yanıtsız bırakıldığını ve kurumsal denetim süreçlerinin sistematik şekilde engellendiğini belirten kurul, bu gerekçelerle süreci yargıya taşıdığını açıkladı. Açıklamada ayrıca AABF yönetiminin “hesap verme yükümlülüğünü sistematik olarak ihlal ettiği” ifade edilerek, sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulduğu vurgulandı.

Bu durum artık sadece bir iç yönetim sorunu değil; kamusal sorumluluk taşıyan bir hukuk süreci hâline gelmiştir. Kurumsal şeffaflık talebinin disiplin kurulu tarafından da sahiplenilmesi, bu tartışmayı kişisel değil, yapısal bir meseleye dönüştürmüştür.

Kadın yöneticilerden adalet çağrısı

Disiplin Kurulu’nun açıklamasından yalnızca birkaç gün sonra bu kez AABF’de uzun yıllardır görev alan kadın yöneticiler, “AABF’deki hukuksuzluğa ve baskıya karşı adalet çağrısı” başlığıyla kamuoyuna seslendi. Açıklamada çok net bir dille, kurumun küçük bir grubun çıkarlarına teslim edildiği ifade edildi. Dahası, tartışma içinde yer alan muhalif kadınlara yönelik hakaret, dışlama, baskı ve korkutma gibi uygulamaların sıradanlaştığı vurgulandı.

Kadınlar açıkça şunu söyledi: “AABF’yi özel mülkiyetiniz sandınız.” Bu cümle, sadece bir tepki değil; AABF’deki kurumsal krizin derinliğini ve merkezileşmiş keyfiyetin ulaştığı boyutu gözler önüne seriyor.

Bu sürecin en çarpıcı örneklerinden biri, Frankfurt’taki genel kurulda yaşandı. Delegelerden Özlem Kılıç Mirwald, yaptığı kamuoyu açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Frankfurt’taki genel kurulda uğradığım fiziksel saldırı ve söz hakkımın engellenmesi, eleştiriyi susturma çabasıdır; bu tutum ifade özgürlüğüne ve demokratik değerlere açık bir ihlaldir.”
Bu açıklama, yaşananların sadece fikir ayrılığıyla sınırlı olmadığını, doğrudan fiziki müdahale ve kurumsal zorbalık biçiminde tezahür ettiğini gösteriyor. Üstelik bu müdahaleler, kadınlara yönelik sistemli dışlamaların bireysel bir örneği olarak kamuoyuna mal olmuştur.

Bu gelişmelerin ardından, AABF’nin geçmiş dönem kurucu yöneticilerinden ve halen onursal başkanlık görevinde bulunan bir ismin, başından beri yaşanan sürece ve kamuoyuna yansıyan gelişmelere dair açık şekilde eleştiride bulunması, dikkatle not edilmelidir. Özellikle kadın yöneticilerin, disiplin kurulunun ve onlarca derneğin sesini duyuran medya kuruluşlarına yöneltilen bu eleştiriler, kurumsal suskunluğu yeniden tesis etme çabası olarak okunmalıdır. Oysa “onursal” sıfat, geçmişteki emeği kutsamak için değil, bugünkü adaletsizlik karşısında daha fazla sorumluluk almak için vardır.

Bu açıklama, disiplin kurulunun çıkışıyla birleşince, ortada bireysel şikâyetlerin değil; yapısal bir çürümenin olduğuna işaret ediyor. Artık bu sese sessiz kalmak, yalnızca bir tercihten değil, sorumluluktan kaçmaktan ibarettir.

Bu noktada sormak gerekiyor: Hani kadınların beyanı esastı?
Alevi kurumlarında, sol çevrelerde, demokratik kamuoyunda sıkça dillendirilen bu ilke, neden konu muhalif kadınlara gelince askıya alınıyor? Kadınların baskıya, hakarete, dışlanmaya uğradıklarını açıkça ifade ettikleri bir süreçte, bu beyanları görmezden gelmek, ilkesizlik değilse nedir? Dayanışma, sadece belirli kadınlarla mı sınırlıdır?

Kadınların sesini duymak, taraf olmak değil; adil olmaktır. Ve bu adalet, ancak beyanları esas alarak başlar.

Medyaya saldırmak, sosyal medyada sürdürülemez

Bugün açıklamada bulunan kadın yöneticilerin, dernek temsilcilerinin ve AABF disiplin kurulunun sesine yer vermek, gerçek bir gazetecilik çalışmasıdır. Buna kulak tıkayanlar, cesaretle haksızlığın üzerine gidenlere ve yine korkusuzca bu sesi sayfalarında duyuran medya kuruluşlarına saldıranlar, ciddi bir yanlış içindedir.

Dahası, bu saldırılar sadece bireysel tepkilerle sınırlı kalmıyor; sosyal medyada da sistematik şekilde sürdürülüyor. Böyle bir durumda, “bu bizim iç meselemiz, dışarıya taşınmasın” demek artık bir savunma olamaz. Unutulmamalı ki sosyal medya da bir kamusal alandır. İnsanlar burada görüşlerini açıklar, medya da bu kamuya açık görüşleri haberleştirir. Kaldı ki, açıklamalar doğrudan sosyal medya üzerinden yapılıyorsa, medyaya yönelik “niye haber yaptınız” serzenişi yersiz ve temelsizdir.

Buna karşılık bazı çevrelerin içinde bile sıkça karşılaştığımız “AABF kendi içinde tartışmalı, dışardan mesele kaşınmamalı” veya “bu tür eleştiriler Alevi demokratik hareketini böler” türü söylemler, ilk bakışta iyi niyetli gibi görünse de aslında demokratik meşruiyetin en temel ilkesine, yani kamu denetimine aykırıdır. Çünkü kamuya açık çalışan, binlerce insanı temsil eden bir kurumda yaşanan sorunlar sadece “iç mesele” değil; toplumun tamamını ilgilendiren, sorumluluk gerektiren meselelerdir. Solduyu, susmayı değil; sorumlulukla ve cesaretle konuşmayı gerektirir. Bu tür söylemler, çoğu zaman kaygı ve korkaklığın siyasal kamuflajı olur…

Kaldı ki eleştirenleri değil, eleştirinin nedenlerini konuşmak gerekir. “AKP’nin oyununa gelmek” gibi genellemelerle haklı eleştirileri susturmaya çalışmak, özgürlükçü ve ilerici bir çizginin değil, kriz anlarında sessizliği dayatan reflekslerin ürünüdür.

Gelişmelere gazetede, sosyal medyada yer verilmesine karşı “AABF içindeki sorunları kurum kendi içinde tartışarak çözmelidir. Dış müdahaleler objektif değildir” şeklindeki talihsiz açıklamalar da görülüyor. Bu arkadaşların unuttuğu, daha doğrusu görmek istemediği durum: “dış müdahale” değil, içerinden yüzlerin, hatta binlerin çığlığıdır. Bu türden söylemler, çoğu zaman kaygı ve korkaklığın siyasal kamuflajıdır. Hele ki bu söylem, açıkça yapılan açıklamalara ve kamuoyuna yansıyan gelişmelere karşı suskunluğu meşrulaştırmak için kullanılıyorsa, esas olarak ifade özgürlüğünü ve demokratik hesap verebilirliği bastırmaya hizmet eder.

Çoğulculuktan vazgeçmeyiz

Elbette bu gelişmelere sayfalarımızda yer verdiğimiz için tepki gösterenler oldu. Bu doğaldır. Ancak yazılarıyla, yorumlarıyla, doğrudan mesajları ve açıklamalarıyla destek verenlerin sayısı da azımsanmayacak kadar çok. Hatta açık söyleyelim: Bu desteklerin sayısı, etik basın anlayışımıza yöneltilen tepkilerden katbekat fazla olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.

Özelikle “Alevi medyası” ve “sosyalist medya ve çevrenin” suskunluğu bu gelişmede de devam ediyor. Yazarlarından biri olduğum Avrupa Demokrat gazetesi, bu sürecin üzerine cesaretle giden birkaç, hatta sadece üç dört medya organından biridir. AABF yönetiminin ve üye derneklerinin açıklamalarına da yer veren Avrupa Demokrat, aynı zamanda muhaliflerin sesini de duyurmaya devam edecektir. Çünkü basın ahlakı bunu gerektirir. Çoğulculuk ve eleştiri, kamusal sorumluluğumuzun temelidir.

Bu tablo bile başlı başına bir gösterge. İnsanlar adaletli olana, açık olana, hakikatin yanına konumlanana sahip çıkıyor. Bu sahiplenmeyi, başta kadınların olmak üzere muhaliflerin sözünü bastırmak isteyenlere karşı ortak bir ses olarak duymak gerekir.

Bu bir kişisel mesele değil. Bu, tarihsel ve toplumsal bir sınavdır. Ve bu sınavda susmak değil, konuşmak gerekir.


Hüseyin Şenol – 05.12.2025

Tags: , , , , , , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑