Feminist mücadelenin hafızası: Uçan Süpürge’den konferans notları
KADINLARIN GÜNDEMİ – Kadınlar, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’ne sayılı günler kala, iktidarın yaydığı moral bozucu ne varsa dağıttı attı. Uçan Süpürge Vakfı’nın 30 yılı kutlu olsun, yaşasın dayanışma, yaşasın kadınlar.

Evrim Kepenek – bianet
Yıllar önce… Belki 20, belki 30. İki akademisyen aynı zamanda iki inatçı, iki ısrarcı kadın hakları savunucusu, düşüyor Cağaloğlu’nun dik yokuşlarına.
O zamanlar bütün gazeteler orada siyaset, medya, kavga, gürültü hepsi o sokaklarda. Kadınlar gazetelerin kapısını tek tek çalıyorlar tek bir amaçları var: 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için bir çağrı metni yayınlatmak.
Çoğu yerin kapısı yüzlerine kapanıyor. Sonunda Cumhuriyet’in kapısına gidiyorlar. O dönem yöneticiler iki erkek isteksiz, temkinli, “acaba?”larla bakan gözlerle. Akademisyenlerden biri bugün epey ünlü bir erkek gazeteci olan isme karşı net bir cümle kuruyor:
“Bu metni yayınlayacaksınız, yayınlamazsanız sonra hesap sorarız.”
Ertesi gün arka sayfada küçücük bir yer açılıyor metne. Üstelik başlığı: “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”. Kadınlar bu başlığa da kızıyor, “Her kadın emekçidir, niye ayırıyorsunuz?” Fakat yine de amaca ulaşıldığı için mutludurlar.
Ancak bir detay daha var. O da şu, 8 Mart haberinin hemen altında altında bir karikatür göze çarpıyor. Bir erkek ve bir kadın kol kola yürüyor. Kadının adımları başka bir yöne doğru gidiyor. Altında tek bir kelime yazmışlar: “Feminizm.”
Prof. Şule Aytaç’ın anlattığı bu hikâye, aslında Türkiye’nin hikâyesi. Kadınların ısrarının, inadının, mizahının, kapı kapı dolaşma cesaretinin hikâyesi.
Aytaç’ın yanında Cağaloğlu’nda gazetelerin kapısını çalan kişi de feminist hareketin asla unutmayacakları arasında ye alan Şirin Tekeli.
Aytaç’ı dinleme fırsatım, kadınların yıllardır sahadan sahaya, kapıdan kapıya dolaşarak büyüttüğü Uçan Süpürge Vakfı’nın 30. yılı için düzenlenen “Kadın Hareketinin Dünü, Bugünü, Yarını” konferansında oldu.
Kadın dayanışması hayat kurtarır

Konferansın açılışını Ayşe Ürün Güner yaptı. Konuşmasının başında “Bu odada yıllardır aynı hayali taşıyan kadınlarla yan yana olmak tarifsiz bir duygu” dedi. Uçan Süpürge’nin 30 yıllık yolculuğunu “tek bir kişinin değil, yüzlerce kadının emeği, hayali ve dayanışması” olarak tarif etti.
“Değişim büyük sözlerle değil, küçük bir dayanışma anıyla başlıyor” dediğinde salonun tamamı başıyla onayladı. Bu ülkede kadın dayanışmasının kaç kere hayat kurtardığını bilenler bilir.
Sözleri ilerledikçe, 30 yıllık yolculuğun hafızasını taşıyan ama artık aramızda olmayan kadınları andı. O an salona bir sessizlik çöktü feminist hafızanın acısı, özlemi ve gururu bir arada.
Ardından Prof. Dr. Yakın Ertürk kürsüdeydi. Guatemala’dan, Maya kadınlarının anlattığı “ilahi dişiliğe dönüş” hikâyesinden bahsetti. Feminist bir akademisyen olarak, önce bu anlatıya mesafeli oluşunu, sonra merakının ağır basıp araştırmalara dalışını anlattı. Maya kültüründeki kadınsı ve erkeksi enerjiler dengesi, internetin doğuşu, Covid döneminin tuhaf yakınlığı… Hepsi Ertürk’ün sözlerinde feminist bir eleştiriyle harmanlandı.
Sonra konu kadın hareketinin küresel hafızasına geldi. Pekin Konferansı, uluslararası insan hakları mekanizmaları, 16 Günlük Aktivizm… Kadınların dünyanın her yerinde tanıdığı o ortak dil: eşitlik. Fakat Ertürk uyarıyordu: Neoliberal politikalar feminizmi törpüledi, “gender” kavramı ataerki tartışmasını geriye itti, otoriter rejimler kazanımları hedef aldı.
Yani yol uzun ve hâlâ dikenli. Ama Ertürk’ün tarifiyle:
“Krizle ve dönüşümle iç içe geçen bu evre, feminist politikanın geleceğini belirleyecek.”
Erkek şiddeti ile yüzleşmek

Prof. Dr. Yakın Ertürk, önemli bir noktaya daha dikkat çekti. Kürt Meselesi’nin çözümüne yönelik kurulan Komisyon’un kritik bir rol oynadığını, burada “Barışa İhtiyacım Var” Kadın İnisiyatifi’nin yaptığı sunumun ise çarpıcı bir etki bıraktığını anlattı. Sunumda Kürt illerinde yaşanan taciz ve tecavüz vakaları aktarılırken komisyonu dinleyen bazı erkek üyelerden “yok canım, olmaz, abartı, yalan” gibi homurdanmalara yükselmiş.
Ertürk, bu tepkinin kadınların yaşadığı şiddetin inkâr edilmesinin ne kadar köklü bir sorun olduğunu gösterdiğini belirtti ve Kürt Kadın Hareketi’nin feminist hareket açısından taşıdığı önemin altını çizdi. Kadınların yaşadığı sorunlarla yüzleşilmeden toplumsal dönüşümde gerçek bir ilerleme sağlanamayacağını vurguladı.
Günün en çok düşündüren konuşmalarından biri de Reyhan Atasü Topçuoğlu’nundu. Birlik, ittifak ve dayanışma arasındaki farkı öyle sade fakat vurucu bir dille anlattı ki…
“Özel olan politiktir” derken aslında bir şeyi hatırlatıyordu: Politik mücadele, kişisel hikâyelerimizin tam içinden geçer. Ama o kırılganlık alanı bazen bizi birbirimize karşı savunmasız bırakabilir. Kadın hareketinin en büyük başarılarından biri, tüm bu kırılganlık ve çatışmalar içinde bile ortak bir zeminde buluşabilmesiydi.
Reyhan hoca, dayanışmayı “birbirimizin kırılganlıklarına nasıl dokunduğumuz” üzerinden tarif etti. Siyasetin sert yüzünün ötesinde, feminist politikanın bir etik mesele olduğuna işaret etti: samimiyet, karşılıklılık, sorumluluk.
“Birbirimize rağmen değil, birbirimizle birlikte güçlenmek” dedi.

Prof. Dr. Gülriz Uygur da “İhtimam Etiği ve Kadın Örgütleri Arasında Dayanışma” başlıklı konuşmasında “İhtimam etiği”ni öyle incelikle anlattı ki, aslında hep bildiğimiz ama adını koymadığımız şeyi tartışmaya açtı: Birbirimize nasıl bakıyoruz? Birbirimizin kırılganlıklarına nasıl yaklaşmayı seçiyoruz?
Sonrasında kendisi ile özel söyleşi de yaptım.
İhtimam etiği tam olarak ne söylüyor? Feminizmle bağlantısı ne?
İnsan kırılgan bir varlık, ilişkisel bir varlık, bağımlılık ve dayanışma içinde var olan bir varlık.
Ve etik davranmak, önce bunu kabul etmekle başlar.
Uygur’a göre sinir uçlarımız aynı yerde:
– Kimsenin kırılganlığını artırmayacaksın.
– Bağımlılığı tahakküme çevirmeyeceksin.
– Kendini ilişkisel bir varlık olarak göreceksin.
– Ve en önemlisi: Sorumluluğu paylaşacaksın.
Tam olarak feminizmin söylediği şey değil mi bu?
Hatta bazen feminizmin ta kendisi.
Uygur’un konuşması, kadın örgütleri için de net bir çağrıydı aslına bakarsanız. Hepimiz birbirimizin kırılganlıklarını gözettiğimizde, ortaya gerçek bir dayanışma çıkar.

Ayrıca önemli bir haberi de paylaşmak isterim. Hani derler ya “örgütlerde bir bayrak yarışı olur” diye… Uçan Süpürge’de bu böyle olmamış burada bir bayrak devri yaşanmış. Vakfın kurucusu Halime Güner, yönetimi Ayşe Ürün Güner’e devretti. Artık vakfın yönetiminde Ayşe Ürün ve başka kadınlar yer alıyor. Yani “kadın kadının kurdudur” sözü kadın dayanışması ile nasıl “kadın kadın yurduna” dönüştüyse kadınlar için “bayrak yarışı” da bir bayrak devretme örneğine evrilmiş.
Kadın dayanışması bu 38 kentten onlarca kadın bir araya gelmiş, hem de siyasi partilerin en çok korktuğu “feministler”…
Böyle bir günde akşam olur mu? Olmadı. Pastalar kesildi, Uçan Süpürge Vakfı’nın 30. yılı kutlandı.
Sonrası mı?
“Erkekler Kulübünde Siyaset” kitabının yazarı sevgili Prof. Dr. Serpil Çakır’ın dediği gibi.
Sonrası dans…
Yaşasın dans, yaşasın kadınlar, yaşasın feminist mücadele…
Mücadelenin yükseldiği, özgür yeni bir hafta gelsin.
(EMK)























































