Duran Kalkan: Oyalama siyasetiyle çözümün özü boşaltılıyor
PKK’nin kurucu kadrolarından Duran Kalkan, oyalama siyasetiyle çözümün özünün boşaltıldığına dikkat çekerek, “Çözüm istiyorsanız, bu iş Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ile ve siyaset yapar hale gelmesiyle başlar” dedi.
PKK’nin kurucu kadrolarından Duran Kalkan, Medya Haber TV’de yayınlanan özel programda Duran Kalkan, Barış ve Demokratik Toplum Sürecinde gelinen aşama, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın koşulları, Asrın Hukuk Bürosu’nun 6 yıl aradan sonra İmralı’da yaptığı avukat görüşü ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “umut hakkı” ile ilgili toplantısına dair önemli değerlendirmelerde bulundu. Sürece dair adım atması gereken tarafın Kürtler değil devletin olduğunu belirten Duran Kalkan, “Önder Apo’nun siyaset yapmasının önü açılsın, özgür siyaset yapabilir hale gelsin, demokratik siyasi çalışma yürütür hale gelsin, her şey değişir. Çözüm Önder Apo’dan olur” dedi.
Duran Kalkan’ın değerlendirmelerinin tamamını paylaşıyoruz:
Ben öncelikle tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin kahramanları Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yoldaşları ve onların şahsında tüm Eylül ayı şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
Evet, bugün avukatlar bir kere daha adaya gittiler. Görüşme oldu mu olmadı mı henüz belli değil. Altı yıl sonra gittiler. Öncesinde de 2011’den 2019’a kadar yine görüşme olmamıştı. Ancak Ölüm Orucu bu tecridi kırabilmişti. Şimdi altı yıl sonra avukatlar gittiler. Neredeyse “avukatlar İmralı’ya gitti, avukat görüşü oluyor” diye sevineceğiz. Halbuki bu, her yerde çok doğal bir durum. Asgari demokrasilerde olan bir durum. Yani avukat görüşmesinin bile bu hale gelmesi, halk içinde bir deyim var ya; “Ölümü gösterip sıtmaya razı etme”, aynen öyle bir durum. Bu kadar hukuksuzluk olsun, kanunsuzluk olsun ondan sonra da normal bir kanun uygulanır hale gelince bu, sanki büyük bir mucize, büyük bir olaymış gibi algılansın. Tuhaflık burada. Örneğin bu durum, içinde bulunduğumuz sürecin ruhuna da içeriğine de uygun değil.
Barış ve Demokratik Toplum Sürecinden söz ediyoruz. Yani Önder Apo’nun 27 Şubat tarihli çağrısıyla, hiç kimsenin aklının ucundan geçirmediği, duyduğunda inanmakta zorlandığı tarihi adımlar atıldı, gelişmeler oldu. 50 yıllık PKK, örgütsel varlığını sona erdirdi. Silahlı mücadele stratejisini değiştirdi. O kadar şey oldu ki, bunun karşılığı avukatların İmralı’ya gidip Önder Apo ile görüşmesi oluyor. Buna ne denir? Takdiri herkese bırakıyoruz. Herkes sorgulasın, değerlendirsin. “İmralı’da kapılar açılmıştır” mı diyelim? “Barış geldi” mi diyelim? Böyle denebilir mi? Ama biz “tecrit devam ediyor, rehine durumu sürüyor” deyince muhataplarımız alınıyorlar. Rahatsızlıklar ortaya çıkıyor. Peki ama bu durum nedir? Hala PKK’nin feshi üzerinden dört ay geçmiş, beşinci ayına girmiş olmasına rağmen bu durumun sürdürülmesi; avukat görüşünün bile bu kadar mucize olay haline getirilmesi, bu kadar haber değerli bir pozisyona gelmesi kabul edilebilecek bir durum değil.
Başka türlü izahı mümkün değil. İçeriği kimse tartışmıyor. İçeriğin neyini tartışacaklar? Zaten içeriğinden tümüyle rahatsızlık duyuluyor.
Sözde hem 27 yıldır tutuklanmış, tutulmuş, rehin tutuluyor; siyasetten yargılanıyor; hem de siyaset konuşuluyor diye rahatsızlık duyuyor. Peki başka ne konuşulacaktı ki? Hukukun siyasetten bağımsız neresi var? Bir de 27 yıldır İmralı’da herhalde siyaset dışı nedenlerle durulmuyor; siyaset nedenleriyle duruluyor.
Buna rağmen durum böyleyken, bu halde olması çok fazla bir değişimin olmadığını; dahası değişimde isteğin olmadığını; bir zihniyet ve siyaset değişimi yönünde tutarlı bir duruşun olmadığını görüyoruz. Bundan başka herhangi bir anlama gelmiyor.
BAKANLAR KOMİTESİ’NİN KARARI AB’NİN TUTUMUNU BELİRLEYECEK
On yıl Avrupa Bakanlar Komitesi, İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı kararı durdurdu, görmezden geldi. Geçen yıl birdenbire hatırlandı nasıl olduysa. Onuncu yıl dolunca mı oldu? Zaten 25 yılı aştı; Önder Apo iki yıldır hukuksuz olarak orada tutuluyor. “Hukuk” diyorlardı; kendilerinin hukukuna göre de tutulmaması gerekiyor. Rehinenin rehineliği sürdürülüyor yani. Mevcut durum öyledir.
O hale geldiği için artık daha fazla sürdüremediler durumu. Türkiye’den yasal değişikliklerin, benzer şeylerin yapılması için bir yıllık bir süre vermişlerdi. Türkiye’nin böyle bir değişiklik yaptığını görmedik. Hatta Adalet Bakanlığı’nın verdiği cevapta öyle bir değişiklik yapmayacaklarını açıkça ifade ettiler.
Çünkü söylüyorlar. Hatta yapsalar bile, Önder Apo’yu bunun dışında tutacaklarını da söylüyorlar. Başka ne için, kim için yapacaklarsa… Yani mevcut yaklaşımlar içerisinde her şey çok anlamsız. İçerikten kopuk. “Oyun olur, hile olur, böyle olmaz; bu kadar sırıtan durumda olmaz” derler ya; “kitabına uydurmak.” Hiç olmazsa biraz ona uydurulabilmeli. Ama gerçekten de mızrak çuvala sığmıyor. Her şey apaçık görünüyor. Çok olumsuz pozisyonda…
Şimdi Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ne diyecek? Sır gibi saklıyor zaten, herhangi bir şey açıklamış değil. Halbuki hesabına gelse her şeyi açıklıyorlar, tartışıyorlar, basına veriyorlar ama şu ana kadar herhangi bir şey sızdırmış değiller. Bakacağız. Yakından takip ediyoruz. Hukuki ortamı takip ediyoruz. Halk takip ediyor. Kürtler çok duyarlı.
Şunu göreceğiz: Alınacak kararlar, oradan çıkacak sonuç, aslında Avrupa Birliği denen yapılanmanın tutumunu belirleyecek; Avrupa demokrasisinin olup olmadığını, herkes için işleyip işlemediğini, ne kadar demokrasi olup olmadığını ortaya koyacak. Bir sorgulama; tarihi bir sınav gibi yani. Böyle olacak.
Şunu söyleyebiliriz bu konuda: Eğer hala “sürüncemede bırakma, oyalama” benzeri tutumlar çıkarsa, buna ne denir? Suç ortaklığı denir. Zaten şimdiye kadar öyleydi. Geçen süreçlerde de doğru değerlendiren bütün çevreler tanımı böyle koydular. Şimdi bu suç ortaklığı durumu çok daha somut, net tescillenmiş olacak. Suç ortaklığı pozisyonunda olundu.
Ne olur? Bir şey diyemeyiz. “Şöyle olsun, böyle olsun,” diyecek durumda değiliz. Çünkü Kürt sorunu konusunda Avrupa Birliği’nden ya da Avrupa demokrasisinden pozitif bir tutumdan öte, aktif bir tutum bile göremedik.
Önder Apo Avrupa’ya çıktı 1998’de, Roma’ya gitti. Avrupa’nın önemli bir merkezi. Avrupa Birliği’ne siyaset yapması için, Kürt sorununun çözümünde rol oynaması için altın tepside imkanlar sundu. Avrupa Birliği sahip bile çıkmadı. Kovdu; Önder Apo’ya İmralı’nın yolunu gösterdi. Neredeyse idamın yolunu gösterecekti. Yani idama o kadar karşıt olanlar, idam ortamına attılar Önder Apo’yu. Bunu unuttuğumuzu kimse sanmasın. İmralı yargılamaları olurken “neden çatışma olmuyor” diye yanıp tutuşan başta Almanya olmak üzere Avrupalı siyasetçi çevreleri hiç unutmadık. Hiçbir zaman da unutmayacağız. Onların siyasetlerinin ne olduğunu, nereden beslendiklerini; bu Ortadoğu’nun çelişki ve çatışma sisteminin kimler tarafından, niçin, nasıl ortaya çıkartıldığını ve bu çatışma ortamından kimin yararlandığını çok net gördük. Ve hiçbir zaman da unutmayacağız.
DİRENİŞ GELİŞMEZSE AVRUPA’DA NEONAZİZM İKTİDARA GELİR
Bu bakımdan gerçekten bir rol oynayabilir mi? Yok, böyle bir inisiyatif yok. Çok tuhaf; dünyayı bu hale getirmiş olan Avrupa, ondan sonra bir kenara çekilmiş basit menfaatler peşinde koşuyor. Esas sorgulanması, yargılanması ve üzerinde durulması gereken durum bu. Artık biz bir şey diyemeyiz; bekleyip göreceğiz.
Fakat elbette ki tavrımız, tutumumuz oluyor. Zaten bu konuda onlara bir şey diyemeyiz ama örneğin Avrupa’nın demokratik çevrelerine, sol-sosyalist güçlerine, insan hakları savunucularına, kadın- gençlik örgütlerine çağrımız olabilir.
Bu durum Avrupa için aslında bir yüzkarası oluyor. Artık buna karşı daha aktif bir mücadele gerekli. Avrupa’da demokrasinin gelişmesi, özgürlüklerin gelişmesi, hakların gelişmesi için buna ihtiyaç var. Böyle olmazsa işte Neonazizm gelişir. Her alanda gelişiyor. “Neonazi gelişmeden” söz ediliyor. Herkes şöyle böyle söylüyor. Onların bu politikayla bağını görmek lazım. Elbette böyle bir politika izlenirse ve buna ses çıkarılamazsa, bunun sonu faşistlerin gelişimidir. Neonazilerin gelişmesi, giderek her yerde iktidar haline gelmesidir. Avrupa’yı ele bile geçirebilirler eğer etkili mücadele olmazsa.
SÜREKLİ EYLEM HALİNDE OLMAK GEREKLİ
Tabii biz esas kendimize bakacağız. Kürt toplumu, kadınları, gençleri duyarlı. Duyarlılıklarını sürdürmeliler, daha fazla da sürdürmeliler. Bu günler duracak günler değil; eylem halinde olma günleri. Bakur’da, Rojava’da eylemler var; durmamalı. Özellikle karar çıkana kadar da—ayın 17’sinde—Kürtler her yerde ayakta olmalı. Sokakta olmalı ve tutum istemeli. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nden adalet istemeli, demokrasi istemeli. Bunun da Önder Apo’nun üzerinde en azından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı kararın uygulanmasını istemeli. Kendilerinin Türkiye’den istedikleri hukuki düzenlemelerin yapılmasını istemelerini dayatmak gerekiyor.
Bunun için sürekli eylem halinde olmak gerekli. Halkımız ve dostlarımız bu günleri iyi değerlendirmeli, tutumunu net koymalı. Zayıf, dar durumlar olmamalı. Bir de artık sürekli kılmalıyız. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü—zamanı geldi, çoktan geçti. Bu bir propaganda değil artık. Herhangi bir talep değil; anında gerçekleşmesi gereken bir talep. Onun için sürekli eylemde olunması gereken bir talep. Gerçekleşmemesinin kabul edilemeyeceği bir talep. Bunun için de tüm halkımızı, gençleri, kadınları, tüm dostlarımızı bu tarihi günlerde çok duyarlı olmaya ve sürekli bir eylem halinde bulunup Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü—umut hakkı olur, başka şeyler olur—sürekli talep etmeye, dayatmaya çağırıyorum.
KOMİSYON MEVCUT HALİYLE İŞİN ÖZÜNÜ BOŞALTIYOR
Komisyon bir beklenti yarattı. İstendiği gibi olmadı. Kanunla kurulmadı. Fakat yine de bütün partilerin katılımı, birleşim bir şey veriyordu aslında. Fakat bazı önemli tartışmalar da oldu. Ama hepsi öyle değil. Yani giderek meselenin özüne girmeyen, adını koymayan, neyle uğraştığı belli olmayan bir duruma geldi. Adı “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu.” Demokratikleşme üzerinde durmuyor; “zaten demokrasi var” diyor. Kardeşlik—zaten kardeşlik de var. “Bu Kürtler terslik yapmasalar, bize teslim olsalar ne güzel, kardeşlik daha da perçinlenir. O zaman milli dayanışma da güçlenmiş olur.” Böyle olmaz yani. Bunun için bir komisyon kurmaya gerek yoktu. Bu, işin özünü, içini boşaltmak oluyor. Süreci boşlamak oluyor. Böyle olmaz.
Mesela en önemli şeylerden bir tanesi neydi? Eski Meclis başkanlarının tutumuydu, konuşmalarıydı. Yeni Meclis Başkanı, Numan Kurtulmuş başkanlık ediyor; onları dikkate almalı.
Bu Meclis’i yönettiler. Bir kişi değil, iki kişi değil; sayısı da çoktu. Ve neredeyse ortak görüş belirttiler: “Komisyon meselenin adını koysun” dediler. Kendi tanımını iyi yapsın. Hızlı çalışsın. Yani “Kürt sorununun ve demokratikleşmenin komisyonu” olduğunu ifade etsin. Bunu alenen ortaya koydular ve Türkiye için bir fırsat olduğunu belirttiler. Fakat sanki bundan rahatsızlık duyulmuş gibi, iktidar çevrelerinden tepki geldi. Halbuki tepki değil; gerçekten niyetleri varsa, düşünceleri süreçten yanaysa bunları birer vesile yapmalı, topluma yansıtmalıydılar. Toplumun sürece katılımı için vesile yapmalıydılar. O insanlar bu durumları göze aldı, ifade ettiler. Gerçekten de önemliydi. Biz oldukça değerli bulduk. Türkiye kamuoyuna yansıtılmadı yeterince. Yansıtmak gerekli. Fakat yine öyle olmuyor; giderek basitleştiriliyor. Bir yan odur.
ÖNDER APO NİYE KOMİSYONA GİDEMİYOR?
Diğer yandan esas muhatap olarak komisyonun kurulmasını isteyen Önder Apo ile hala görüşülmedi. Görüşülüp görüşülemeyeceği de belli değil. Bunu birçok parti istedi. DEVA Partisi istedi, Gelecek Partisi, MHP istedi ama komisyon karar alamıyor. Besbelli ki her şey AKP’ye bağlı. Bütün bu durumların hepsini CHP’nin üzerine yıkmaya çalışıyor AKP. Ama hayır; kimseyi kandıramaz. AKP’nin üzerinde kalıyor. Normal olan da bu. AKP hiç kimsenin üzerine yıkamaz bu durumu. Hala Önder Apo’yu dinlememesi, dinlenecek mi, dinlenmeyecek mi; onun bile tartışmalı olması, birkaç üyenin gitmesi gibi şeyler olması, gayriciddi sözlerin söylenmesi akıl alır gibi değil.
Hani Devlet Bahçeli “Meclise gelsin, siyaset yapsın; DEM Parti grubunda konuşsun; başkan olsun,” demişti? Hala da söylüyor “Ben bunun arkasındayım” diye. MHP Genel Başkanı olarak; Cumhurbaşkanı olarak Tayyip Erdoğan da bunun bir devlet politikası olduğunu söyleyerek sahip çıktı. Fakat hani uygulandı mı? Uygulanıyor mu Devlet Bahçeli’nin sözleri?
Bir de İmralı’ya gidip gitmemeyi tartışıyorlar. Niye herkes komisyona gidiyor, komisyonda konuşuyor da Önder Apo niye gidemiyor? Neden Önder Apo hala bir komisyona gidip konuşma yapacak duruma getirilmiyor, bunun uzağında tutuluyor?
27 Şubat’ta Önder Apo çağrı yaptı. PKK, iki ay yedi gün sonra çağrıya cevap verdi. Ne dedi? PKK’nin örgütsel varlığını sona erdiren, silahlı mücadele stratejisini durduran kararlar alan kongre yaptı ve bunu anında bütün kamuoyuna duyurdu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bu “devlet projesini” 22 Ekim 2024’te açıkladı. Neredeyse 11 ay doluyor. Hiçbirisi yerine getirilmedi. Biz Hareket olarak, PKK olarak Önder Apo’nun çağrısını iki ay yedi gün içinde eksiksiz yerine getirdik. Devlet Bahçeli’nin kendisi çağrı da yapıyor ama “birlikte hareket ediyoruz” deniliyor. Ama sözlerinin hiçbirisi gerçekleşmiyor. Bu bakımdan durumu ciddi değerlendirmek gerekli. Yani bu iş böyle olmaz. Doğru yaklaşmak lazım.
SÜREÇ MÜZAKERE EVRESİNE TAŞINSIN ARTIK
Tersinden ele alınınca işin içinden çıkılamaz. Önder Apo bu yaklaşımların düzeltilmesini, tutumun net olarak herkese açık konmasını istedi. Biz de o görüşte ve tutumdayız. Oyalama, hileler varsa yeter artık! Bitmedi yani. Herkes gerçekten ne düşünüyor, ne yapmak istiyorsa alenen tutumunu ortaya koysun. Süreç yeni bir evreye taşınsın. Buna “müzakere evresi” deniyor. Buraya kadar geldi. Biz yapacaklarımızı yaptık. Aslında 2013’te de biz yapacaklarımızı, bize düşenleri yapmıştık. Bir takvime bağlamıştık; güçleri çekiyorduk, ilk grupları sınıra getirdik, çıkardık. Diğerleri hareket ediyordu. Karşı taraf hiçbir şey yapmayınca süreç durdu.
Şimdi de PKK tarafı olarak biz, Kürt tarafı olarak yapılması gerekenleri en erkenden, en hızlı bir biçimde yaptık. Ama şimdi sürecin ilerlemesi; demokratikleşmenin, kardeşliğin gelişmesi için, Kürt sorununun çözümü için devletin adımlar atması gerekiyor. Demokratikleşme adımlarının atılması gerekiyor. “Kürtlere şu verilsin, bu verilsin,” demiyoruz. Türkiye’nin demokrasisi gelişsin. Türkiye kardeş olsun, bütün olsun. Yoksa siyasi tehlike ortada. İsrail’in neler yaptığı, Ortadoğu’da 3. Dünya Savaşı’nın nereye geldiği ortada. Bunu öncesinden de değerlendirdik. Tekrar tekrar etmeye de gerek yok. Biraz düşünebilen herkes artık gerçekleri anlayabiliyor, görebiliyor.
Böyle bir ortamda hala böyle oyalayıcı, adım atamaz pozisyonda kalmak; ondan sonra da “PKK adım atmıyor” diye böyle basın üzerinden töhmet altında bırakıcı, insanların algılarını değiştirici, düşüncelerini saptırıcı, zehir diliyle konuşmalar yapmak, propaganda etmek hiç kimseye fayda getirmez. Doğru bir şey değildir.
Bakın, biz gerçekten tutumumuzu açık koyuyoruz. Baştan beri de hep açık davrandık. Önder Apo çağrılar yaptı; yapabileceklerimizi de yapamayacaklarımızı da PKK olarak, yönetim olarak açık söyledik. Kamuoyuna da açık söyledik. Kamuoyundan önce Önder Apo’ya da açık söyledik. Önder Apo çağrı yapıp bizden talepte bulununca, örneğin “kongre yapın bu temelde” dedi; biz “yapamayız” dedik. “İsteyince biz kongre yaparız, bu kararları alırız ama uygulayamayız,” dedik. “Tamam, yapılsın; alınsın kararlar,” dendi ve biz yaptık kongreyi, aldık kararı. Kongrede üç maddelik karar aldık. Yayınladık; herkes memnuniyetle karşıladı: Başta Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, birçok çevre… Yani olumlu karşılandı, kutlandı.
Hala da Devlet Bahçeli gerçeği ifade ediyor: “PKK, örgüt, Kurucu Önderliğin taleplerini eksiksiz yerine getirdi. Tam bir uyum ve bütünlük var. Herhangi bir olumsuz tutum, hile sayılabilecek herhangi bir şey görülmedi.” Peki neydi o zaman bizim bu kongre kararımız? Bir: PKK’nin faaliyetlerini durduruyoruz; PKK’nin örgütsel varlığını sona erdiriyoruz. İki: Silahlı mücadele stratejisini sona erdiriyoruz; demokratik siyaset stratejisi yapacağız. Üç: Bu iki kararın uygulanması ancak Önder Apo’nun fiili yönetimiyle olur. Önder Apo uygulayabilir. Önder Apo’nun da hukuki temelleri oluşursa gerçekleşebilir. Kabul edilen bunlardı. Burada üçüncü maddenin gereklerinin yerine getirilmesi lazım.
Fakat hiçbirisi getirilmedi. Hala deniliyor “PKK şunu yapmıyor, PKK bunu yapmıyor.” Yani PKK yok ki; zaten varlığını sona erdirdi. Ne demek üçüncü madde? Yönetimi Önder Apo’ya devrediyoruz. Bu kararların uygulanmasının yönetimi Önder Apo’dur. Önder Apo da diyor: “Tamam; ben yapmak istiyorum. Hepsini de yapacağım” diyor. Taahhüt ediyor, buna uygun da çalışıyor. Ama İmralı rehine sistemi içerisine kapatılmış. Avukatlar bile altı yılda bir sefer götürülüyor. Ondan sonra da Önder Apo, PKK’nin örgütsel varlığını sona erdirme ve silahlı mücadeleyi sona erdirme kararını yönetecek, yürütecek. Nasıl yürütecek? Bu mümkün değil. E bir de çağrı yapıyorlar herkese: “Silahlarınızı atın gelin.”
BAŞ MÜZAKERECİ ÖNDER APO’YA DOĞRU YAKLAŞILACAK
Ondan sonra bizim konuşmalarımızdan rahatsızlık duyuyorlar. Niye duyuyorsunuz? Bizimle bir alakası yok ki bunun. Artık her şey Önder Apo’ya bağlı. Yani demokratik entegrasyonda ortak mutabakat varsa, ki bunlar kamuoyuna yansıdı. Önder Apo’nun görüşleri değil sadece; devletle birlikte alınıyor. Devletin onayıyla kamuoyuna yansıyor. Şimdi gerçekten çözüm istiyorsanız, bu iş önce Önder Apo’dan başlamalı. Bilmem “yönetim ne olacakmış, “elinde silah olan savaşçı ne olacak”mış!”
Arabayı atın önüne koşmamak lazım. Böyle olmaz. Bizimle bir sorun çözülmez. Dahası da, elinde silahı olan savaşçının ne olacağıyla sorun çözülmez. Oradan başlanmaz. Önder Apo 27 yıldır zaten tutsak konumda. İki yıldır hukuki olarak—hiç suçu yokken—siyaseten verilmiş cezanın da hükmü bitti.
Tamam, görelim; demokratik entegrasyon başlasın, Önder Apo da demokratik siyaset yapsın, kursun örgütlenmesini, görsün savaşçı. Herkes silahını bırakır, koşar Önder Apo’nun yanına. Katılır örgütüne; demokratik siyaset yapar. Ben buna güvence veriyorum. Ama Önder Apo rehine koşullarında olacak; ondan sonra da savaşçı silahını atacak, yakacak; gidecek halkın içine girecek, bilmem anasının yanına gidecek, evine gidecek. Ciddi olmak lazım.
Kendimizi zor tutuyoruz; öyle diyebilirim. Sabır gösteriyoruz.
Bir: Önder Apo’ya doğru yaklaşılmalı. 60 milyon Kürt’ün önderi olarak, siyasi temsilcisi olarak, baş müzakerecisi olarak orada. Herhangi bir kişi değil. Doğru yaklaşılacak o zaman.
SİLAHINI ATIP EVE KOŞMAYA HAZIR ÇOCUKLAR YOK
İki: Dağda silahını atıp anasının babasının dizinin dibine koşmaya hazır çocuklar yok. “Dağdaki çocuklar ne zaman gelecek?” Herkesin ağzından çıkanı kulağı duymalı. Ağzından çıkana dikkat etmeli. Dağda, öyle eve koşmaya hazırlanmış çocuk falan yok. Özgürlük için, demokrasi için dağa çıkmış, silah kuşanmış, binlerce şehit vermiş fedai özgürlük savaşçıları var. Siz kimden ne bekliyorsunuz? Önder Apo o koşullarda olacak; bir savaşçı silahını bırakıp gidecek halkın içerisine. Peki ne diyecek bu halka? Varsayalım ki anasının yanına gitti. Anası, “Niye geldin evladım?” derse ne diyecek? “Niye gittin, niye geldin? Ne değişti de geldin?” diye sormayacaklar mı? Bu kadar kan dökülmüş; çocuk oyuncağı değil ki bu!
Büyük bir sorun olmasa, büyük bir mücadele olmasa bu olabilir miydi? Önder Apo dedi: “Yüce davalar olmasa bir damla kan dökmek cinayettir.” Biz bunların hiçbirisini yapmazdık. Bu anlayış ve felsefeyle bu insanlar silah kuşandılar, dağa çıktılar. Birileri bizi çağırırsa bırakıp gidelim diye değil. Bu bakımdan birçok tutum, davranış hakaret içeriyor. Biz kimseye hakaret etmek istemiyoruz. Ama öyle kimsenin hakaretvari sözlerine, davranışlarına boyun eğecek durumda da değiliz. Kimse bunu beklememeli, anlamamalı.
BÖYLE GİDERSE MECLİS’TE İTİBAR, GÜVEN BİTER
Bu bakımdan komisyon oldu, süreçten söz ediliyor; ikide bir zaman geçiriliyor: “PKK ne yapacak? “Niye adımlar atılmıyor? Niye silahlar bırakılmadı? Niye koşup evlerine gelmiyorlar?” Bunu bekliyorlar. Bunu bekleyenler on yıl geçse bile boşuna beklerler.
Ben kimseye herhangi bir şey yapmak istemem ama bu durum öyle sürmez. Böyle bir yaklaşımla herhangi bir sorun çözülmez. Eğer bu komisyon bir süreyi böyle götürmek istiyorsa…
Meclise biraz güven vardı. “Meclis bu işe girerse çözülür. Sorun Meclis’e gelmeli” deniliyordu. CHP’liler bunu söylediler; diğer partiler bunu söylediler. Biz de “evet” dedik. Önder Apo da ısrar etti bunda da: Meclis’te olsun, toplumun irade olarak bildiği yerde olsun, herkes buna katılsın, herkesi içine alsın; daha uygun olur.
Böyle olursa var olan itibar Meclis’te de biter. Bütün güven biter. Türkiye ne yapmak istiyor; biz anlamak istiyoruz. Türkiye ne yapmak istiyor? Mevcut iktidar özellikle ne yapmak istiyor? Devlet bu iktidarı onaylıyor mu? Şunu anlamadık: Gerçekten Kürt’e Kürt diyor mu? Kürt halkının varlığını kabul ediyor mu? Kardeşlik komisyonu… Kardeş kim olacak?
Meclis Başkanı açılışta dedi; “Türk ve Kürt’ün kardeşliği olacak.” Peki, açılış konuşmasıyla mı sınırlı kalacaktı bu? Bir kardeşlik hukuku görelim. Meclis Komisyonu kardeşlik hukuku üzerinde çalışsın. Ama bunların hiçbirisi olmuyor. Hiçbirisi gerçekleşmiyor. Süreç tıkatılmış; kamuoyu oyalanıyor. Özellikle Türkiye kamuoyu aldatılıyor. Sahte gündemlerle, iktidar çatışmalarıyla toplumun bilinci karartılıyor. Böyle olmaz. Bu kadar tarihi işlerin yapıldığı; yüzyılların, bin yılların sisteminin oluşturulmaya çalışıldığı; yüzlerce yıllık geleceğin şekillendirilmek istendiği bir ortamda bunu gerçekleştirmekle mükellef siyaset böyle mi davranır? Siyasetçi böyle mi yaklaşır? Bu ne kadar basit, gerçeklerden uzak bir siyasi yaklaşım! Kabul edilecek hiçbir yanı yok.
ÖZGÜR, EŞİT OLMAZSA MÜZAKERE OLUR MU?
Kısaca, alenen şunu söyleyelim: Sorunu, her şeyi Önder Apo çözer. Bir şeyler yapmak isteyenler varsa; “Barış ve demokratik toplum sürecini işletelim, bu bir şanstı; bunu ilerletelim,” diyen varsa, ilerleyecek yer Önder Apo’nun koşullarının değişmesidir. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün adım adım, hızla gerçekleştirilmesidir. Yani çözümün anahtarı orada. Yeni gelişmenin anahtarı orada. Kürt tarafından yeni adımlar atabilmenin anahtarı orada. Şimdi kardeşlik hukuku belirlenecek. Demokratik sistem belirlenecek. Yani Meclis’te heyetler var. Bir tarafta Kürtler adına Önder Apo, baş müzakereci. Kürt Özgürlük Hareketi müzakereci olmuş. Bunların da bu sürece katılmaları gerekiyor. Peki nasıl katılacaklar? Baş müzakereci nasıl müzakere edecek? Özgür, eşit müzakere etmenin koşulları var mı? Böyle olmazsa müzakere olur mu? İmralı’daki mevcut koşullarda yapılana “müzakere” denir mi? Böyle müzakere olur mu? Var mı dünyada bir örneği? Önder Apo yalnız başına mı? 60 milyonluk halkın Önder’i, bu kadar mücadele etmiş; dünya birleşmiş, üzerine saldırmış; yenilgiye uğratamamış bir örgütlenmenin yaratıcısı, mücadelenin sahibi.
Bu işler gerçekten böyle olmaz. “Şimdi savaşçı ne olacak; niye gelinmiyor; niye silahlar bırakılmadı; niye engelleniyor?” denince biz şaşırıyoruz. Bunun ciddiye alınacak hiçbir yanı yok. “Diyemeyiz ki bu insanlar bu işi bilmiyorlar, anlamıyorlar; bundan dolayı böyle oluyor.” Böyle diyemeyiz. Bu hakaret olur. Herkesin çok akıllı olduğunun, dersine iyi çalıştığının, görevinin başında olduğunun farkındayız, bilincindeyiz. O zaman geriye ne kalıyor? Demek ki bir zihniyet, siyaset değişimi yok. Değişme istemi yok.
Şimdi ifade ettim işte; Önder Apo’nun siyaset yapmasının önü açılsın, özgür siyaset yapabilir hale gelsin, demokratik siyasi çalışma yürütür hale gelsin, her şey değişir. Çözüm Önder Apo’dan olur. Bu, savaşçıyla ya da yöneticiyle uğraşarak herhangi bir çözüm bulunmaz.
Bu sürecin ilerleticiliği tamamen Önder Apo’dadır.
TOPLUMU HAZIRLAMA YÖNÜNDE BİR ÇABA YOK
Peki Önder Apo’nun durumunda bir değişiklik olamaz mı? 11 ay önce MHP lideri Devlet Bahçeli, Meclis’te DEM Parti’nin başına geçebileceğini, demokratik siyaset yapabileceğini söyledi. 5–7 Mayıs arasında toplanan PKK 12. Kongresinin aldığı “iki maddelik kararı alırsa” dedi. Ve Mayıs ayında alındı bu. Ertesinde hemen yeni gelişmeler olabilirdi. Gerçekten böyle düşünülse, örneğin toplum buna hazırlanır. Böyle bir çaba göremiyoruz. İktidar kanadında topluma dönük böyle bir yaklaşım görmüyoruz; böyle bir çalışma görmüyoruz. Toplumun Kürtlerle barışa, Türkiye’nin demokratikleşmesine hazırlandığı bir durumu göremiyoruz. Böyle bir çaba yok; böyle bir yaklaşım yok.
Meclis’te oluşan komisyona -15 gün kaldı, Meclis yeniden açılacak- diyecek; “ne yaptın?” Komisyon da “Dinledim, konuştuk, uğraştık, oyaladık, zaman geçirdik” diyecek! Ya da el altından gizli şeyler yapılıyor; onları çıkaracaklar. Yani o tür şeyler de olabilir mi? Olabilir. Bu iktidardan her şey çıkabilir. Bakacaksın, “biz de şu yasayı çıkardık” diye. Geçmişin “pişmanlık kanunları” vardı; “Teslim ol” kanunları. Onlara benzer şeyler yapmak hazırlığı içinde olabilirler. Bilemiyoruz ama herhalde boş durmuyorlar. Hep böyle götüremeyeceklerini de biliyorlar. O halde başka şeyler düşünüyorlar. Ne olabilir? Bunlar olabilir.
Şunu söylemek istiyorum: Şimdiye kadar çok şey yapılabilirdi. Deniliyor ki, “kamuoyu hazırlanması lazım.” Kamuoyunun hazırlanması için bir çalışma yok. “Zaman gerekli.” İyi de, zamanı doğru değerlendirmek lazım. “Kanunlar gerekli.” Kanun oluşturmak için komisyon kuruldu. Tartışacaktı, hazırlık çalışması yapacaktı. Bunların hiçbirisi yok. Biz biliyoruz ki, Önder Apo’nun zaten hukuki olarak da Avrupa Birliği Bakanlar Komitesi karar alacak; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına göre aslında artık tutsak olmaması lazım. Tutsaklık süresini iki senedir bitirdi. Fazladan tutuluyor. Zindanda otuz yılını doldurmuş çok sayıda siyasetçinin, siyasi tutsağın otuz bir, otuz iki, otuz beş yıl tutulduğu ve hala tutulduğu gibi; Önder Apo’nun da rehinelik durumu artırılarak tutuluyor. Bu durumu değiştirmek çok mu zor? Yok; hukuki olarak da rahatlıkla yapabilirlerdi. Daha ötesi, zaten doldurmuş. Yani bunu dikkate alarak Avrupa normlarını da gözeterek serbest siyaset yapmasının, fiziki özgürlüğünün önünü açabilirlerdi.
Daha ötesi; Cumhurbaşkanı’nın yetkisi var buna. Bir sürü tutsağı bıraktı. Siyaseten de var. Örneğin, diyelim ki Cumhurbaşkanı gerçekten istiyor bunu. Yani Önder Apo’yla İmralı’da görüşülen, tartışılan, birlikte kararlaştırılanlara gerçekten inanıyor; sürecin ilerletilmesi lazım. Bunun için de Önder Apo’nun koşullarının değişmesi gerekli. Bunu bir günde yapabilir. Rahatlıkla takdir hakkını kullanabilir. Birçok nedenle, bir kararnameyle Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayabilir. Siyaseten istese bunun yolları açık ve kendi siyasetini işletmek için onları kullanır. Başka kişilerde kullanıyor mesela. Burada ise kullanmıyor. Demek ki o siyasetle değil. Niye bizi kandırıyor ki? Biz de diyoruz ki burada oyalama oluyor. Böyle deyince de rahatsızlık duyuluyor. Böyle olmaz kesinlikle.
Bir kere daha net ifade edeyim: Boş tartışıyor birçok çevre. Toplumu zehirliyorlar. Dilleri zehir gibi. Bu hala sürüyor. Toplum hala ırkçı, şoven, Kürt düşmanı sözlerle zehirlenmeye çalışılıyor. Kardeşlik değil; düşmanlıklar, karşıtlıklar geliştiriliyor. Bu kötü bir durum. Biz bunu istemiyoruz.
KARARLARIMIZIN ÜÇÜNCÜ MADDESİNİN GEREKLERİ YERİNE GETİRİLİRSE İLK İKİ MADDENİN UYGULANMASI HIZLA GELİŞİR
Biz gerçekten de sürece stratejik yaklaşıyoruz. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na ve 12. Kongrede aldığımız kararlara bağlıyız. Bunun gerekleri yerine getirilirse —örneğin işte üç maddelik temel kararımızın üçüncü maddesinin gerekleri yerine getirilirse—, ilk iki maddenin uygulanması hızla gerçekleşir. Ama o gerekler yerine getirilmeden de hiç kimse o iki maddeyi uygulamaya koyamaz. Kimsenin yetkisi yok ki koyabilsin. Gücü de yok. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için; silah kuşanmış savaşçıdan özgürleşmiş Önder Apo dışında, fiziki özgür olmuş Önder Apo dışında hiç kimse silahı alamaz. Kim alacağını hesap ediyorsa yanılıyor. Bizden de kimse istemesin bunu. Aksine yenileri katılır böyle sürdürülürse…
Herkes bekliyordu barış olacak diye. Gençler burunlarından soluyorlar. Süreci yakından takip ediyorlar. Eğer bir şey olmayacaksa, o zaman zaten her şey karmakarışık olur. Biz olsun istemiyoruz. Bunların hiçbirisi şunu bunu tehdit değil ama gerçeklerin somut olarak ortaya konması gerekiyor. Biz kimseyi kandırmak istemiyoruz. Kimsenin bizi kandırıcı yaklaşımına da boyun eğecek değiliz. Görmezden gelecek değiliz. Önder Apo’nun özelliği; —arkadaşlar da hep belirttiler- ne aldanır ne aldatır.
Aldanma ve aldatma üzerine olmasın bu ilişkiler. Barış ve demokrasiden söz ediyoruz. Bu, tutarlılık, ciddiyet gerektiriyor. O bakımdan gerçekten biz bu konuda sonuna kadar ciddiyiz, samimiyiz. Gerçekleşmesini istiyoruz da. Ama kimin ne yapacağı, nelerin yapılacağı ortada. Bizim kongre kararımızla birlikte; yani üçüncü maddeyi uygulaması gerekenler uygulamıyorlar. O zaman sorumlu kendileri oluyorlar. Başka hiç kimseden herhangi bir sorumluluk beklenemez. Kamuoyu, halkımız, dostlarımız da süreci yakından takip etmeli. Biz de ediyoruz. Sabrediyoruz. Zor bir sorunla uğraşıyoruz. Hata yapmamak istiyoruz. Önder Apo’nun büyük emek ve çabasına değer biçiyoruz; hem de çok büyük değer biçiyoruz. Onun gerçekleşmesini de istiyoruz. Ama biz değil; devletin hızla yapması gereken şeyler var. Eğer o yönlü adımlar olursa, Meclis ve komisyonu bu yönlü adımları atar, çalışmaya girerse, o zaman belki süreçte bir ilerleme, yenilenme olur. Beklentimiz de bu. Dikkatle de takip edeceğiz.
KİTLE EYLEMLİLİĞİ BELİRLEYİCİ OLACAK
Avrupa’da 33. Kürt Kültür Festivali gerçekleşti. Bir coşku vardı; katılım çok iyiydi. Görkemliydi. Önder Apo’nun mesajı da büyük coşkuyla, heyecanla karşılandı. Ben kutluyorum Avrupa’daki halkımızı. Gençleri, kadınları… Büyük çaba harcadılar. Özellikle hem Kürt gençleri hem de enternasyonal gençler. Uzun yürüyüş yaptılar. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde büyük bir çaba harcadılar. Coşku iyiydi; katılım da iyiydi. Hepsini kutluyorum. “Hep böyle olmalıyız” diyorum.
Coşkuyla, heyecanla, umutla; böyle bir eylemlilik içerisinde olmalıyız. Yeni yaratıcı yöntemlerle benzer eylemleri geliştirmeliyiz. İçinde bulunduğumuz süreç gerçekten böyle eylemleri gerektiriyor. Aldığımız kararlar; hareket ve halk olarak içinde bulunduğumuz süreç ortada. Onun özellikleri net bu durumda. Yani demokratik siyaset işleyecek; demokratik siyasi mücadele gelişecek.
Esas olarak kitle eylemleri; halkın tutumu, eylemliliği belirleyici olacak. O bakımdan da yeni yaratıcı yöntemlerle dört parça Kürdistan’da; Bakur’da, Rojava’da, Rojhilat’ta, Başûr’da, özellikle de yurt dışında Kürt halkının tutumunu ortaya koyan daha güçlü eylemler olmalı. Coşku, moral düzeyi, heyecan ortaya konduğu gibi; Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kilitlenmiş Kürt halk tutumu herkese gösterilmeli. Ve bundan bir adım geri atılmayacağı da ifade edilmeli.
Özellikle bu kültürel etkinlikler de önemli. Sanatçılar da katıldılar, çağrı yaptılar; ben onları da selamlıyorum. Gerçekten de kültürel etkinlikleri de bu eylemliliğe—o eylemin moral, coşku gücü olarak—sürekli katmak lazım. Sanatsal faaliyetleri daha çok geliştirmek gerekli. Bunu ortak, kolektif düzende gerçekleştirmek de gerekiyor.
Awazê Çiya da bir albüm yayınlamış; onları da kutluyorum. Bu sürece daha fazla katılmalı, öncülük etmeli sanat camiası. Sanatçı halkın duygusu, ruhu, bilinci; dolayısıyla doğal öncülüğüdür yani. Her yerde bütün sanatçılar örgütsel öncü gibi halkın mücadelesine öncülük etmeyi bilmeli. Bu temelde mücadele eden herkesi selamlıyorum, mücadelelerini daha da büyütmeye çağırıyorum.
O CENNET TOPRAKLARA YERLEŞME OLMALI
Şırnak’taki doğa katliamı konusunda “son nokta” demiştik. Kimseye eleştirecek halimiz yok. Öz eleştiri vermek durumundayız. Suçluluk hissediyorum; net söyleyebilirim. Yani Şırnak halkı yürüdü, Besta’ya gitti. Bence orada hep kalmalıydılar. Çok güzel bir yerdir. Niye yani o köyleri bıraktılar? Fırsat buldukları an tekrar o köylerine gitsinler. Gitselerdi, köylerinde olsalardı kesemezlerdi böyle. Kim gelebilirdi? Zaten o köylerindir o orman; kim girip de bunları tahrip edebilirdi? Mümkün mü? Hepsini yakasından tutarlardı. Kimse bu cüreti gösteremezdi. Fakat biraz o savaş şeyiyle, özel savaş saldırılarıyla kopuldu. Tekrar dönülemiyor. Biz o zaman köye dönüş çağrısı da yaptık. Herkes kıra dönsün, köye dönsün. Bu şehirler bu kadar dolmuş; hayat vermez. Sonunda boğar insanı, dedik. Biz de tanıyoruz; o cennet gibi yer.
Sadece biz de değil. Ben birkaç sefer daha söylemiştim; bu İlker Başbuğ bir başka komutana gösteriyordu Besta’yı, Botan arazisini: “Dünyanın en güzel arazisidir,” diyordu. Yani düşünün; işgalci devletin savaş komutanı oraya “dünyanın en güzel coğrafyası” diyor. Zaten kutsal kitaplar “cennet” demişler ya. Niye bu cennet toprağı, vatanı bırakıyoruz. Nereye gidiyoruz? Önder Apo’nun da son mesajı geldi. Evet; Önder Apo çağırdı. Ülkeye çağırıyor, dağa çağırıyor.
Bu şehirler… Ben çok olumsuzlamıyorum ama bu kadar yığılmak… Yani oksijen bulamaz insanlar böyle olurlarsa. Su bulamazlar. Burada bir yaşam geleceği yok. O bakımdan buna yol açamamakla, aslında sorumluluk duyuyorduk.
Şırnak halkını selamlıyorum, kutluyorum. Ama bu sürekli olmalı. Bir seferlik değil; bir gösteri değil. Oraya yerleşme olmalı. En ufak bir zarar gördü mü doğamız, kıyamet kopmalı. Nasıl elimiz kanayınca, bir yerimiz kesilince kıyamet koparıyoruz; doğaya verilen her zarar, bize öyle bir acı vermeli. Feryat etmeliyiz ona karşı. Anında tepki göstermeliyiz, çok daha güçlü…
ÖZGÜR YAŞAM İKİ AYAK ÜZERİNDE GELİŞECEK
Bu ekoloji hareketi gelişmeli. Toplumsal ekoloji, kadın özgürlüğü gibi demokratik modernite paradigmamızın temel bir ayağı. Yani yeni yaşam, ahlaki ve politik toplum; demokratik toplum iki ayak üzerinde kurulacak: Bir kadın özgürlüğü, bir de toplumla barışık doğa; yani ekolojik yaklaşım. Özgür yaşam bu iki ayak üzerinde gerçekleşecek. Bunlar birbiriyle etle tırnak gibi de bağlı. Nasıl ki kadın cinayetleri, kadına saldırı karşısında büyük tepkiler göstermek gerekiyorsa… Kadınlar gösteriyor. Erkeklerde ise çok az. Bu yönlü biraz şeyler var ama çok sınırlı. Halbuki çok fazla olmalı. Doğayı tahrip karşısında da aynı tutum olmalı. Yani özgürlük böyle sağlanır. Topluma, Kürt toplumuna, Türkiye halklarına çağrı bu temelde.
Çünkü gerçekten de insanlar bakınca, doğayı bırakmamışlar. Ufak bir kazanç sağlayabilmek, bir şey çıkarabilmek için yaşamı yok ediyorlar. Bu kadar gözü dönmüş bir kapitalist sermaye sistemi var karşımızda. Kâr sistemi. Kâr, kâr, kâr! Artık her şeyi olmuş bunların. Lanet olsun o kâra. Ben geçen sefer demiştim; haram olsun, boğazlarında kalsın. Yine öyle söylüyorum.
İRAN’IN GELECEĞİ ‘JIN JIYAN AZADÎ’ DEVRİMİNDE
Üçüncü yıl dönümünde Jin Jiyan Azadî devrimini selamlıyorum. Rojhilat Kürdistan ve İran kadınlarının devrimiydi bu. Ve bu devrim devam ediyor. Belirtildiği gibi bir zihniyet ve kültür devrimi; yaşam tarzı devrimidir. Böyle de gelişti. Ve müthiş bir etki de yaptı. İran sınırlarını hemen aşarak bütün dünyaya yayıldı. Kadın özgürlüğünün—kadın özgürlük devriminin—ne kadar toplumu değiştirici, dönüştürücü olduğu, etkili olduğu; bir kere daha Rojhilat Kürdistan kadınlarının Jin, Jiyan, Azadî devriminde görüldü.
İran’ın geleceği de bu devrimde. Biz böyle söyledik, böyle değerlendirdik. Buna karşı saldırıyla tavır alan, karşı çıkan herkesi, geleceği baltalama, yönelme olarak değerlendirdik; geleceği yok etme olarak değerlendirdik. Bu gerçek açığa çıktı. Şimdi de öyledir. İnanıyoruz, umut ediyoruz; bu bilinç gelişecek, yayılacak.
Yeni İran, özgür yaşayan; kadın özgürlüğünü esas alan demokratik İran, bu temelde kurulacak. Bir kere daha, üçüncü yıl dönümünde Jin Jiyan Azadî devrimini selamlıyor; bu devrime vesile olan Jîna Emînî şahsında tüm kadın özgürlük mücadelesi şehitlerini, Jin, Jiyan Azadî devriminin şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. (ANHA)