Açıklama

Published on Aralık 8th, 2024

0

Bolşevik Partizan: Emperyalist ve bütün gerici güçler Suriye’den defolun!


Suriye’de İdlib’i kontrol eden Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki cihatçı grupların ve Türk devletinin desteklediği, eğittiği, silahlandırdığı Suriye Milli Ordusu’na (SMO) bağlı bazı grupların Suriye devlet güçlerine yönelik başlattığı saldırılar ve yürüyüşleri sürüyor.

27 Kasım’da Halep’e yönelik saldırı başlatan rejim karşıtı İslamcı gruplar 72 saatte Halep kent merkezine girdiler. Halep’i ele geçirdikten sonra yürüyüşlerinde devam ederek Hama ve Humus’tan sonra Dera ve Süveyra’yı da kontrol altına aldılar. Hedefinde Şam ve Esad iktidarının yıkılması ve din temelli bir devlet kurmak olan HTŞ’nin başını çektiği gruplar kuzey ve güney olmak üzere iki yönde savaşıyor.

Suriye’de İslamcı / cihatçı güçlerle andaki merkezi yönetim güçleri arasında çatışmaların nerede ve nasıl sonuçlanacağını kestirmek zor.

Görünen, Esad güçlerinin —ve arkasındaki Rus emperyalistlerinin— kendi varlıklarına yönelik bu başkaldırıyı bertaraf etmede zorlandıkları.

Sonuçta hangi taraf kazanırsa kazansın her olasılıkta kaybeden çeşitli ulus ve milliyetlerden Suriyeli işçiler, emekçiler oluyor. On üç yıldır süren savaş bu gerçeği yeterince gösterdi.

Suriye’deki gelişmelerin yakın tarihi

On üç yıldır Suriye’de kan gövdeyi götürüyor. Magrep ülkelerinde halkların isyanları, Suriye’ye faşist Esad rejimine karşı halkın bir bölümünün demokrasi talepleri ile barışçıl sokak eylemlerine geçmesi biçiminde yansıdı. Suriye’de demokrasi, özgürlük talepleri ile başlayan kitle eylemleri Esad rejimi tarafından yoğun faşist baskılarla, silahsız ve örgütsüz halk yığınlarının üzerine ateş açılarak kanla bastırılmaya çalışıldı. İsyan giderek silahlı çatışmalara, tam bir iç savaşa dönüştü.

Emperyalist ve bölgesel güçler “temsilcileri” üzerinden Suriye’de karşı karşıya geldi. El Kaide uzantılı gruplar, Suriye’de şeriat devleti kurmak için harekete geçti. Şeriat devleti kurmak için değişik ülkelerden binlerce kişi Suriye’ye akın etti. Mart 2011’de, Dara kentinde duvarlara Esat karşıtı sloganlar yazan gençler tutuklandı, işkencelere maruz kaldı. Gençlerin tutuklanması, işkence görmesi, 17 Mart 2011’de, Dara kentinde protesto gösterisinin artmasına yol açtı.

Protesto gösterisine Esad’ın kolluk güçleri vahşice saldırdı. Ölümler meydana geldi. Tutuklamalar yapıldı. Tutuklananlar işkencelere maruz kaldı. Dara’daki bu olaylar, Suriye iç savaşının başlamasını tetikledi.

Eylül 2015’e kadar Suriye’deki savaş emperyalist güçlerin bir temsilci savaşı idi. Suriye savaşı, Rusya’nın 30 Eylül 2015’te doğrudan savaşa müdahale etmesi ve savaş yürütmesi olgusuyla önemli bir değişikliğe uğradı ve Esad-Baas rejiminin yıkılmasını engelledi. Böylece emperyalist ve yerel gerici güçlere Suriye’de Esad’lı bir geçiş sürecini kabul ettirmeye başladı. ABD emperyalizmi İslam Devleti’nin (İD/IŞİD) Kobane’ye saldırısı sürecinde Kürtlere destek verme adına ve Kürtlerle işbirliğine yönelerek bölgeye yerleşti.

23 Ocak 2017’de Astana süreci başlatıldı. Astana görüşmelerinde, Rusya-İran-Türkiye üçlüsü, kendi aralarındaki çelişkilere rağmen, Suriye’deki savaşın Esad rejimi lehinde gelişmesini ve anda savaşın İdlib’e odaklanmasını sağlayan bir mutabakata varılmıştı. Bu mutabakat, Suriye’de “çatışmasızlık bölgeleri” ya da “gerginliği azaltma bölgeleri”

sağlamaya yönelik yapılan bir mutabakattır. 4. Astana görüşmesinde, “çatışmasızlık bölgeleri” İdlib, Lazkiye, Halep, Hama ve Humus vilayetlerinin belli bölümleri, Şam/Doğu Guta bölgesi, Dera ve Kuneytra vilayetlerinin belli bölümlerini kapsıyordu. “6. Astana görüşmeleri”nde Türkiye, Rusya ve İran’ın İdlib’de gözetleme noktaları oluşturması kararlaştırıldı. Ateşkesin sağlanması ve “çatışmasızlık bölgeleri” mutabakatı bu güçler tarafından uygulanmaya başlandı, ama gerçekte ne ateşkes ne de çatışmasızlık sağlanabildi… İdlib’de T.C.’nin desteklediği ve üzerlerinde etkili olduğu silahlı güçler –mutabakatta hedef olarak gösterilen El Nusra vb. güçler ateşkesi reddetseler de– esasta bu dönemde Esad rejimiyle doğrudan çatışmalar azaldı. Rusya ve Esad-Baas rejimi de İdlib’e doğrudan saldırıdan kaçındı. İdlib’de Türkiye 12, Rusya 10 ve İran ise 6 “gözetleme noktası” oluşturdu.

“Çatışmasızlık bölgeleri” olarak ilan edilen diğer yerlerde Rusya ve Esad-Baas rejimi savaşı sürdürüyordu ve giderek muhalefetin elinde olan bölgeleri kontrolü altına almaya başladılar. Bu kontrol işi sağlanırken, hemen hemen hepsi İslamcı olan çeteler ve bu çetelere destek verenler, uzantısı ve sempatizanı olanlar söz konusu bölgelerden tahliye edildiler. Gönderildikleri yerin başında ise İdlib geliyordu. İdlib’e gitmeyenler ise esasta T.C.’nin işgali ve kontrolü altındaki bölgelere yerleştirildi. Halep, Lazkiye, Dera, Kuneytra, Şam/Doğu Guta ve diğer yerlerin Esat-Baas rejiminin kontrolüne geçirilmesinden sonra sırada çetelerin yoğunlaştığı, silahlı muhalefet gücünün olduğu İdlib vardı.

Suriye’de, bütün İslamcı örgütler İdlib’e veya Türkiye’nin işgal ettiği alanlara yerleşmişti.

7 Ekim 2023’te, siyonist İsrail, Hamas’ın yaptığı terörist eylemi bahane ederek Gazze’ye yönelik bir savaş başlattı. İsrail devleti, Gazze’de taş üstünde taş bırakmadı. 01 Ekim 2024’te Lübnan’a yönelik kara harekâtı başlatıldı. Siyonist İsrail iki ay içinde karada 1-3 kilometre derinliğinin ötesine geçemedi. Oysa Siyonist İsrail devleti, sınırdan 30 km ötedeki Litani nehrine kadar olan bölgeyi işgal etmeyi planlamıştı!

İsrail ile Hizbullah arasında, çatışmaların başlamasından yaklaşık bir yıl sonra ABD ve Fransa’nın arabuluculuğunda Lübnan’da bir ateşkes anlaşması sağlandı. Ateşkes, 27 Kasım’da yürürlüğe girdi.

İsrail’in Lübnan’da saldırılarını yoğunlaştırdığı dönemde, Suriye’deki İslamcı çetelerin en güçlülerinden olan, 2019’dan beri İdlib bölgesini kontrol eden HTŞ, Halep’e saldırının hazırlıklarını yapmaya başladı.

Suriye ordusu da kuzey hatlarına sevkiyatlar yapıyordu. İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırıları Suriye sahasını belli ölçüde felç etti.

Faşist Esad’ın çağrısı üzerine 2015’te Suriye savaşına dâhil olan Rusya ise Ukrayna’da yürüttüğü savaş sonucu Suriye’ye yeterince güç ayıramadı ya da ayırmak istemedi.

İsrail’in Suriye Lübnan hatlarını bombalaması, Suriye ordusunun bitkin düşen ordu güçlerini doğudan batıya, güneyden kuzeye yaydı. Eskisi kadar İran ve Hizbullah da tam kapasite Suriye sahasında Esat ordu güçlerine destek verme durumunda değildi. Suriye’deki bu durum HTŞ ve diğer İslamcı gruplar açısından elverişli bir durumdu. HTŞ ve sömürgeci Türk devletinin besleyip, silahlandırdığı, eğittiği Suriye Milli Ordusu’na bağlı gruplar, 27 Kasım’da Halep’e yönelik bir saldırı başlattılar. 27 Kasım’da başlatılan operasyona HTŞ dışında başka İslami örgütler de katıldı. Örgüt, medya üzerinden “Halep’in işgali sonucu yüz binlerce insanın evlerine geri döneceği”, “devrimin yeniden yükseldiği” vb. yönünde propaganda yürütüyor.

Heyet Tahrir el Şam ve cihatçı müttefikleri, Hama, Humus, Dera ve Süveyra’yı da işgal etti. Sıradaki hedef başkent Şam.

Türkiye’nin desteklediği ve yönlendirdiği Suriye Milli Ordusu, Halep’in kuzeyinde Tel Rıfat, çevresindeki Kürt köyleri ve Minnığ havaalanını işgal etti. Sömürgeci devletin milis güçleri, El Bab’ın güneyinde belli yerleri de ele geçirdi. Halep’in Kürt yoğunluklu mahalleleri, Şeyh Maksut ve Eşrefiye mahalleleri de Heyet Tahrir el Şam’ın tehdidi altında bulunuyor. Sömürgeci Türk devletinin hedefinde şimdi Münbiç var ve Münbiç’e yönelik harekât da başlamış durumda.

Bu saldırı ve çatışmaların sürdüğü alanlarda yaşayan, sayıları on binlerle ifade edilen insan göç yollarına düştü.

Rojava’ya karşı savaş, Kürt ulusuna ve bütün milliyetlerden halklara karşı savaştır!

Sömürgeci Türk devleti, Rojava’yı işgal etmek ve demografik yapıyı değiştirmek için Batılı emperyalistlerle, Rusya ile pazarlık yapıyor, destek istiyor. Emperyalistler arası yeniden paylaşımda Ortadoğu’da kurulan kurtlar sofrasında Türk büyük burjuvazisi oyun kurucuları arasında yer almak istiyor. Sömürgeci Türk devletinin esas derdi Suriyeli sığınmacılar için daha iyi bir hayat, onların “vatanları”na dönmesini sağlamak vs. değil. Rojava’da PYD/YPG/SDG önderliğinde kurulan özerk iktidara son vermek, Suriye’de kurulacak yeni yapılanmada maksimum söz sahibi olmaktır.

Rojava, Kürdistan’ın Birinci Dünya Savaşı ertesinde Suriye toprakları içinde kalan bölümüdür. Bölge nüfusunun çoğunluğunu –Baas rejiminin bütün “Araplaştırma” çabalarına rağmen– Kürtler oluşturmaktadır.

Suriye’de iç savaşın başlaması ertesinde bölgede çıkan iktidar boşluğundan, PYD önderliğindeki Kürt ulusal hareketi yararlanarak, burada kendi önderliğinde, bölgede yaşayan diğer etnik grupları dışlatamayan özerk-demokratik bir iktidar kurdu. Bu iktidar IŞİD’in saldırısına karşı yiğitçe direndi. IŞİD’e karşı mücadelede binlerce insan yaşamını yitirdi. IŞİD’e karşı mücadele içinde başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçler PYD ve onun silahlı örgütü YPG’ye “destek” vermeye başladılar. PYD/YPG –daha sonra onların önderliğinde hareket eden SDG– Suriye’deki savaşta ABD’nin ve Batılı emperyalistlerin alandaki müttefiki hâline geldi. Süreç içinde ortaya Güney Kürdistan’dakine benzer bir durum çıktı. Batı Kürdistan’da ABD ve Batılı emperyalistlerin desteğinde adı konmamış bir devlet yapısı oluşturuldu.

SDG tarafından “Kuzey Suriye Federasyonu” olarak adlandırılan bu yarı devletin varlığı, kendisine bağlı olmayan bir Kürt devletini düşman gören, buna izin vermeyeceğini açıkça ilan eden ırkçı faşist Türk devleti açısından kırmızı çizginin aşılmasıdır. Faşist T.C., yanı başında, yeni bir özerk bölge veya Kürt devletini, hele hele bu Kürt devleti T.C.’nin savaş yürüttüğü PKK ile bağıntılı olursa hiç istememektedir. Sadece Türk devleti değil, bölgenin sömürgeci diğer devletleri de, Suriye, İran da aslında Rojava’daki Kürt devletine karşıdır.

Faşist Türk devleti Rojava’daki yapılanmanın Kürtler açısından çekim merkezi olmasından, Kuzey Kürdistan’daki Kürtlerin bu oluşumdan etkilenmelerinden rahatsızdır. Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanmasının sorumlularından biri olan Türk devleti, Rojava’daki Kürt özerk bölgesini ortadan kaldıramadığı, devletleşmeyi engelleyemediği koşullarda, en azından bu oluşuma zarar vermek, zayıflatmak istemektedir. Rojava’ya yönelik işgal hareketinin esas amacı budur.

Faşist T.C.’nin Rojava’ya yönelik saldırılarına, Suriye topraklarındaki işgale karşı durmak, her devrimci ve demokrat insanın görevidir.

Rojava’daki özerk-demokratik yapıya yönelik saldırılara karşı çıkarken, aynı zamanda emperyalistlerden dost olmayacağı gerçeğini hep yeniden hatırlatmak görevdir.

Rojava’ya karşı savaş, Kürt halkına karşı savaş, aynı zamanda bütün milliyetlerden halklara karşı savaştır. İşçilere, emekçilere karşı savaştır. Türk işçileri, emekçileri bu haksız sömürgeci savaşa dur demekte en büyük sorumluluğa sahiptir.

Rojava’da yaşayanların kendi özyönetimlerini kurmaları ve kendi kaderlerini belirlemeleri onların en doğal hakkıdır. Rojava halkı nasıl yaşayacağına kendisi karar vermiştir. Rojava halkı, kendi varlığına yönelen tehditlere ve dinci faşistlerin saldırılarına karşı mücadele etmektedir.

Suriye’de kurtuluş halkların kendi elindedir!

Halkların birbirine düşman olmadığı, şovenizmin, milliyetçiliğin olmadığı, halkların eşit haklar temelinde, özgür koşullarda yaşadıkları, halkların kendi kendilerini yönettikleri bir dünya mümkündür. İşgalci savaşa, şovenizme, ırkçılığa, milliyetçiliğe hayır! Yaşasın proletarya enternasyonalizmi!

Suriye’de faşist Esad rejimine karşı ayaklanma, bu rejimin devrilmesi, yerine demokratik bir rejimin geçirilmesi için mücadele haklı ve meşru bir mücadeledir. Özde Esad rejiminden farkı olmayan İslami örgütlerin yöneteceği bir Suriye de halklar için bir felakettir. Görev bu mücadele içinde gerçek demokrasi güçlerine destek vermektir.

Suriye halklarının geleceğini ancak Suriye halklarının kendisi belirleyebilir. Emperyalist ve gerici güçlerin müdahaleleri bu mücadeleye yalnızca zarar vermektedir.

Suriye’de kurtuluş halkların kendi elindedir. Esad’dan kurtulma adına yalnızca emperyalizme bağımlı iktidarlar el değiştirecektir. Gerçek kurtuluş, halk iktidarındadır.

7 Aralık 2024


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑