19 Aralık 2000 – 19 Aralık 2025: Her şeye rağmen devrimcilerin iradesi teslim alınamaz | Cihan Yıldız
Devletin, “içerdeki” devrimci tutuklu ve hükümlülere yönelik saldırılarının temelinde yatan şeylerden birisi onların tam teslim alınması, devrimci kimliğinden soyutlanması ve sistemin uysal bireyleri hâline getirilmesi; bunlar mümkün olmuyorsa tecrit ve imha edilmesidir.
2025 yılı 19 Aralık katliamının 25. yıldönümüdür. 19 Aralık 2000’de, sabah saat 05.00’te Türkiye’nin 20 değişik cezaevinde faşist devletin kolluk güçleri bir operasyonla açlık grevi ve ölüm orucundaki devrimci tutuklu ve hükümlülere saldırdı. İçişleri, Adalet ve Sağlık Bakanlıklarınca ortak planlanan saldırıda, devlet, devrimci tutuklu ve hükümlülere yönelik silah, göz yaşartıcı bomba ve diğer ateşli silahlar kullandı. Bu saldırılar sonucunda 28 devrimci tutuklu katledildi, çoğu ağır olmak üzere yüzlerce tutuklu yaralandı.
19 Aralık katliamının ardından devlet, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün ifade ettiği şekliyle “F-tipi cezaevlerine yasal düzenlemeler ve gerekli iyileştirmeler yapılmadan geçilmeyecek” sözüne rağmen devrimci tutuklu ve hükümlüleri F-tipi hapishanelere konuldu.
Katil Ecevit operasyon sonrası yaptığı açıklamada, “teröristleri kendi terörizmlerinden kurtarmayı” hedeflediklerini söylüyordu. Gerçekte ortada bir terör varsa bu devletin onlarca devrimcinin katledilmesine yol açan terörü idi. Yine Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, yaptığı açıklamada, katliamı “İnsan Hayatını Kurtarma Operasyonu” olarak değerlendiriyordu! Gerçekte bu katliam “insan hayatını kurtarma operasyonu” değil, devrimci tutsakları ve hükümlüleri imha operasyonu idi. Faşist Türk devleti, katliamcı geleneğine bir halka daha eklemiş ve yeni bir katliam gerçekleştirmişti. Bu katliamın da hesabı devrimle sorulacaktır.
Cezaevlerine saldırı…
20 Ekim 2000’de DHKP/C, TKP(ML) ve TKİP’den devrimci tutukluların Süresiz Açlık Grevi olarak başlattığı ve 21 Kasım 2000’den sonra da Ölüm Orucuna dönüştürdükleri eylem 61. gününe girdiğinde, faşist devlet eyleme son vermek için yoğun bir biçimde saldırdı.
Faşist devlet 19 Aralık sabahı saat 05.00’te Kuzey Kürdistan-Türkiye’de ölüm orucu ve destek eylemlerinin sürdüğü 20 cezaevine aynı anda koordineli bir saldırı düzenledi. İçişleri Bakanı’nın dediğine göre 1 yıla yakın zamandır böyle bir operasyona hazırlanan tepeden tırnağa silahlı yüzlerce, binlerce öldürmeye yeminli, timleriyle, panzerleriyle, tanklarıyla, helikopterleriyle, iş makinalarıyla, devletin it sürüleri, çıplak bedenlerinden başka silahı olmayan, birçoğu açlık grevi nedeniyle zayıf düşmüş, bir bölümü ölüm sınırında olan devrimci tutsaklara barbarca saldırdı.
Devrimci tutsaklar, devletin bu teslim alma operasyonuna karşı yiğitçe direndi. Devrimci onuru ayaklar altına aldırmayan tutsakların direnişlerine karşı daha önce Ulucanlar da, Burdur da provası yapılmış olan planlı, programlı katliam gerçekleştirildi. Direnişçilerin olduğu alanlara ağır silahlarla kurşun yağdırıldı. Duvarlar, greyderlerle, vinçlerle yıkıldı. Çatılara indirilen itler, çatıları delip devrimcilere kurşun yağdırdılar; devrimcilerin bulunduğu ve direndiği koğuşlara çeşitli bombalar –gaz bombası, yangın bombası, biber gazı, sinir gazı vs.– attılar. Faşistlerin açtığı ateş sonucu, yangın bombalarıyla vs. çıkan yangınlarda kimi devrimci tutsaklar diri diri yakıldı.
Faşist Türk hâkim sınıflarının kolluk güçleri bu saldırıda 28 devrimciyi, kurşunlayarak, yakarak, döverek katletti… Çoğu ağır yüzlerce devrimci tutuklu ve hükümlü var.
Yazgülü Güder Öztürk, Fırat Tavuk, Ali Ateş, Aşur Korkmaz, Özlem Ercan, Şefinur Tezgel, Nilüfer Alcan, Gülser Tuzcu, Seyhan Doğan, Mustafa Yılmaz, Cengiz Çalıkoparan, Murat Ördekçi, Ahmet İbili, Alp Ata Açıkgöz, Ercan Polat, Umut Gedik, Fidan Kalsen, İlker Babacan, Dursun Önder, Fahri Sarı, Sultan Sarı, Murat Özdemir, A. İhsan Özkan, İrfan Ortakçı, Hasan Güngörmez, Yasemin Cancı, Berrin Bıçkılar, Halil Önder, Erol Poyraz isimli devrimci tutsaklar, devletin barbar saldırısı sonucu katledildiler.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi devlet görüşmeler sürerken Adalet Bakanı’nın ağzından “F tipine hemen geçilmeyecek” sözünü vermiş, devrimci tutsaklar ise bu sözlere inanmadıklarını, güvence verilmesini istemişlerdi. Süreç, devrimcilerin haklılığını bir kez daha gösterdi: Devlet, Adalet Bakanı’nın ağzından, milyonlara hitap eden, kendi televizyonları üzerinden verdiği sözden vazgeçti! Katliamın hemen ertesinde devrimciler yapımı tamamen bitmeyen F tipi hapishanelere konuldu. Hem de boş cezaevi olmadığı gerekçesiyle!
19 Aralık katliamının 25. yıldönümünde de siyasi tutsaklar üzerinde tecrit ve izolasyon devam ediyor. Faşist devlet sürekli olarak yeni hapishaneler inşa ediyor. İnşa edilen bu hapishanelerin en bariz örneği kuyu tipi hapishanelerdir. S, R ve T tipi olarak adlandırılan hapishaneler, kuyu tipi hapishanelerdir. Kuyu tipi hapishaneler, siyasi tutsakları sosyal izolasyon yoluyla ağır psikolojik ve fiziksel kötü muameleye maruz bırakan modern işkence yapılarıdır. Bu yeni hapishaneler modeli insanlık onuruna açık bir saldırıdır.
19 Aralık katliamından sonra da, “Yüksek Güvenlikli Hapishaneler”de işkence, kötü muamele ve keyfi uygulamalar devam etmekte, hasta devrimci tutuklu ve hükümlülerin tedavileri yapılmamakta, aileleri ve avukatlarıyla görüşmeler engellenmekte, en temel ihtiyaç maddeleri içeri alınmamaktadır.
Devletin yalan silahı…
Cezaevlerine yönelik saldırı sırasında faşist devlet, ateşli silahlarla devrimci tutsakları katlederken, yalan silahına da çok sık başvuruyor, halkı bu silahla da vuruyordu!!! Yalanla, düzmece haberlerle, uyduruk mizansenlerle… halkın barbar devletin “haklılığına” inanması isteniyor, çok yoğun bir yalan kampanyası ile gerçekler tersyüz edilerek kitlelerin bilinçleri de saldırıya uğruyordu! Cezaevlerindeki duvarları iş makineleriyle yıkan devlet, insanların bilinçlerini yalan makinesiyle tahrip ediyordu! Bunun birçok örneğini vermek mümkün…
Örneğin; faşist devlet, saldırının ismini “Hayata Dönüş” operasyonu adını vermişti. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, yaptığı açıklamada operasyonun “İnsan Hayatını Kurtarma Operasyonu”, “Şefkat Operasyonu” olduğunu söylüyordu. Dönemin başbakanı katil Ecevit, “teröristleri terörden kurtarmayı amaçladıklarını” ileri sürüyordu! Gerçekte bu saldırı ne “insan hayatını kurtarma” operasyonu idi, ne “şefkat” operasyonu idi. Bu saldırı, devrimci tutsakların ve hükümlülerin imha edilmesi, katledilmesi için düzenlenen ve devrimcilerin katledildiği bir saldırıydı.
Şu sahtekârlığa ve pervasızlığa bakın ki; devrimci tutsakların devletin tecrit saldırısına karşı çıkması ve hücreleri reddetmesi, hücre saldırısına direnmesi terörizm olarak görülüp gösterilirken; direnen devrimcilere çeşitli bombalarla, makineli tüfeklerle, iş makineleriyle saldırılması ve onlarca insanın katledilmesi “teröristleri kendi terörizmlerinden kurtarma” olarak adlandırılıyor; devrimcilerin katledilmesinin adı “hayata dönüş” oluyor, devrimcilerin koğuşlarına bomba yağdırılmasının, onların diri diri yakılmasının adı “şefkat” ve “hayat kurtarma” oluyor!
Faşist devletin operasyonun ilk saatlerinden itibaren yoğunlukla yinelediği yalanlardan birisi, “devletin 91 yılından bu yana cezaevlerine giremediği”; bu operasyonla “cezaevlerini teröristlerden kurtarmanın amaçlandığı”, operasyon sonrası ise “cezaevlerinin kurtarıldığı” yalanıdır. Sonuçta devlet cezaevlerini “ele geçirerek” büyük bir başarı kazanmıştır! Bu bağıntıda faşist devlet yetkililerinin söyledikleri tümüyle yalandır! Bunu açlık grevleri ve ölüm oruçları başlamadan devrimci örgütler sık sık yinelemişlerdir. Gerçekte devlet cezaevlerine hâkimdir! Cezaevlerine hâkim olamayan devlet Eskişehir, Buca, Diyarbakır, Ulucanlar da ve daha birçok cezaevlerinde devrimci, demokrat, yurtsever tutuklu ve hükümlülere istediği biçimde ve istediği anda saldırıp onlarca devrimci tutsağı katledebilmiştir!!! Salt bu örnek bile bunların ne tür yalanlarla kitleleri kandırdıklarını göstermeye yeterlidir!
Saldırı sırasında ileri sürülen bin bir yalanın içinde öne çıkan yalanlardan birisi de “ölüm orucunun olmadığı” yalanıydı. Faşist devlet, öyle yüzsüz ve pervasız saldırıyordu ki, söyledikleri yalanları yine kendilerinin sözleriyle yalanları açığa çıkıyordu: “Açlık grevini ve ölüm orucunu bitirmek için operasyon düzenlediklerini” ileri sürenler, açlık grevinin olmadığı yalanını ileri sürebiliyorlardı!!! Yine “olmayan” açlık grevinin ve ölüm orucunun –Sağlık Bakanı aynen “Olmayan ölüm orucunun kaçıncı günü mü olurmuş!” diyordu!!!– katılımın artarak sürdüğünü Adalet Bakanı saldırı sonrasında kabulleniyordu!
Tüm bu ve benzeri yalanların gösterdiği gerçek şudur ki, tam bir çapul devleti olan faşist Türk hâkim sınıfların devleti, iktidarlarının da, saldırılarını, katliamlarını da yalanla gizlemek durumundadırlar; yalan faşistlerin kullandığı güçlü silahlardan birisidir! Bu yalanlara karşı gerçekleri anlatmak, faşist devletin gerçek yüzünü kitlelere kavratmak görevi devrimcilerin önündeki temel görevlerden birisidir.
Tecrit ve izolasyon bugün de sürüyor…
19 Aralık katliamının 25. yıldönümünde de siyasi tutsaklar üzerinde tecrit ve izolasyon devam ediyor. Faşist devlet sürekli olarak yeni hapishaneler inşa ediyor. İnşa edilen bu hapishanelerin en bariz örneği kuyu tipi hapishanelerdir. S, R ve T tipi olarak adlandırılan hapishaneler, kuyu tipi hapishanelerdir. Kuyu tipi hapishaneler, siyasi tutsakları sosyal izolasyon yoluyla ağır psikolojik ve fiziksel kötü muameleye maruz bırakan modern işkence yapılarıdır. Bu yeni hapishaneler modeli insanlık onuruna açık bir saldırıdır.
19 Aralık katliamından sonra da, “Yüksek Güvenlikli Hapishaneler”de işkence, kötü muamele ve keyfi uygulamalar devam etmekte, hasta devrimci tutuklu ve hükümlülerin tedavileri yapılmamakta, aileleri ve avukatlarıyla görüşmeler engellenmekte, en temel ihtiyaç maddeleri içeri alınmamaktadır.
Faşizme ölüm, tek yol devrim…
Faşist Türk devleti 19 Aralık katliamı ile bir kez daha katliamcı yüzünü göstermiştir. Faşist Türk devletinin eli bir kez daha devrimci kanıyla yıkanmıştır.
T.C. tarihi, içerde; yani cezaevlerinde veya dışarda katliamların tarihidir. Ermeni katliamının sorumlusu olan bir imparatorluğun devamı olarak kurulan T.C. katliamcı geleneğini sürdürmüş, Kürtler başta olmak üzere, toplumun çeşitli kesimleri üzerinde yoğun baskı ve katliamlar uygulamış, deyim yerindeyse bir katliam zinciri oluşturmuştur. Ağrı, Zilan, Dersim, Çorum, Maraş, Sivas vb. vb. bu zincirin “dışardaki” halkalarıdır.
T.C. özellikle 12 Eylül 1980 askeri faşist diktatörlük sonrasında, “içerde” yani tutsak bulunan devrimci tutuklu ve hükümlüler üzerinde yoğun bir baskı uygulamış, onlarca devrimciyi, Kürt yurtseverini katletmiştir. Diyarbakır, Buca, Metris, Ulucanlar… “içerdeki” devlet saldırılarının kimi örnekleri ve katliam zincirinin zindan halkalarıdır.
Devletin, “içerdeki” devrimci tutuklu ve hükümlülere yönelik saldırılarının temelinde yatan şeylerden birisi onların tam teslim alınması, devrimci kimliğinden soyutlanması ve sistemin uysal bireyleri hâline getirilmesi; bunlar mümkün olmuyorsa tecrit ve imha edilmesidir.
Faşist Türk devletinin cezaevi saldırısı salt devrimci tutsaklara yapılan bir saldırı değildir. Faşist devletin saldırısı çok daha kapsamlıdır. Onun saldırısı devrimci tutsaklar şahsında, devrimci tutsakların haklarını savunduğu, bu uğurda zindanlara düştüğü işçilere ve emekçilere yönelen bir saldırıdır. Bu saldırı, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de demokrasiden, eşitlikten, barış ve kardeşlikten, emekten yana olan; sömürüye, baskıya ve ücretli kölelik düzenine karşı olan herkese yönelen bir saldırıdır. Bu saldırı, faşist devletin hayatın her alanında “hücreleşmeyi” dayattığı; “dikensiz gül bahçesi” isteğini; sessiz, “uysal” ve “köle” bir toplum isteğini dışa vurduğu bir saldırıdır. Bu saldırı toplumun sesini yükselten kesimlerine bir gözdağı saldırısıdır. Bu saldırı toplumu sindirme saldırısıdır.
Devletin topyekûn saldırısı karşısında, devrimcileri katletmesine karşı sessiz kalınamaz. Bu sistem varlığını sürdürdüğü sürece, daha birçok katliamların olacağı kesindir. Bu sistemin alternatifi var. Uğruna mücadele ettiğimiz toplum işçilerin-köylülerin iktidarda olduğu bir topludur. Görev bunun için mücadele etmektir.
Cihan Yıldız – 14.12.2025























































